Babama yine borçlu kaldım...

A -
A +
 “Elimden geldiğince yardım etmeliydim babama. Başka çaresi yoktu; yüreğimi susturmanın.”   Köydeki çocukluğumla ilgili hatıramı anlatmaya bugün de devam ediyorum... Sabah serinliğinde yürümenin güzel olduğunu, tecrübelerimden bilirdim zaten. Güneş, özellikle kış mevsimi güzeldir. İçini ısıtır insanın. Ya haziran, temmuz ve ağustosta? Hele Antalya ve Manavgat’taysanız! Hele hele güneşin bağrında yürümek zorundaysanız! Bir de üzerinizde yük var ve ağaç yoksa hiç çevrenizde?  Hem benim kitap, defter dolu bavulumu, hem kendi heybesini taşıyan babam, güneşle birlikte boncuk boncuk terlemeye de başlamıştı. Onun yerine koydum da kendimi, sızlayıp durdu yüreğim.  Elimden geldiğince yardım etmeliydim babama. Başka çaresi yoktu; yüreğimi susturmanın.  “Heybeyi bana ver baba, biraz da ben taşıyayım” dedim. “Hayır oğlum, ağırdır; taşıyamazsın sen.”“Sen nasıl taşıyorsun? Ayrıca bavul da var sırtında.”“45 yaşında bir babayım ben. Sen henüz 12 yaşında körpe bir fidan…”“Ne olur baba ver, ben de taşıyayım biraz” diye ısrar edince; “Yormayacaksın ama kendini” deyip verdi heybeyi. Omzuma atınca anladım ki, haklıymış babam. Göründüğü gibi hafif değilmiş çünkü. Yüklenir yüklenmez çöküvereceğim sandım yere. Yiğitliğe leke sürmek istemeyip direndim. Dişimi sıkıp 150-200 metre kadar götürdüm ama gelin de bana sorun ne çektiğimi. Anladı babam, dayanma gücümün son kerteye geldiğini;  “Tamam yavrum, yeter artık. Ben dinlendim” deyip bana teşekkür ve dualar ederek aldı heybeyi omzumdan.  Onun bana değil, benim ona teşekkür ve dua etmem gerekirdi ya yapamadım. Borçlu kaldım ben yine. Bir subaşı ya da bir çeşme önünden geçtiyse yolumuz, “biraz soluklanalım” deyip durduk. Hem doya doya su içtik, hem elimizi yüzümüzü yıkayıp serinledik.  Acıkınca ne mi yaptık? Çıkınımızda olan ekmeğe tahin helvasını katık yapıp yiyerek doyurduk karnımızı. Akşam olmak üzereyken, Torosların eteğine ulaştık. Biraz yokuş tırmanınca çam ormanıyla kaplı bir tepeye vardık.  “Evet, burası iyi… Hem yorulduk, hem akşam oldu. Bu gece burada kalalım” dedi babam. Doğrusu buydu bence de. Karanlıkta nereye gidecektik? Bir el fenerimiz bile yoktu yanımızda. Uygun bir yer bulup attık kendimizi çamların altına. Oh be! Sabahtan akşama dek, onca yürüdükten sonra, ne güzel şeymiş meğer oturmak! Yaşamadan bilemez; tadını kimse onun...          Hüseyin Erkan-Dilem Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.