"Aman aman aman! Hooop!"

A -
A +

Akşam üzeriydi. İETT yolculuğumuz Samandıra-Yenidoğan son durakta bittiğinde, zannettim ki dünyanın diğer ucuna geldik. -Abi daha gidecek miyiz? -Daha yeni başlayacağız... Bu ne ki? Otobüste gelmek kolaydı. Şimdi yürüyeceğiz? -Eyvah... Peki çiftlik nerede? -Onbeş dakikalık mesafede... Yürü babam yürü... Şehrin son evlerinin de bittiği, uçsuz bucaksız arazide ilerliyoruz. Belediyeciliğin ulaşamadığı mekanlardan, çamur çökek kısımlardan teker izlerini takip ede ede gidiyoruz. Çiftlik dedikleri yer beş yüz metrekarelik bir arazi ya var ya yok. Etrafı çevrilmiş. Bir köşede gecekondu bir de bakımsız bir bölme... -İşte bizim bıldırcın çiftliği... Hakikaten o küçücük gözüken mekanda yüzlerce belki binlerce bıldırcın, cırrık cırrık ötüşerek kafeslerinde geziniyorlardı. Biz gelene kadar, çiftlikteki yeğen yumurtaları ambalajlamış, onları da kendi özel kasalarına koymuş bile. Hatta bir kısmını da küçük Kango tipi araca yüklemiş. Yükleme tamamlanana kadar bize çayla birlikte yiyecek bir şeyler ikram ettiler. Şuradan buradan laflarken vakit de epey ilerledi. Arkadaşımın şoförlüğü yok. Dolayısıyla bu bıldırcın yumurtalarını bu araçla şehre benim götürmem gerekiyordu. Zaten bu sebeple oradaydım. İşte insanın basireti bağlanınca bağlanıyor... Gündüz müsait olsam da o akşam araç kullanmamın riskli olacağını söylemeliydim. Çünkü şoförlüğüm iyi olsa da bu demek değildi ki her zaman araç kullanabilirim. Kullanmamalıydım. Çünkü birçok olumsuz durum vardı. Birincisi, bu tür bir aracı hiç kullanmamıştım. İkincisi hava kararmıştı ve dönüş yolunu bilmiyordum. En önemlisi de o gün yanımda gözlüğüm yoktu. Fazla ilerisini görmekte zorlanıyordum. Orada demeliydim ki: "Arkadaşlar, bugün için bana göre hesap yaptınız belki ama şu şartlarda trafiğe çıkmayı doğru bulmuyorum. Beni mazur görün." Diyemedim. Çünkü yapılan onca çaba, verilen emek, ertesi ve daha sonraki günlere sarkabilecek aksaklıklar çok düşündürdü beni... Baktım arkadaşın yüzüne... Hiçbir olumsuz beklenti yok. Hatta benimle birlikte olmasından dolayı öyle de mutlu ve rahat ki... Söz ağzıma geldi geldi gitti...Yutkundum... Anahtarı teslim ettiler. Biraz da arabanın lambası, vitesi vb. hakkında bir iki özel bilgi verdiler. "Yakıt lambası kırmızıda. En yakın benzinlikten yakıt almanız lazım" dediler. Çiftlikten ayrıldık... Daha yüz metre gitmeden yağmur başlamasın mı? Hayırdır inşallah... Görüş mesafem iyice sıfırlandı... Ham yoldan asfalta kadar birinci viteste yalpalaya yalpalaya gittik. Araçta bir sorun yoktu. Gel gör ki, yolu bilmiyordum. Bir de yağmurla birlikte görüş mesafem neredeyse sıfırlanmıştı... İçime bir sıkıntı çöktü ki anlatamam... Buram buram terlemeye başlamıştım. Asfalta çıkarken sordum: -Abi nereden gidelim? Baktım ki benim abim keyiften dört köşe... Nasıl olsa karanlıkta benim terlememi görmüyor: -Abi fark etmez, nereden canın isterse oradan git. -Tamam da ben yolu bilmiyorum ki... -Abi ben zaten trafik olarak bilmem. Bildiğim iki şey var... Biri bu aracın birinci köprüden geçmesi yasak. İkincisi de, ister Ümraniye'ye kadar şehir içinden gidip köprüye geçersin. İstersen direk TEM'e çıkarak köprüye gidersin... Ama önce yakıt almalıyız. "Allah'ım ben bu araçla, bu yağmurda, TEM'de nasıl yolculuk ederim?" Bu endişeyle benzin istasyonuna giderken ilk ikaz gelmişti işte... Arkadaşın "Aman aman aman! Hooop!"demesiyle irkildim... Ama çok geçti... (Devamı yarın) >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.