"Biz ki Baltalimanı Sarayı'nın maliki idik"

A -
A +
Fethi Sami Amca: "Bir gün eve geldiğimde ne göreyim. Kardeşlerim, Hatice Gülisto, Kamuran Sami, abim Bahaddin Sami, babam hepsi ellerinde valizler ile kapı önünde..." Hasret, gözyaşıyla yüreklerin kavrulduğu naçar günler... Para yok, tanıdık yok, eş yok dost yok... Son üç beş kuruşla kiraladıkları evde artık yokluğun son raddesindeler. Anlatıyor Fethi Sami Amca: "Babam çalışamıyor. Ben çalışabilirim ama ben de iş bulamıyorum. Bakkaldan utana sıkıla karın doyuracak zeytin peynir ekmek gibi erzak alıyoruz veresiye... Ne zaman ödeyeceğimiz belli değil. Çünkü ne iş yapacağımız belli değil. Zilletin son raddesi... Bir sabah yine ekmek için gittiğim bakkal ile göz göze geliyoruz. İçinde biriken duygusu patlıyor: -Yahu borcunuz bilmem ne kadar oldu. Kocaman adamlarsanız. Taşı sıksanız suyunu çıkartırsınız. Böyle veresiye almaya utanmıyor musunuz? Yüreğimdeki şerha şerha kanayan yarayı göremezdi elbet. Ama gözlerimden süzülen iki damla yaş duygumu anlatmaya yeter miydi? Dedim ki: -Beyefendi. Hiç mübalağa etmiyorum. İster tuvaletçilik, ister hamallık isterseniz alın teriyle çalışabileceğimiz ne iş olursa olsun bulun bir iş; eğer çalışmaz isek o vakit şu söylediğinizin beş katı daha ağır laf edin. Şaşırmıştı adam. "Nasıl yani?" der gibi baktı. Dedim ki: "Beyefendi, sabahtan akşama kadar iş arıyoruz. Ama bizim Türk olduğumuzu yani Müslüman olduğumuzu öğrenince iş vermekten vazgeçiyorlar." -Sözünüzde bu kadar samimi iseniz ben bulayım size bir iş? -Ah ne iyi olur. Size minnettar kalırız. Tabii o yıllar; herkesin tedirgin olduğu milletlerin birbiriyle savaştığı savaştırıldığı netameli yıllar. Ama bakkal mert bir insanmış. Vicdan sahibiymiş. O gün yine erzakımızla birlikte kendisinin bizim için bizzat iş araştıracağı sözünü verdi. Hakikaten bir hafta eşine dostuna sormuş soruşturmuş. Dedi ki bir gün: "Bundan sonra erzakınız benden. Zaten zaruret olan gıda dışında bir şey almıyorsunuz. Sizin için bir hafta iş aradım. Çok da buldum. Ama sizin Türk olduğunuzu söylediğim zaman "Müslüman'a iş veremeyiz" diyerek vazgeçtiler. Haklıymışsınız." Anlatmaya devam ediyor Fethi Sami Amca: "Çok şükür hiç olmazsa yiyecek meselemizi o üstlenmişti. Allah bir kolayını verirdi inşallah." Derken bir gün eve geldiğimde ne göreyim. Baktım kardeşlerim, Hatice Gülisto, Kamuran Sami, ağabeyim Bahaddin Sami, babam hepsi ellerinde valizler ile kapının önündeler. Şaşırdım tabii: -Babacığım hayırdır ne oldu? Ev sahibi birkaç ay kirasını alamayınca evden atmıştı. Zaten bu sürgün hayatında eşya olarak neyimiz vardı ki? İşte hepsi birkaç valiz... "Biz ki Baltalimanı Sarayının maliki idik. Hatta orasının da karşısındaki geniş arazilerin de tapusu halen bizim üzerimizdedir" diyordu. Hatta yine bir sohbetinde anlatmıştı da, bir gün oraya gidip "evime geldim" diyerek kapıdaki görevliyi şaşırtmış. Sonra başhekim ile görüşmüş ve hiç dram yapmadan nostaljik duygularla kendi doğduğu ve yaşadığı sarayı başhekime anlatmış. Çok duygulanmışlar. Hatta karşıdaki tapulu arazileri dava edip almak istemiş. Kazanacağı halde "yaşayan insanlar mağdur olursa ne kıymeti var?" diyerek vazgeçmiş... İşte bu asil insanlar o sürgünde, İtalya'da birkaç valiz ile sokakta kalakalmış. Babası Abdurrahman Sami üzüntüden birkaç adım ötedeki bankta yalnızlığa gömülmüş. Ne yapacaklar, akşama nereye gidecekler belli değil... Ama enteresan bir şey ki, ne zaman bir dara düşsek aklımızın alamayacağı şekilde karşımıza bir nusret-i ilahi çıkardı. Acaba bugün de öyle olacak mıydı? (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.