Depremden kaçarken…

A -
A +
Ne büyük yıkımdı…
Denizin yuttuğu binalar…
Enkaz altlarından günlerce kesilmeyen çığlıklar.
Her 17 Ağustos’ta gözümün önüne gelen bir görüntüdür…
Televizyon muhabirinin uzattığı mikrofona “Beni kurtarın” diye feryat eden kadının haykırışları.
Ve sonra o kadının ruhunu teslim ettiği haberi, nasıl bir çaresizlik içinde olduğumuzun göstergesiydi.
Geçenlerde bir başka öyküyü dinledim, hiç değilse duaya vesile olsun diye paylaşmak istedim.
             ***
İlyas Şahin…
Aslen Vanlıydı.
33 yaşında pırıl pırıl bir akademisyendi.
İki oğlu vardı.
Büyüğü Ahmet henüz 5 yaşındaydı.
Öyle seviyordu ki O’nu, iş dışında bir an olsun yanından ayırmazdı.
             ***
Depremden kaçarken…
Yaptığı işe gelince…
Bolu İzzet Baysal Üniversitesi yeni kurulmuştu.
Şimdiyi bilmem ama, o yıllarda teknik daire başkanlığı diye bir şey vardı.
Buranın görevi, binaların teknik analizini yapmak ve risk varsa uyarmaktı.
Memleketi Van’daki Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde bu görevi yürüten İlyas Şahin’e İzzet Baysal Üniversitesi kapı aralayınca hiç düşünmedi.
Ailesine “Van’da çok deprem oluyor. Biz en iyisi gidelim” dedi.
Eşi zaten Düzceliydi…
Üstelik okuduğu yerdi, dostu, tanıdığı çoktu, hiç yabancılık çekmezdi.
Tereddütsüz Düzce’ye yerleşti.
Okul yıllarından tanıdığı bir ağabeyi, çok sevdiği genç akademisyene Düzce merkezdeki evini teklif etti.
İçine sinmese de bu iyiliği reddetmedi.
İkisi de ne bilsin 17 Ağustos diye bir felaketin üzerlerine geldiğini!..
             ***
16 Ağustos, yani depremden bir gün önce İlyas Şahin’in misafirleri vardı.
Ağabeyi, ailesiyle Van’dan İstanbul’a giderken Düzce’ye uğramış, o gece konaklayıp, sabah erkenden tekrar yola koyulmayı planlamıştı.
Sonrasını tahmin etmişsinizdir…
Gece 03.02’de 7,4 büyüklüğündeki Marmara depremi oldu.
Yıkılanlar arasında durumu en kötü olanlardan biri Şahin ailesinin oturduğu binaydı.
O evden sadece, gardırop ile yatak arasında boş bir alana sıkışan İlyas Şahin’in eşi ile küçük oğlu Abdullah sağ kurtuldu.
Genç akademisyen ile beş yaşındaki büyük oğlu Ahmet’in cansız bedenleri, enkaz altında birbirlerine sımsıkı sarılmış hâlde bulundu.
Aynı şekilde ağabeyi, yengesi ve yeğeninin de cenazelerine ulaşıldı.
             ***
Kader işte…
Van’da korktukları, Düzce’de başlarına gelmişti.
Takdir oydu ki, işi çürük binaları incelemek olan bir akademisyen, öyle bir binada şehadete yürümenin önüne geçemeyecekti.
Ecel, ağabeyi ve ailesini de o gece aynı binaya getirmişti.
17 Ağustos’ta kaybettiğimiz 18 bin insanımızdan geriye işte böyle acı anekdotlar kaldı.
Üç ay sonra Düzce’de ikinci büyük deprem oldu biliyorsunuz.
12 Kasım’daki 7,2’lik ikinci depremde 710 can daha yitti.
Rabbim, hepsine rahmet eylesin.
Bu tür felaketlerde imanı olanların, şehit olarak öleceği müjdeleniyor.
Fakat sadece ‘kader’ deyip geçmemek, tedbir almak gerekiyor.
Bunca acı tecrübeye rağmen, devletin kentsel dönüşüm gayretinin, bina sahiplerinin daha fazla rant kapma hırsına kurban gitmesi ise insanın kanını donduruyor.
Bu cehalete son vermek için illa yeni felaketlerin yaşanması, yine toplu can kayıplarının olması mı gerekiyor?
17 Ağustos’tan bile ders çıkarmayana artık ne denilebilir ki…
İnsanın aklı havsalası almıyor.
             ***
Bilvesile, gençlik yıllarından itibaren gazetemize büyük hizmetleri ve emekleri dokunmuş İlyas Şahin ağabeyimize, biricik evladı Ahmet’e ve diğer yakınlarına dualarınızı istirham ederim.
Geride bıraktığı eşine, şimdi gencecik bir delikanlı olan oğlu Abdullah’a ve bütün aile fertlerine tekrar başsağlığı dilerim.
 
