Erdoğan’ın istediği kadro

A -
A +
AK Parti iktidarında acı gerçekle ilk ağır yüzleşme Gezi olmuştu.
Sonra 17/25 Aralık…
Bir sağdan, bir soldan…
Ha muhafazakâr, ha ateist…
Devlet olarak sahip çıkmadığımız gençlik, vatan haini olarak karşımıza dikilmişti.
Üstelik hiçbir kutsalı, geleneği, devletine-milletine bağımlılığı olmadan…
Anladık ki, bizim bahçeyi başkaları sürmüş, mahsulü de onlar toplamıştı.
Erdoğan, geçenlerde “14 yıldır siyasi iktidardayız ama sosyal ve kültürel alanda yokuz. Medya, sinema, bilim, hukuk gibi pek çok etken noktada, ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişiler bulunuyor” dedi.
Çok doğru…
İyi ama çözüm ne?
Daha da önemlisi, bundan sonraki nesilleri nasıl yetiştireceğiz?
Tehlike sadece Batı’nın fikirlerinden etkilenenler ya da onların emrine girenler mi?
Osmanlı’ya karşı İngilizlerin Orta Doğu’ya ektiği bozuk akımlardan etkilenen gençlerimiz, yüzde yüz yerli ve millî olabilir mi mesela…
Zannım o ki, Seyit Ahmet Arvasi Hoca’nın KENDİNİ ARAYAN İNSAN kitabını okumanın tam zamanı…
 
 
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?
  • Ortada darbe gecesi kabak gibi görüntüsü bulunan FETÖ’cüler bile “Valla biz yapmadık” diye dalga geçebiliyor.
  • CNN Türk’ün ‘cici kız’ olarak yutturmaya çalıştığı terörist, PKK için çatışırken ölüyor. 40 senedir PKK belasıyla uğraşan bu ülkede, birileri, o teröristi ‘özgürlük savaşçısı’ ilan etmeye kalkışabiliyor.
  • Rakka için PYD ve ABD’nin DEAŞ’la pazarlık yaptığı ortaya çıkıyor. Trump’ın “DEAŞ’ı CIA kurdu” itirafı dolaylı doğrulanmış oluyor. Fakat içimizdeki teröristler hâlâ “Türkiye DEAŞ’a yardım etti” yalanını sürdürmeye çalışabiliyor.
  • 13 şehidimizin yasını tuttuğumuz bir günde, hem de ülkemizin başkentinde, üniversiteye asılan Türk bayrağı ve şehitlerimizin listesi, terör örgütü yandaşlarının saldırısına uğrayabiliyor. Aynı yüzsüzler, hak ettikleri cevabı aldıklarında da ‘oruç tutmadığımız için saldırdılar’ diyebiliyor.
  • Birilerinin ‘basın özgürlüğü’ kılıfıyla korumaya çalıştığı terör medyası, şehitlerimiz için ‘Katiller Paramparça’ manşeti atabiliyor.
  • Başta Alman vakıfları olmak üzere, bu yapıların Türkiye’de ne filmler çevirdiğini herkes çok iyi biliyor ama onlar çalışmaya devam edebiliyor.
  • Daha da kötüsü, ülkemizde bazı siyasiler, yukarıda saydıklarımı savunabiliyor.
Toplum olarak hâlâ tımarhanelik olmamışsak, bunu binlerce yıldır her türlü ihanete, ayak oyununa şerbetli olmamıza borçluyuz galiba…
 
 
Her şehit haberi aldığımda…
 
90’ların başıydı.
Turhal’da lisede okuyor, okuldan kalan zamanlarımda da haber kovalıyordum.
Afili meslekti, yolumu çizmiştim.
Bir de mahalleden arkadaşım vardı.
Salih…
O da rotayı belirlemiş, asker olmayı seçmişti.
93 yazıydı.
Memlekete izne gelmiş, büroya ziyaretime uğramıştı.
Sohbet, “Gardaşım, bizim de haberimizi yap da meşhur olalım”a geldi.
Bu, her gazeteci gibi, çok sık duyduğum bir cümleydi.
“Önce sen haber olacak bir şey yapıver” dedim.
Güldük, limonatalarımızı içtik, uzunca bir muhabbetten sonra vedalaştık.
Bir yıl sonra Tokat’taydım.
Telsizden şehit cenazesi geleceğini öğrendim, makinemi hazırladım.
O zamanlar internet, sosyal medya yok.
Dolayısıyla ulaşabildiğimiz bilgi sınırlı.
Vakit gelince avludaki yerimi aldım.
Şehidin cenazesi musallada…
Henüz fotoğrafını koymamışlar.
Çok kısa süre sonra kalabalık arasında tanıdık simalar ilişti gözüme…
Hemen yanlarına gittim.
Salih’in babası, kardeşi iki gözü iki çeşme…
“Başınız sağ olsun, tanıdığınız biri miydi?” diye sorduğumu hatırlıyorum.
Ne gaflet…
İnsan konduramıyor…
Konduramadığımız için de aklımız bizimle oyun oynuyor …
Babasının “Bu Salih ya!” diye parmağının ucuyla tabutu göstermesi,
Sonra tabutun önüne konulan fotoğrafı fark etmem,
Ve bir anda oraya çöküp kalmam…
Salih Ağca…
Mekanı cennet olsun…
Pırıl pırıl bir genç, kaya gibi dosttu.
Bana meslek hayatımın en zor işlerinden birini yaptırsa da, O’na verilmiş bir sözüm vardı.
Salih’in cenaze töreni, meslekte yazdığım en zor haberlerden biri oldu.
Şimdi memleketten ne zaman şehit haberi gelse, Salih gelir aklıma…
Helikopter şehidimiz, Tümgeneral Aydoğan Aydın gibi…
Kato kahramanı komutanımızın hemşehrim olduğunu da şehadeti sonrası öğrendim.
Yine Salih’i hatırladım.
1994 Salih Ağca,
2017, ‘Asker Aydoğan’ paşa…
Ne kahpeler bitiyor, ne kahramanlar…
Nasıl diyordu yiğit generalimiz;
Soğuk namlular elimizde, yürüyorken dağlara…
Şehitlerden selam geldi, savaşan tüm sağlara.
Uzaklarım yakınlaştı, inancımla, davamla…
Uyan Hanke geliyorum, heybetimle havamla.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.