"Ben gözü kuru bir adamım!.."

A -
A +

Sinop vilayetinde bulunduğumuz bir gün denize uzanan en uç noktaya gitmiş yönümü Kırım'a çevirmiş ellerimi kaldırıp dua etmiştim: -Ya Rabbi orada bizim kardeşlerimiz var. Gitmek görmek, oradaki soydaşlarımıza hizmet etmek nasip eyle... Öylesine içimden gelen bir histi... Nereden nereye aradan tam 29 sene geçmişti... Türk Dünyası hizmetleri vesilesiyle Kırım yarımadasındaydık. Nasıl heyecanlandım... Aynı şekilde bu kez oradan ellerimi kaldırıp Türkiye'ye yönümü çevirip şükrettim... Orada din kardeşlerimizle hasbihâl eyledik. Yaşlı bir hanım yıllar önce yaşadıklarını anlattı: -Ben on beş on altı yaşındaydım. Nemçe askerleri (Osmanlılar Avusturya ve Alman askerlerine Nemçe derdi) gözümün önünde iki keçimi kesip yediler. Kemiklerini de ite atar gibi yüzümüze attılar. Yetmiş beş yaşındaki kadın o günleri daha dün gibi hatırlıyordu. Alman harbi sonunda oradaki halkın vagonlara doldurulup sürgüne gönderilişini yaşamış. "Halam öldü, bacım öldü, babam öldü" diye akrabalarını tek tek sayıyordu. Kendisini de sürgüne göndermişler. Orada evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Ama yüreğindeki vatan hasreti hiç dinmemiş. Altmış yaşında geri memleketine gelmiş. O kadıncağız bunları anlatınca dedim ki oradakilere: -Bakın Türkiye'de büyük bir zât vardı. Abdülhakim-i Arvasi. Bu zat-ı muhterem Alman-Rusların harbini zamanın gazetelerinden çok yakından takip ediyormuş. Bir ara savaş bitmediği halde savaş haberlerini sormamış ve buyurmuş ki: -Harbin sonu belli oldu. Almanlar gittikleri yerde zulüm yapıyorsa zulüm payidar olamaz. O kadıncağız Nemçe askerlerinin zulümlerini anlatınca bu mübarek zatın sözleri geldi hatırıma. Bize o yıllardan kalma bir camiden söz ettiler. Camiye kimse dokunmamış. Hiç de bozulmamış. Ama artık yağışlı havalarda çatısından su akıyormuş. "Zengin biri olsa da burayı tamir ettirse ne iyi olur" dediler. Bizden ümit bekledikleri belliydi. Dedim ki: -Şimdi siz halinizi anlattınız. Ben şimdi ne olacağım? Ben halimi size nasıl anlatacağım? Biliyorum ki yirminci asır Türklerin gözyaşı asrıdır. Bu asırda bu millet kadar çile çeken, bu millet kadar sürgün olan, katledilen, tecavüze uğrayan, muhacir olan, sahipsiz kalan başka bir mağdur millet gösteremezsiniz!.. Osmanlının dağılmasıyla birlikte Osmanlının geniş coğrafyasında sahipsiz kalan bu milletin fertleri Bosna'da Kırım'da Ahıska'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da, Mısır'da, Yemen'de her bir yanda Osmanlı'ya hınç besleyenlerce akla hayale gelmeyen eziyetlere düçar olmuşlardır. Ben diyorum ki, "Ya Rabbi ben gözü yaşlı bir adam olsaydım. Bir gözüm Ceyhun nehri bir gözüm Seyhun nehri kadar aksaydı ve Karadeniz'i doldursaydı. Anca belki o zaman yüreğim biraz teselli bulurdu. Ama ne yapayım ki gözde yaş yok. Diyorsunuz ki şu camiyi tamir ettirseydik. Ama zengin değilim. Cepte para yok. Kalemim kuvvetli olsaydı. Şiirler, romanlar, destanlar yazsaydım, her dilde dünyaya yaysaydım. Ama elde kalem (yazarlık) yok ... Hasılı gözde yaş yok, cepte para yok, elde de kuvvet yok... Bu üzüntüyle ben ne olacağım?" Hiç çıt çıkmadı... Bir baktım birisi topluluğu yara yara geldi ve dedi ki: -Ağacan, senin bağrın, ciğerin yanık. Nefesin etkili. Konuş! Rabbime şükürler olsun, bu güzel sohbetler sonrası oralara Rusça kitaplar gönderdik. Şimdi o bağrı yanık soydaşlarımız güzel dinimizi o kitaplardan öğreniyorlar. A. Numan Ünal-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.