Mesela mı örneğin mi diyelim?

A -
A +

Yazılarım, şiirlerim, kitaplarım meydandadır. Konuşmalarımı dinleyenler de görmüşlerdir: Ben Türkçe düşünen, Türkçe konuşan, Türkçe yazan bir kimseyim. Uyduruk-kaydırık kelimelere veya Öztürkçe tarzına, kendimi bildim bileli hiç, ama hiç heveslenmedim. Bana göre Türkçe başka, Öztürkçe başka bir dildir. Türkçe milletimizin dilidir. Öztürkçe, bir avuç azınlığın kekelemesi. Ben, Türkçeye sevdalı, bir adamım. Öztürkçeden ise yılan görmüş gibi kaçan biriyim. Birisi bana bir kitabın methini yaptı mı, gidip o kitabı buluyorum. Sayfalarını çevirip şurasından burasından okuyorum. Eğer o kitap uyduruk-kaydırık Öztürkçe kelimelerle yazılmışsa ve hele hele devrik cümlelerle yüklüyse tiksinerek yerine koyuyorum. Bizim konuşmalarımızda devrik cümleler elbette vardır. Mesela konuşurken: "Gittim sabahın erken saatlerinde çarşıya ben" diye söze başlarız. Ama, kalemi elimize aldığımız zaman: "Ben sabahın erken saatlerinde çarşıya gittim" diye yazarız. Devrik cümlelerle yazılmış bir makaleyi veya bir kitabı okuduğum zaman, kendimi nadasa bırakılmış bir tarlada yürüyormuşum gibi yorgun hissediyorum. Bizim nesrimizde devrik cümle yoktur. Evimdeki kütüphanemde 10 bin (on bin) kitabım var. Bu on bin kitap içerisinde Öztürkçe ile veya devrik cümlelerle yazılmış bir tek kitap yoktur. Öfkelenmemek ve iğrenmemek için, öyle kitapları kaldırır atarım. Necip Fazıl Kısakürek bir dörtlüğünde diyor ki: Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim. Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim. Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim. Allah Türk'ü korusun, yalnız bunu dilerim. Dil, elbette canlı bir varlıktır. Dile, elbette, zamanla birtakım kelimeler girer ve birtakım kelimeler çıkar. Ben bunu elbette kabul ediyorum. Ama dilimizde bin yıldan beri bulunan, kullanılan, dal-budak salan, deyimlerle, vecizelerle, atasözleriyle güzelleşen kelimeleri çıkarıp atmayı en büyük ihanetlerden biri sayıyorum. Mesela İstanbul'un şu veya bu semtinde toprağı ve göğü sımsıkı kucaklayan 500 yıllık, 1000 yıllık bir çınarı keserek yerine cılız bir kavak veya akasya dikmek nasıl bir gaflet ve ihanetse, bin yıldan beri kullanageldiğimiz bir kelimeyi çıkarıp atmak da o kadar gaflet ve ihanettir. Bu makaleyi niçin yazıyorum biliyor musunuz? Benim sevgili hemşehrilerimden bir edebiyat öğretmeni: "Türkçe ÖRNEK SÖZÜNE BU YADSIMA NEREDEN KAYNAKLANIYOR?" diye soruyor. Yadsıma, öztürkçede: ret etmek, yok saymak, tanımamak karşılığında bir kelime. Ben örnek kelimesine itiraz etmiyorum. Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan: Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü'nün 680. sayfasında şöyle bir açıklama var. Biz Türkiye Türkçesinde örnek diyoruz. Azerbaycan Türkleri: Nümune, Başkurtlar: Ölgö, ürnek, Kazaklar: Ülgi, örnek, Kırgızlar: Örnök, Özbekler: Örnek, namuna, Tatarlar: Ölgi, ürnak, Uygurlar: Örnak, ülga diyorlar. Türkmenlerde örnek kelimesi yok. Beri yandan, hiçbir Türk Cumhuriyeti'nde örneğin diye bir kelime yaşamıyor. Biz mesela yerine örneğin demeye başladık. Azerbaycan Türkleri nümüna Başkurtlar: Masalan, Kazaklar: Maselen, misali, Kırgızlar: Misalı, Özbekler: Masalan, Tatarlar: Masalan, Türkmenler: Meselem, Uygurlar: Masilan diyorlar. Hiçbir Türk Cumhuriyeti'nde örneğin kelimesi yok. Cumhuriyet Devrimize kadar bizde de yoktu. Nereden çıktı bu örneğin ucubesi? Ermenicenin orinagin kelimesinden. Kabul edelim ki örneğin kelimesi tamamen Türkçe. Pekâlâ, ben neden bin yıllık meselâ kelimesini 40 yıllık 'örneğin'e kurban edeyim?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.