Depremden bir gün önceydi...

A -
A +

17 Ağustos 1999 depreminin bu sene onuncu yılı... Depremde yakınlarını kaybeden başta meslektaşlarım ve Gölcüklüler olmak üzere tüm ülkemin insanına Allah bir daha böyle acı vermesin diyerek hatırama başlıyorum... Ne çok severdim teyzemi... Teyze anne yarısıdır derler ama benim teyzem annem gibiydi... O da beni öz oğlu gibi sever, daha çocukken öpüp koklarken kendi çocuklarına da bana da öyle dua ederdi: -Allah ömrümden alsın da ömrüne versin yavrum... O gün içimde bir tuhaflık vardı... Sanki tarifini yapamadığım bir sıkıntı... Her şey anlamsız... Beni hayata bağlayan tek şey, sekiz aylık hamile eşim. Bir ay sonra doğacak çocuğum... Gölcük'te uzman çavuş olarak görev yapıyorum... Hiç unutmuyorum o telefonu... 16 Ağustos günü öğleye doğru cep telefonu... Arayan annem. Gerçi her hafta telefonla görüşürdük ama bu sıra dışı bir aramaydı. Eyvah... Annem telefonun öbür ucunda ağlıyor... -Anne ne oldu? Anne... Ağlamaktan konuşamıyor... Allah'ım babama bir şey mi oldu? Yoksa kardeşlerime mi bir şey oldu? -Anne... Konuşsana anacağım... Derken kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şeyi söyledi... Hıçkırıklara gark olarak: -Teyzen... -Teyzem mi? -Teyzenler oğlum... Teyzenler trafik kazası yapmışlar... -Aman Allah'ım... Anne nerede ya? Yaşıyorlar mı? -Enişten yaşıyor ama teyzenin durumu çok ağır... Acilen Samsun Devlet Hastanesine kaldırmışlar... Dünya başıma yıkıldı zannettim... Canım Teyzem... "Nasıl olur ya" diyordum... Haberlerde duyarken sıradan bir şey gibi gelen trafik kazaları piyango gibi vurduğunda meğer nasıl da canını yakıyormuş insanın. Eniştem teyzem ve iki çocuğu ailece Samsun'dan Ankara'ya giderken daha 30 km gitmeden Çakallı denilen mevkide kaza yapmışlar. Aracın şoför mahalli kısmında oturan teyzem çok şiddetli darbe almış. Hemen arkasında oturan kızı da ayağından yaralanmış ama durumu fazla ağır değilmiş. Sol tarafta oturan oğlu ile şoför olan eniştem kazadan hafif sıyrıklarla kurtulmuşlar. Ağlama sızlama sonrası anneme dedim ki: -Anne kurtulma ümidi yok değil mi? -Yok oğlum. Zaten hastaneye götürürken kurtulamaz diyorlarmış. -Tamam anne... Ben hemen bu akşam yola çıkıyorum. İnşallah kurtulur. Ama Allah göstermesin kurtulamazsa da hiç olmazsa... Neyse ana dilim varmıyor... Tamam, ben hemen birliğimden izin alıp yola çıkıyorum... Telefonu kapattıktan sonra beni tuttu bir ağlama... Anneme karşı ağlamamıştım ama demek ki hatıralar canlandıkça insanın içi göynüyordu. Durumu eşime haber vereyim mi, vermeyeyim mi diye tereddüt ettim. Çünkü o da hamile. Birkaç haftası kaldı doğuma... Acı haber Allah korusun... Ama imkânı yoktu, söyleyecektim. Çünkü bu gece Gölcük'ten Samsun'a hareket etmek durumundaydım. Komutanlarıma gittim durumu anlattım. Komutanlarımdan izin istedim. Hepsi geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Bilet işini ayarlayıp eve, askerî lojmana geldim. Telaşımdan hanım da anlamıştı bir acil durum olduğunu. Mecburen ona da söyledim. Ama durumunun ağır olduğunu söylemedim. Yaralanmış, dedim... -Ben yarın sabah inşallah Samsun'da olurum. 17 Ağustos akşamı da tekrar dönerim. Evde yalnız başına kalabilir misin? Nasıl yapsak bilmem ki? Hanım "Bu halimle ben Samsun'a kadar gelemem" dedi ki haklıydı. Dolayısıyla onu lojmanda bırakıp ben tek başıma gitmek üzere evden çıktım. Çıktım ama o gece... On yıl önceki o gece... 17 Ağustos 1999 depremi olacağını ve bizim de kaldığımız lojman dâhil Gölcük'ün altının üstüne geleceğini nereden bilebilirdim ki... Hamile eşimi lojmanda bırakıp otogara hareket ettim. (Devamı yarın) >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.