“Sana ne el âlemden?”

A -
A +
“Muhtar oturduğu yerden tütünden birkaç nefes alıp üfledi ve mırıldanmaya başladı...”   Muhtarla delikanlı eve varıp akşam yemeği için ellerini yıkayıp ayaklarını peştamalın altına aldılar ve siniye yanaştılar. Hacer, çıtır çıtır yanan kuzineden sıcak ekmeği çıkartıp, peşkirle köşelerinden tutup sininin tam ortasına fırlatırcasına bıraktı. Sini devrilecekmiş gibi şahlanmıştı âdeta. Sonra muhtar yuvarlak ekmeğin tam ortasını yayıp koca bir tahta kaşık inek yağını arasına yaydı. “Sizin uzaklarda böyle şeyler pek olmaz” dedi ve ekledi: “Bol bol ye de dimağın güçlensin. Şehirde kuru baklalardan, ne idüğü bilinmez şişirilmiş tavuklardan, şırıngalanmış meyvelerden illallah gelmiştir.” Delikanlı konuşmadı. Ekmeğin köşesinden kopararak erimiş inek yağına bandıra bandıra yedi. Hacer o sıra “bugün köyde kadınlar konuşurken duydum” dedi, “Zalım Hayri'nin üç oğlu ile biraderi kavak İlyas’ın iki oğlu şehre ineceklermiş çalışmaya. Elleri iş tutsun isterlermiş.” “İş tutsun isterlermiş demek” diye tekrar etti muhtar, elleri iş tutacakmış öyle mi? İyi de hasat kimle yapılacak şimdi? Bastonla zor yürüyor bu Hayri, kimle yapacak işleri?” “Amaan” dedi, Hacer. “Senelerdir dert ede ede yedin kendini şu millet için. Ne yaparlarsa yapsınlar, el âlemin işine akıl mı erer?” Delikanlı ortalarında kalmış konuşulanları anlamaya çalışıyordu. “Şehirle bir alıp veremediği var bu muhtarın belli” diye geçirdi aklından... “Yalnız başına ölür gider o Hayri'yle İlyas, bak ‘dedi’ dersiniz. Şehrin tadını alan daha köye gelmez bak söyleyeyim. Bizim oğlan gibi olurlar.” “Nesi varmış oğlanın?” diye çemkirdi Hacer, “Gül gibi geçinip gidiyorlar işte...” “Her şey çalışmak mı kız? Baksana kaç ay oldu neredeyse. Şehirdeki yerlileri bilemem ama köyden şehre geçen bir âlem oluyor. Sabri'nin oğlu da gitti. Delikanlılar bir bir gidiyorlar şehre… Giden de gelmiyor… Aramıyorlar bile… “Kanları kaynıyor gençlerin, sıkılıyorlar köyden” dedi bu sefer Hacer... Muhtar oturduğu yerden tütünü sarıp sigara yaptı. Ağaç ağızlığa taktı, birkaç nefes alıp üfledikten sonra ellerini kafasında dolaştırmaya başladı. Bu muhtarında garip âdetiydi, düşününce eli sabit durmaz, saçı seyrek kafasında dolandırırdı… ''Ama derim ki ben gene de bir iki sene kalırlar sonra elbet geri geleceklerdir. Neymiş öyle tıraşlı saçları uzamış kirpi gibi havaya dikmişler. Şöyle bir şey sürüyorlar kafalarına sanki motorlara sürdüğümüz gres yağlarına benziyor…” DEVAMI YARIN  
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.