Yaptığım hatayı düşündükçe ürperiyorum!

A -
A +

Yanımdaki arkadaşım beni ikaz etmişti etmesine de... Önümüzdeki hız tümseğine hiç frensiz girmiştim. İkimizin de kafası tavana vurdu. O da bir şey miydi? Arkada bulunan yumurta kasaları birbirine girmişti. Arkadaşın "eyvah eyvah!" diye dövünmesine kendimi tutamayıp gülme krizine girdim. "Gitti mahvoldu yumurtalar" diyordu. Artık yapacak bir şey var mıydı? İlerideki benzin istasyonunda motorin alıp sonra yumurta kasalarını kontrol ettik. Allah'tan bir de kendileri ayrıca naylon viyollerde olduğu için kasada dağılmışlar ama kırılmamışlardı. Ben bu olaydan sonra iyice tedirgin oldum. Benzin istasyonundaki pompacılardan birine yolu sorduk. Tarif ettiği üzere hareket ettik. Bir müddet şehir içinde gidecek, sonra TEM'e çıkacaktık. Artık yanımdaki arkadaş da anlamıştı ki ben aracı kullanmakta zorlanıyorum. Anlattım mecburen: -Araç sürmemde sorun yok da şu an yağmur farların aydınlığını kesti. Önümüzü fazla göremiyorum. -Abi bilemiyorum artık... Yani sorumluluk senin, bundan sonra yapacak bir şey yok demek istiyordu. Sesindeki ciddiyet ve endişe belliydi. Şehir içinde, karşıdan gelen aracın farına göre yolumu hizalıyor, arkadan bizi geçip giden olduğunda bir müddet arkasından gidiyordum. Derken yol ayırımından TEM'e girmiştik. Girmez olaydık... Zaten yavaş gittiğim araçta bile far önümü aydınlatmaya yetmiyordu. Şimdi bu hızla TEM'de kağnı gibi olmuştuk. Mecburen hiç olmazsa 80 km hız yapmamız lazımdı. Oysa daha 50 km hız yaptığımda yol önümde kayboluyordu. Dedim ki: -Abi, sen tabelaları takip et. Ben ona göre gideyim... Öndeki araçların farları da kılavuz olur. -İnşallah, demişti ama, bendeki bu naçar hal, onda da hal bırakmamış, bütün neşesi gitmişti. Ben direksiyonda olanca gayretimle, yol tecrübemi kullanmaya çalışırken, o "Allah'ım yardım et!.. Ne olursun yardım et!" duasını diline tesbih etmişti. Yolu ikinci orta şeride göre ayarlayıp, dörtlüleri de yakmaktan başka çözüm gelmedi aklıma... Yanımızdan, sağımızdan solumuzdan araçlar şimşek gibi geçmeye başlamıştı... Biri arkadan çarpsa facia olması işten değildi. Geçen araçların tekerlerinden oluşan sepken olduğu gibi camı kapatıyor, silecekle zaten iyi göremediğim cam birkaç saniye hepten kapanıyordu. Derken uzaktan üst tabelalardan birine yaklaşmaya başladık. "Bana göz kulak ol" filmindeki sağır ve kör iki arkadaşın macerasını hatırladım. -Abi dikkat et... Oku ve söyle! -Neyi söyleyeceğim? -İstikameti... Edirne yazan tarafa gideceğiz... O cama abandı ama eyvah, o da iyi görmüyordu. Hatta belki, o da benim kadar az görüyordu. Derken tabelanın altına geldik. -Abi tamam Edirne yazıyor... -İyi de ne tarafa? -Abi sağa... Yok sola... Bi dakka... O diyene kadar tabelayı geçmiştik bile... Dedi ki: -Abi aklım gitti benim. Sağımı solumu karıştırdım... Kazaya sebep olmamak için yol nereye giderse gitsin devam ettim... Gide gide yol biter mi? İstikameti bilmiyoruz ki... Aksi istikamet mi doğru istikamete mi belli değil... Dedim ki: -Abi yanlış yaptık. Stresten ağzım kurudu. -Benim dilim damağıma yapıştı. 2. Boğaz Köprüsü karşıdan görünene kadar ne yollara girdik çıktık Allah bilir... Sonunda bir yol bizi köprüye çıkarmıştı... Sonrasını bildiğim için şükür aracı karşıya geçirmiştim. Yaptığım hatayı düşündükçe ürperiyorum. Hem kendimizi hem başkalarının hayatını tehlikeye atmıştık. Bir daha mı? Değil tedbirsiz yola çıkmak... Direksiyona elimi sürmem. Celal Şenbaş-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.