 
 
**************
Depremden kaçarken…
İmran Han’ın ‘One Minute’ı ve Keşmir
 
Geçtiğimiz haziran başıydı.
Pakistan Başbakanı İmran Han, İslam İşbirliği Teşkilatı için Suudi Arabistan’a gitti.
Karşılama merasimi sırasında Suudi Kral ve veliaht prense parmağını sallayarak bir şeyler söyledi.
Ne dediği dünyada merak uyandırdı.
Kameraların uzaktan çekebildiği diyalogda, Suudi yönetimine başta Filistin meselesi olmak üzere, ABD ve İsrail’e verdikleri destekten dolayı tepki gösterdiği anlaşıldı.
Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başbakan olduğu dönem Davos’ta yaptığı ‘one minute’ benzeri bir çıkıştı.
Görüntüyü görür görmez “Bakalım nasıl karşılık verecekler?” demiştim ki, cevap gecikmedi.
Pakistan, bu olayın üzerinden henüz bir ay geçmişken, Hindistan’la savaş noktasına geldi.
Sebebi, emperyalistlerin ‘yarın lazım olur’ taktiğiyle iki ülke arasında problemli olarak ortada bıraktırdıkları Keşmir.
Hindistan, yarım asırdır ortada duran anlaşmaya rağmen, sürpriz şekilde Keşmir’i yutma hamlesi başlattı.
Bölgeye özel statü tanıyan maddeyi iptal etme kararı sonrası iki ülke savaşın eşiğine geldi.
Bu mevzuya derinlemesine girmeyeceğim ama içimizdeki romantik avanaklara buradan vereceğim bir mesaj var.
Pakistan’da şimdi birileri çıkıp, “Bu hadisede dış mihrak falan yok. Bunların hepsi bizim hükûmetin beceriksizliği” diyor mudur?
Keşmir’i karıştıran, onu da illa ki düşünmüştür.
 
 
 
*****************
 
Tatilde gördüğüm CHP zihniyeti
 
Araya bayram da girince 15 gündür ayrı kaldık.
Tatili fırsat bilip, İstanbul’a yakın şehirlerde dolaşma imkânım oldu.
Gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatayım.
             ***
CHP’li belediye, Yalova sahilini âdeta birilerine peşkeş çekmiş.
Ne zamandır o şekilde bilmiyorum ama en son iki yıl önce gittiğimde sahilde uzunca bir yürüyüş yapmıştım.
Şimdi deniz kenarından yürümek mümkün değil, çünkü sahili restoranlar işgal etmiş.
İşgal dediysem, manavın kaldırıma kasa dizmesi gibi bir şeyden bahsetmiyorum.
Bildiğiniz sahili paravanlarla kapatmışlar, denizi sadece bu restoranlara gidenler görebiliyor.
İlla yürüyeceğim diyorsanız cadde ile restoranlar arasında sıkıştırılmış, labirent gibi uyduruk bir parktan ilerlemeniz gerekiyor ki, denizi görmek mümkün değil.
Lütfedip küçük bir bölümde deniz kıyısına çocuk parkı yapmışlar ama oranın da devamı yok.
Yani, o kadarcık görüp geri dönmeniz gerekiyor.
Neyse ki, daha ileride sandalların, balıkçı kayıklarının bulunduğu bir alan kalmış.
Denizi izleyecekseniz hepsi bu kadar.
             ***
Bir başka not da Yalova Devlet Hastanesinden.
Bir yakınımın randevusu vardı, mecburen eşlik ettim.
Kapıda doktorun çağırmasını beklerken, bir kadının başörtülülere hakaret ettiğini işittim.
Anladım ki, koridordan geçen iki başörtülü kadınaydı nefreti.
“Ben asker çocuğuyum. Bize dini böyle korkutarak öğretmediler. Biz de Müslümanız ama bunlar gibi giyinmiyoruz. Bunları korkuttukları için her haltı (özür dileyerek aynen aktarıyorum) işliyorlar” demesin mi?
Dayanamayıp araya girdim ve başörtülülerin ne halt işlediklerini izah etmesini istedim.
Kem, küm, hiçbir şey söyleyemedi.
Ağzının payını fazlasıyla verdikten sonra, aynı kadına sedyedeki ağır hastasını taşıması için yardım ettim.
Teşekkür etti ama özür dileme erdemini gösteremedi.
             ***
Benzer bir tablo da Gelibolu’da çıktı karşıma.
Sahilde haşemalı kadınları görünce hep bir ağızdan kinayeli bakışlarla İzmir Marşı söyleyen bir grup, CHP zihniyetinin ne olduğunu bir defa daha hatırlattı bana.
CHP’nin kodları budur, hiç değişmez.
Yanarım bunların yalanlarına kananlara…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.