Ortak değer olarak “vatan” kavramı -3-

A -
A +
Zaten vergisini verenin devlete sahipliği de “eşitlik” duygusuyla birlikte gündeme geliyordu.
Askerlik “vatan görevi” olarak kabul ediliyordu. Böylece azınlıklar da askere alınıyordu. Dolayısıyla kuruluşunda “asker millet” olan ve askerlikten başka hüner tanımayan bir milletin “askerlik” ayrıcalığı da sıradanlaşıyordu.
“Sen askersen ben de askerim” duygusu oluşuyordu…
Tanzimat Fermanı ile bir de “kanunlar her gücün üstünde olacak” deniliyordu. Bu durumda devletin “padişaha” bağlılığı konusunda bugünün anlatımıyla bir “karizma çizilmesi” olayı yaşanıyordu. Çünkü o zamana kadar devlette yönetim padişahın kudretinde idi. Böylece “baş başa, baş padişaha” bağlı geleneği ve inancı ilk yarayı, ilk darbeyi almış oluyordu.
Tanzimat Fermanı ilan edilmesi Avrupa’da demokratikleşme anlamında olumlu karşılanmıştı ama Osmanlı vatandaşı bu konuda nasıl düşünüyordu? Vatandaş derken devletin asabiyesi çerçevesinde ele alınan “Müslüman” halk ne diyordu?
Tanzimat Fermanının ilanı karşısında Osmanlı vatandaşı hayretten hayrete düşmüştü. Aslında bu kararı aldırmak da bir İngiliz siyaseti ve başarısıydı.
Bu alınan karar ne işe yaramıştı?
Osmanlı Devleti olarak hiçbir işimize yaramamıştı. Toplumdaki sıkıntının giderilmesi ve gerginliğin ortadan kaldırılması mümkün olmuş muydu?
Hayır.
Peki ne olmuştu?
Gayrimüslim vatandaşlar bu açıklamaya şüpheyle baktığı gibi Müslüman vatandaşlar da bu açıklamayı tepkiyle karşılamıştı.
Dolayısıyla koskoca imparatorluk vatandaşlarını birleştireceği, ortak değerlerde buluşturacağı yerde esasında devlet asabiyesini ortadan kaldırmış ve ilmeği kendi boynuna geçirmişti.
Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra halk arasında yaşanan bu gerginlik tarihe şöyle geçmişti:
“Bundan sonra gâvura gâvur diyemeyecek miyiz?”
Sonuç olarak Tanzimat Fermanı, bizim kendi iç dinamiklerimizin akıl ettiği bir çözüm olarak değil, bizi yönlendiren dış dinamiklerin etkisinde kalınarak ve biraz da mecburiyet içerisinde alınan bir karardı.
“Ne getirir ne götürür?” üzerinde doğru dürüst tartışılma bile yapılmadan alınmış talihsiz bir karardır. Bu kararla birlikte ülkede nice trajikomik olaylar yaşandığı gibi siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda da ülke perişan olmuştur.
 
 
 
ŞİİR
 
             Değil
 
Ebet diyarına seferimiz var,
Mekân-ı aslimiz burası değil.
Misafirhanedir mademki dünya,
Kervan yola düşmüş durası değil.
 
Neleri öğütmüş günler geceler.
Bu âleme gelmiş gitmiş niceler,
Mezarlarda taşa düşmüş heceler.
Baki mekân belli ki burası değil.
 
Mahlûkat içinde müstesna yerin,
Ahirete dönük olsun işlerin,
Tut emrini yüce Peygamberinin,
Faydasız amelin sırası değil.
 
Namaz ile ömrün bereket bulsun,
Gönül evin Rabbin aşkıyla dolsun.
Ağa olsun paşa olsun bey olsun,
İmansız Cennete giresi değil.
 
        İbrahim Sağıroğlu-Eskişehir
 
 
UNUTULMAZ KELİMELER
 
DERGÂH: Kelime olarak kapı önü anlamındadır. Bir iş için herkesin müracaat ettiği umumi genel kapı olarak da söylenebilir. Farsça bir kelime olan dergâh, değişik anlamlarda kullanılmıştır. Allahü teâlâya nispeti mecazidir. Sonuna ilâhî eklenerek Dergâh-ı ilâhî şeklinde de söylenir. Eskiden padişah ve devlet ileri gelenlerinin saraylarına da dergâh denilirdi. Bilhassa padişahlarınki “dergâh-ı âlî, dergâh-ı muallâ (büyük kapı)” gibi hürmet ifadeleri ile söylenirdi. Ayrıca İslâm tarihinde tarikat mensubu şeyhlerle, onlara mensup (bağlı) talebelerin ders gördüğü, ikamet ettiği, kaldığı yerlere de dergâh denirdi. İslamiyet’in öğretilmesinde ve yayılmasında medreselerin yanında dergâhlar mühim hizmetler görmüştür. Dergâhlar, câmi ve medreselerle yan yana, hatta aynı çatı altında bu üçü beraber olarak da bulunmuştur. Günümüzde bu anlamda dergâh yoktur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.