Rüzgârın önünde savrulurken…

A -
A +
Hayat, rüzgârın akışında dalgalı dalgalı giden yaprak gibidir. Hiçbir dalda kalamazsın. Ya da akarsu üzerindeki saman çöpü gibi… İstesen de sürüklenmekten kurtulamazsın…
Bir yanımız kalmak istese de gitmemek elde değildir. Büyük mecburiyet der eskiler bu gidişe.. Hayat da aslında mevsimler gibidir değil mi? İlkbahar gençliğin yeşilin tazeliğin mevsimidir.. Yaz olgunluğun, tatlılığın mevsimidir. Sonbahar yavaş yavaş solmanın yaprakların yerlere düşmesi ve savrulması zamanıdır. Kış mevsimi de hayatın bitkinin canlının tamam olması zamanıdır.
İnsanın da hayatında bu dört mevsimi yaşaması mukadderdir… Mesele gitmeyi bilmektir. Gitmek için hazır olmayı görmektir. Yolcusun lakin hiçbir azığın yok aslında. Yanına aldıkların pazarcının elinde kalan ürün hesabıdır, kim bilir!
Bu noktada insana kalan bir tek şeydir. Kulluk evet kulluk! Peki kul nasıl olunur? Cevabı benim vermem mümkün değil. Cevap verenlerin en güzellerinden İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratmasıyla var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız!”
Asrımızdaki teknoloji, maddi imkânlar, eşyanın çokluğu insanı kendinden uzak kılmaktadır. Bu bir dezavantaj gibi gözüküyor. Lakin maddenin bu kadar izlenebilir hâle gelmesi tuzak oluşunu da aşikâr kılmaktadır. Tam da bu noktada Müslümanlara düşen madde-insan ilişkisini doğru tanımlamaktır. Küresel sistem, her koldan tüketim toplumu yapmak için saldırıyor. Amaçları herkesi kendilerine bağımlı kılmak… Kendi emelleri adına bir başarıları da var. Bunu yıkmak hiç zor değildir. Sıkıntılı nokta, birey olarak iyi veya kötü her şeyi yaşama fırsatı sunuluyor. Fakat mesele topluma şuurlu birey olmayı anlatabilmek… Bu ise kurumsal anlamda bile zor iken bireysel olarak imkânsız gibi bir şey… Eğer bu anlamda devletimiz bu şuuru yakalarsa ciddi bir çıkış olabilir. Aksi durumda işler sonraki nesiller için zor gözüküyor.
           Fatih Toprak-Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
 
 
 
ŞİİR
 
          Vurmayın!
 
Bir kuş olmak istersin bazen
Uçmak istersin
Minicik kanatlarınla
Kocaman kırlara
 
Özgürlüğe,
Yeşilliğe,
Doğaya,
Uçmak istersin bazen…
 
Konarsın bir ağaca
Seyredersin yeşilliği
Kırları, doğayı
Sonra biri gelir birden
Bir cani,
Sevgisiz ve duygusuz
 
Doldurur tüfeğini
Çeker tetiği, vurur seni.
Bir şok geçirirsin aniden
Etrafın kan içinde…
 
O minicik kanatların
O kocaman kırlara
O yeşilliğe, ormana doğru
Çırpamaz artık
Uçamazsın özgürlüğe...
 
        Turan Habil Koçak-Mersin
 
 
 
UNUTULMUŞ KÜLTÜRLERİMİZ
 
ÇÖMLEKÇİLİK: Çömlek özlü bir çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara dökülerek biçimlendirilen ve fırında pişirilerek sırlanan veya sırlanmadan yapılan toprak çanak. Çömlek, testi, vazo, küp yapma sanatı.
Beyaz topraktan yapılarak üstü sırlanan çiniler, çömlekçilik sanatına girmezler. Bunları yapmak sanatına çinicilik denir. Eski tekniğe göre çömlekçi çamurunun hazırlanışı ve şekil verilmesi, akarsu yataklarından veya kil toprağının üstündeki özlü çamur süzülerek, içindeki çakıl taşı parçaları alındıktan sonra taşla veya tahta tokmakla dövülerek yapılırdı. Yeni usullere göre, kil bol su içinde ıslatılarak sıvılaştırılır, süzülür. Süzülen bu sulu çamur belirli bir kıvama gelinceye kadar kurutulduktan sonra elle işlenerek biçimlendirilir. Son zamanlarda ise balçık, kalıplara dökülerek kullanılmaktadır.
Günümüzde çömlekçiliğin eski önemi kalmamıştır. Anadolu’da bazı yörelerde bazı tip çömlekler tek tük kullanılmaktadır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.