Hekimin birinci görevi

A -
A +
Muayenehane açtığı zaman 1960’lı yıllardı... O yıllarda insanlık inanın bir başka güzeldi. Hastaların doktora karşı saygılı tutumu, üzerlerindeki efendilik, unutulmayacak güzellikteydi.
Doktor gerektiği bir zaman cerrahi endikasyon kararını bildirdiğinde hastamın yüzünde şüphe ve endişe oluşmazdı. Günümüzde olduğu gibi “Nasıl olacak, sonuç ne olacak? Ya şöyle olursa, ya böyle olursa” gibi türlü sorularla hekim bunaltılmazdı.
“Siz nasıl düşünüyorsanız öyle yapın doktor bey” deyişlerinde ayrı bir güzellik, ayrı bir teslimiyet vardı.
Hekim de hekim olarak onların sağlığını kendi canından üstün tutardı...
Bir gün, ağzından burnundan kan gelen ve kan kaybından sapsarı, hatta bembeyaz olmuş bir hasta getirdiler.
İki üç gündür kanama olmasına rağmen evinde tek başına yatıyormuş. Ziyarete giden komşuları onu bu hâlde görünce şaşırmışlar:
“Niçin bize bildirmedin?”
“Ne bileyim, geçer diye bekledim.”
Bunu söylerken “doktora gidecek param mı var?” diyemediği belli oluyormuş. O dönemlerde komşuluk vardı. Mahalleden bir kimse bir iki gün ortalarda görünmeyince komşular merak eder arar sorardı. Bugün kapı komşunuz ölse günlerce haberiniz olmaz. Hele de büyükşehirlerde... Apartmana yayılan ağır koku sebebiyle polise haber verilince öldüğü anlaşılan komşu haberlerini az mı duyuyoruz?
Komşuları kanamalı hastayı hemen alıp doktora getirmişler. Burnun içini muayene ettiğinde kanayan bir damar görmüyor hekim. Genzini araştırırken bir de bakıyor ki bir sülük yapışmış. Hâlen de hareket hâlinde, canlı. O zamanlar halkın büyük çoğunluğu civar köy ve kasabalarda pınarların, derelerin suyunu içiyorlardı.
Tabii bazen bu sularda var olan sülük, daha mini minnacıkken genze, boğaza yapışıyor orada kan emerek hem semiriyor hem hastada önlenemez kanamalara sebep oluyordu.
Uzmanlığını Ankara’da yaparken hiç sülük yutmuş bir kimseye rastlamamıştı. Bu hasta karşılaştığı ilk vakaydı. Ama daha sonra bu tür vakalarla çok karşılaşmıştı.
Bu hasta ise sadece parasızlıktan dolayı doktora gitmekten çekiniyordu. Bunu öğrenince çevresindekilerden yeminli söz aldı: Böyle hâllerde kim olursa olsun para düşünmeden bana getireceksiniz, tamam mı? Çünkü hekimin birinci görevi hastaya hizmettir. Hiçbir maddi karşılık beklemeden bu göreve odaklanmasıdır. Bu ahlak hekim için bir ibadet gibi kutsaldır.
          Taha Kiriş-Ankara
 
 
ŞİİR
 
             Elâzığ depremi
 
İki bin yirmi yılı, aylardan ise ocak,
Ayın yirmi dördü günlerden cuma,
Bir deprem oldu bu akşam Elazığ’da,
Salladıkça sallıyor sonu ne olacak?
 
Yeni yıla daha yeni girmiştik,
“Bu yıl güzel olacak” demiştik,
Depremle yattık, depremle kalktık,
Rengimiz sarardı hep beraber uyarıldık,
 
Hava soğuk insanlar ise çaresiz,
Salladıkça sallıyor artçılar bile firesiz,
İnsanlar yardım bekliyor, Elâzığ ağlıyor,
Rabbim yardım et bu güzel vatana.
 
Binalar yıkıldı, evlatlar, analar, babalar,
Herkes hüzünlü, gözlerde yaşlar,
Bir umut kurtarılmayı bekliyorlar,
Rabbim yardım et bu güzel vatana.
 
Elazığ doğuda şirin ve güzel memleket,
Devletimiz milletimiz el ele bereket,
Bugünler de geçecek eskilerde kalacak,
Rabbim yardım et bu güzel vatana.
 
Büyük bir imtihan, gerçekten sabır istiyor,
Dünya bu fâni, bunu herkes biliyor,
Devletimiz yetişti yaramızı sarıyor
Rabbim yardım et bu güzel vatana.
                            Mücahit Demirci
 
 
 
 
KISA... KISA...
 
Cevapsız çağrı!
 
Söylüyorum ama kime söylüyorum! Sesini duyuran ama ulaştıramayan insanın feryat cümlesi galiba bu... Çağımızın vebası iletişimsizlik midir bunun açıklaması, yoksa hatibin muhatabına ulaşamayışı mı? Bir sistem mi çöktü üstümüze, bir sistemin üstüne mi çöktük göz göre göre?
Dilde filizlenen, dimağlarda çiçek açmıyor, soluyorsa bir de...
Fikirden fikre köprüler, zamane dehlizlerine yeniliyorsa... Yıkım yıkım yükselen insaniyet binası hangi mimariyi ifadeye çabalamakta?
Anlatan, anlaşılmadan bir boşluğu doldurmaya daha ne kadar sabredebilir? Dinleyen, dinlendirilmeyen bir hedef tahtası olmaktan ne derece razı? Tek yönlü dalgalar kusan bir beyin, dilini yutmayı yeğler belki de... Geri dönüşler alamayan hangi üretim açık bir sistem olmayı iddia edecek?
Bir yüklük gibi yorgan yorgan üstü örtülen alıcılar (öğrenci, evlat, çırak... İnsan yahu!)
İstiap haddi dolana kadar geçirdiği suskun evreyi haykırışa dönüştürdüğünde bu cerahati yıkamaya su yeter mi? Dilleri sıvama zamanı geldi mi, ne dersiniz?
              Tolga Daver
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.