Sen de mi Necati Ağabey?

A -
A +

Bu dünya ayrılık dünyası. Bugün varız yarın yokuz. Duyduğumuzda kötü bir şaka gibi geliyor, tanıdıklarımızın, sevdiklerimizin dostlarımızın acı haberi. Ah Necati Yazıcı ağabey... Sen de mi bırakıp gittin bizi? Daha seninle Holding binasının önünde göz göze gelip selamlaşacaktık be abi... Tamam, görevin gereği ne sen ne de ben eskisi gibi uzun uzun konuşamayacaktık. Ama ben de hatırlıyordum her görüşmemizde yıllar öncesi gece nöbetlerimizi... Birlikte gece yarıları açtığımız çıkınları... Somun ekmeği, beyaz peynir, domatesten oluşan gece kayıntılarını... Az mı dinlemiştik o güzel hatıralarını... Az mı imrenmiştik senin prensipli hayatına... Daha dün gibi hatırlıyorum sırtında beyaz önlüğün, eski pikaj masalarının üzerine eğilip çizdiğin pikaj kağıtlarını... Hiç unutmuyorum, akşam üzeri baskıya yetiştirilecek montaj sayfalarına yardıma koşuşturmanı... Bir çocuk gibi heyecanlı fakat herkesin amiriymiş gibi, ona buna yön veren telaşını. Ah Necati ağabey cenaze namazında bulunamadım. Duymamıştım. Ama İmam efendinin "Nasıl bilirdiniz" sualine oradaki yüzlerce sevenin gibi ben de derdim ki: -"Vallahi iyi bilirim. O, gönlü hizmet aşkından başka her türlü aşka muhabbete sevgiye kapalı öylesine bir hizmet eriydi." Bilmez miyim Necati ağabey, daha İstanbul'da ilk işe başladığım seneydi. Hem de Cuma günüydü. Çünkü o gün seni görmüştüm tanımadığım kimselerin arasında. Dünyalar benim olmuştu. "Necati ağabey burdaymış" demiştim teknik servisten içeri girince. İstanbul'a yabancılığım kalmayıvermişti. Çünkü seni Samsun'dan öğrencilik yıllarımdan tanıyordum. Sevgili ağabeyin Ahmet ağabeyi ve kardeşin Salih'i, o pamuk elleri öpülesi babacığın Şükrü amcayı tanıyordum. Sen benim birdenbire hamim oluvermiştin. Kendime güvenim gelmişti seni görünce. Ve gerçekten aradan bir saat geçmeden eğilip kulağıma o sana has, tok ama kibar bir sesinle demiştin ki: -İstanbul'da ilk Cuma'n bu. Söyle hangi camiye gidelim? "Siz nasıl isterseniz abi" dediğimde de, "Haydi öyleyse Sultanahmet'e gidelim" diyerek, beni yedeğine alıp götürmüşün. Bilmez miyim Necati ağabey, iki elin kanda da olsa Allaha olan kulluk vazifeni hiç aksatmadan yerine getirirdin... Bilmez miyim Necati ağabey, Enver ağabeyle olan hoş anılarınla, teknik servisteki gece nöbetlerimizi tekdüzelikten kurtarırdın. Herkesin sana saygı duyması, herkesin senden çekinmesi; ama herkesin sana hürmet etmesindeki sır neydi bilmiyorum ama, bildiğim bir şey var ki, o dudakların yolda izde, yalnız kaldığında hep kavuştuğun Allahın adını anıyordu abi. Seni eskiden tanıyanlar biliyorlar abi. Ama yeni tanıyanlar belki o şahin bakışların, o pür dikkat hareketsiz tavırlarının anlamını çözememiş olabilirler. Hatta belki neden hep aşırı ciddiyet gösteren, neden kolay kolay gülmeyen bir insan olduğunu merak edebilirler. Ama şunu da bilirler ki, senin ağzından edebe ters düşen, insana yakışmayan, karşısındakini rencide edici bir söz çıkmaz. Belki sözlerin emir gibiydi ama o senin karakterinden kaynaklanıyordu abi. Kendini beğenmişliğinden ya da art niyetinden değil. Mekanının Cennet bahçelerinden bir bahçe olması dileğiyle, nur içinde yatman dileğiyle, geride kalan yakınlarına sabırlar dileğiyle, sen hayattayken yazmadığım ama o celaletinin sebebi olarak değerlendirdiğim şimdi aralarına katıldığın o şehit arkadaşlarınla birlikte yaşadığın aziz hatıranı kaleme alıyorum. Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.