Batı’dan gelen itiraflar; Bir devlet kuracaktık

A -
A +
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı Konferansı’nda açık konuştu; “Burada YPG/PKK devleti kurmak istiyorlardı. Bunun başını da Fransa ile İsrail çekiyordu. Büyük oyunu bozduk.” Benzer itiraflar, Batı’dan da gelmeye başladı. Voltaire Network isimli iletişim ağının kurucusu Fransız Thierry Meyssan, bu yönde birkaç analiz yayınlamış. Tipik Batılı kafası… “Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatıyla İlgili Sizden Gizlenenler” başlıklı analizinde Türkiye’ye yönelik bildik iftiralar var. Terör örgütü PKK/YPG ile bölgedeki Kürt halkı birbirine karıştırmış… ‘İçimizdeki Fransız’ CHP’yi besleyen akıl oldukları için, -DEAŞ’a karşı yaptığımız Fırat Kalkanı Harekatı’nı görmezden gelip- Türkiye’yi bir dönem DEAŞ’a destek vermekle suçlamış. Sanki DEAŞ’ı kendileri beslememişler gibi. Tuhaf olan, hem bu iftirayı atıp, hem de DEAŞ’la ilgili Batı’nın payını itiraf etmeleri. Bunlar hiçbir somut belgeye, veriye dayanmayan, sırf oyunlarını bozduğumuz için ürettikleri kara propagandalar olduğundan üzerinde durmuyorum. Zaten o da analizinde bir taraftan Türkiye’yi desteksiz suçlarken, öbür taraftan kendi ülkesinin, ABD’nin ve İsrail’in terör örgütlerini hangi amaçla ve nasıl desteklediklerini, DEAŞ teröristi vatandaşlarını geri almamak için nasıl takla attıklarını belgeleriyle anlatıyor. *** Üç bölümden oluşan analiz, Suriye’de iç karışıklığın baş gösterdiği dönem Türkiye’nin de Suriye’de bir Kürt devleti kurulmasına sıcak baktığı (O süreçte henüz YPG yok) iddiası ile başlıyor, gelinen süreçte bugün Türkiye’nin bölgedeki bütün oyunları ve çatışmaları sona erdirdiği, Batı’nın da buna sesini çıkaramadığı ile bitiyor. Analizde dikkat çeken bölümler var. Bazı ifadelerine katılmadığım halde, değiştirmeden aktarıyorum. *** BİRİNCİ ANALİZ“Kürt sorununun soyağacı” başlıklı yazının giriş bölümündeki özet şöyle; “Bir savaş sona erdiğinde, herkes bilerek ya da istemeyerek işlediği suçları silmeyi ve kimi zaman da unutmak istediği hantal müttefiklerinin ortadan kalkmasını istemektedir. Birçoğu kendini iyi göstermek için geçmişi yeniden inşa etmeye çalışmaktadır. Bugün Türklerin Suriye sınırında gerçekleştirdikleri “Barış Pınarı” operasyonu ve yol açtığı büyük tepkiler ile tam da buna tanık olmaktayız.” *** Yazının içeriğinde ise şunları aktarıyor Thierry Meyssan;• 11 Eylül 2001 saldırılarını fırsat bilen ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Güç Dönüşüm Dairesi’nin başkanı Amiral Arthur Cebrowski, Pentagon’un stratejisini mali kapitalizme uyarlar. Dünyayı iki bölgeye ayırmaya karar verirler: Biri ekonomik küreselleşmenin, diğeriyse sadece ham maddenin rezervi olarak görülecektir. ABD ordusu, kimsenin bu yeni iş bölümü karşısında direnmemesi için, dünyanın bu ikinci bölgesindeki devlet yapılarının kaldırılmasından sorumlu olacaktır. • Afganistan ve Irak’tan sonra 2003’te Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yok edilmesi planlanır, ancak bazı rastlantılar bu operasyonun 2011’e ertelenmesine sebep olur. Saldırı planı, İngilizlerin bölgedeki sömürgeci deneyimi göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenir. Londra, devletlerin tamamen yok edilmemesini, Irak’ta olabildiğince küçük bir devletçiğin oluşturulması ve halkın gündelik yaşamını yönetebilecek kukla hükümetlerin muhafaza edilmesini tavsiye eder.  • NATO üyesi Türkiye, ilk müşterisi Libya’ya ve ortak bir pazar oluşturduğu Suriye’ye karşı savaşa katılmayı ilk başta reddeder. Fransız Dışişleri Bakanı Alain Juppé, bunun üzerine bir taşla iki kuş vurmayı düşünür. