Vatan türkümüzün yüzüncü yılı -1-

A -
A +
Tam yüz yıl önce "Milli Marş" olarak kabul edilen İstiklal Marşı'mız bir bakıma bizim "Vatan Türkümüz"dür. Biz Türk’üz türkü söyleriz. Vatan türküsü olarak da İstiklal Marşı'mızı söyler, okur ve okuturuz. Küllerinden doğmuş bir milletin yedi düvele karşı yaptığı kurtuluş mücadelesinin en şairane ifadesidir İstiklal Marşı.
Millî mücadele döneminde milletimiz nasıl kanlarıyla bir zafer destanı yazdıysa aynı onun gibi "Millî Şair"imiz Mehmet Akif Ersoy da muhteşem kelimeleriyle İstiklal Marşı'mızı yazmıştır. Bu marşın her kelimesi hiçbir menfaat beklemeden, samimi bir ruhla yazılmıştır. Yazılma hikâyesi kısaca şöyledir:
23 Nisan 1920’de TBMM'nin açılmasıyla Türk halkı kendi bağımsız hükûmetine kavuştu. Bu hükûmet kuruluşunun ilk 6-7 ayı içinde bir 'millî marş'a ihtiyaç duymuştur. Bunun üzerine Millî Eğitim Bakanlığı, İstiklal Marşı için bir yarışma açtı ve birinciye para ödülü verileceğini ilan etti. Bu yarışmaya 724 şairin katıldığını Eşref Edip kitabında yazdı...
Gelen şiirler incelendiğinde hiçbirinin istenilen marş için yeterli olmadığı düşünülüyordu. Son şiir gönderme tarihi 23 Aralık 1920 idi. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’nin dikkatini Mehmet Akif’in yarışmaya katılmamış olması çekmiştir. İşi soruşturmuş ve Mehmet Akif’in para ödülü konulması nedeniyle katılmadığını öğrenmiştir. Sonra kendisine bir mektup yazarak ödül konusunun uygun bir tarzda çözümlenebileceğini bildirmiş ve yarışmaya katılmasını istemiştir. Bunun üzerine Mehmet Akif, şimdi müze olan Tacettin Dergâhı'ndaki odasında marşı yazmaya başladı...
5 Şubat tarihinde gelen mektupla başlanan yazma süreci 16 Şubat'ta tamamlandı ve İstiklal Marşı kahraman ordumuza ithaf edildi. 1 Mart tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi tarafından milletvekillerinin alkışları arasında defalarca okunmuş ve tüm takdirleri toplamıştır. 12 Mart 1921 tarihinde yani bundan yüz yıl önce Milli Marş olarak İstiklal Marşı kabul edildi. Ve o gün bugündür tüm milletimizce büyük bir coşkuyla ve gururla okunmaktadır.
      Cüneyt Aybey-Turgutlu/Manisa
 
 
 
ŞİİR
 
                Çorum’da...
 
Büyük anneye ebe, Küçük çocuğa bebe,
Hamileye gebe, derler Çorum’da.
 
Güneşsiz yere güz, utanmaz surata yüz,
Güvenilir lafa söz, derler Çorum’da.
 
Sıcak günler için yaz, aptal olanlara kaz,
Karadenizliye Laz, derler Çorum’da.
 
İnce oduna çalı, gecekonduya yalı(!),
Reçele oğul balı, derler Çorum’da.
 
Yağsız yoğurda katık, kızgına kaşı çatık,
İflas etmişe batık, derler Çorum’da
 
Tahta küreğe yaba, kalın cekete aba,
İnce kazağa çapa, derler Çorum’da.
 
Yavru kömüşe malak, tarla dibine kulak,
Boyun bağına dolak, derler Çorum’da.
 
Tümseğe, tepeye kaş, kurumuş peynire keş.
Öküzün tekine eş, derler Çorum’da
 
Ödeşme işine fit, sahipsiz köpeğe it,
Delikanlıya yiğit, derler Çorum’da
 
Pişmiş peynire kuymak, kârlı işlere kaymak,
Sözden dönüşe caymak, derler  Çorum’da
 
Küçücüğe gücümcük, birazcığa bicimcik
Süslü miskete cıncık, derler Çorum’da
 
Ceylanın adı elik, kulübe için kelik.
Yağsız peynire çökelik derler Çorum’da
 
Tavuk kümesine pinnik, ince tüle cibinlik,
Mezarlığa mezellik derler Çorum’da.
 
                      M. Ali Demirbaş
 
 
 
 
KISA… KISA…
 
Sebepsiz​...
 
Sebepsizdi, bir anlam veremedim böyle olmasına. Bir sebep aradım yıllarca, neden böyle oldu diye. Vakit kaybettim sebep ararken, yoruldum aynı zamanda. Gerçekten hiçbir sebep yoktu, her şey iyi gidiyordu, sonra birden tepetaklak oldu. Her şey tepetaklak iken hâlâ sebep aramaya devam ettim. Ama yoktu, hiçbir sebep yoktu böyle olması için. Sonra fark ettim, sebebe gerek yoktu, böyle olmalıydı. Hayatta her şeyin bir sebebi olmadığını fark ettim sonra; kazandıklarımızın, kaybettiklerimizin, başımıza gelenlerin...
Sebep aramakla vakit kaybetmenin de anlamı yoktu. İnsan doğası gereği hep sebep arardı zaten, suçu yıkacak bir şey arardı hep ama fark edemezdi gözünün önündekini. Başına gelenlerin sebebi insanın ta kendisiydi, kaybettikleri, istemediği zaferleri, sıkıntıları... Hepsinin tek sebebi kendisiydi kişinin, oysa sebep aramaya devam etti, biliyordu aslında sebebin kendisi olduğunu ama ağırına gidiyordu bunu kabullenmek, her şeyin sorumlusu olmak, onun için kabul etmiyordu, belki de sebepsizdi.
  Enes Babayiğit
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.