Yolculuğun ince çizgisi

A -
A +
Montaigne'in de dediği gibi "Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınabilen, sonunda zevk getirecek acılara da dayanabilen insan mutlu ve başarılıdır."
Ayın 15'i karanlıksa 15'i de aydınlıktır elbet. Sabaha ermeyen gece yoktur… Bir yola koyulduğunda karanlık göstermez kimi vakit etrafı sana. Niteliği mukteza yeise düşürür gibi ürkütücü görünür belli belirsiz. Hâlbuki yalnızca görme kabiliyetini almıştır bir müddetliğine senden, tıpkı fazla ışığa daldığında net göremediğin gibi. Kıskanıyordur seni, aşikâre sürekli aydınlığı tercihinden. Düşündürmek istiyordur sadece; görüyor sandığın o kaçışlarından. Ya da karanlığa karşı varoluşunu hissetmek istiyordur bilinmez, kendi derin kuyularına çekmemek için.
O süre zarfında feraha, bizzat yoluna devam etmek için elinden gelenin daha fazlasını yapmaya çaba gösterirsin elbet mücadele üzerine kurulmuş bu döngüde. Herhangi bir şeyin daima üstün geldiği, kazandığı hiç kaybetmediği görülmediği gibi ufacık bir ışığı görene değin durmaksızın ilerlersin küçük veya büyük adımlarla. Gece uçuşunda piste yaklaşan bir pilot gibi hissedersin karşılaşacağın ışıltıları. Ancak aydınlığa kavuştuğunda sonlandırmazsın bu yolculuğu. Çünkü hayal yolculuğudur bunun adı uçsuz bucaksız, mavinin derinliklerinde kaybolacağın.
Genellikle anlaşılmazdır karanlığın kıymeti. Aslında odur sana aydınlığı yakalatan. Bir müddetliğine anlamadan kazanıp destek aldığın gölgen olarak hiç unutulmaz bir yol çizendir sana, hayatını şekillendiren.
Bu evrende her gecenin bir şafağı var olduğu gibi bir müddetliğinedir evet bu karanlık macerası… Zira fazlası tabiatına uymaz dünyada insanın. Bu sebepledir ki insan kendisine öyle bir hayal âlemi çizmelidir ki yolun sonu gibi görünen aydınlık onu korkutmasın. Herkesin, ortasında ilerlediği o incecik saydam çizgi arasında düşünebilmenin verdiği güçle sonsuzluğa kavuşacağının inancıyla yaşasın ama yaşasın...
Bilahare yapılacak tek doğru yolu gösterir karanlık. İşte tam da bu yüzden karanlıkta kaybolup boğulmaktansa keyif duyarak nefes almayı, yolunu bulmayı tercih etmelidir insan.
Kim daha çok ayak direrse değil, kendini kaybetmez ise galip gelir, çıkar mütekabil dost olduğu zifiri karanlıktan gözlerini kısmadan...
            Merve Tekin
 
 
ŞİİR
 
             Bundan sonra
 
“Malın mülkün var mı?” diye sordular:
“Var kabul edelim, farazî” dedim.
“Kârun gibi niceleri vardılar,
Önlerine kondu terazi” dedim.
 
Gülümsedi biri, biraz da pişkin:
“Bizler de değiliz servete düşkün,
Fena mı olurdu olsa bir köşkün?”
“Doymayan göz bence marazî” dedim.
 
“Neyin var neyin yok üst üste vursan,
Bir şey var alınmaz, hepsini versen,
Beş kuruşsuz bir köşk yapmak istersen,
Gönüldür en güzel arazî” dedim.
 
Tam sohbet biterken birisi yine:
“Kimsin nesin?” diye seslendi bana:
“Osman Ercan idi kırk dokuz sene,
Gayri bundan böyle İcazî” dedim.
 
             İcazî (Osman Ercan)
 
 
ENTERESAN BİLGİLER
 
İslamiyet’ten Sonraki Türk Edebiyatı: İslâmî devir içinde Türk edebiyatı ilk mahsullerini 9. asrın ikinci yarısında vermeye başlamıştır. Bunlar içinde ilk büyük eser olarak Balasagunlu Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i görülür. İkinci olarak Kaşgarlı Mahmûd’un Dîvânü Lügâti’t-Türk’ü yine aynı devrin eseri olmakla birlikte İslâmiyet öncesi Türklükten çeşitli manzumeler, atasözleri vs. gibi türlü metinlere yer vermektedir. Kaşgarlı'nın eseri her yönüyle zenginlik gösterir. Türk dilinden, Türk boylarına, Türk töre ve âdetlerine, gelenek göreneklerine ve coğrafyasına geniş yer ayırır. Kutadgu Bilig ise cemiyet hayatını ele almakla birlikte daha çok bir siyaset kitabı durumundadır. Her iki eser de Hâkâniye Türkçesiyle yazılmıştır. Fakat Kaşgarlı Mahmûd, Hâkâniye Şîvesinin yanında ikinci bir edebî şîve olarak Oğuz Türk Şîvesine yer vermektedir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.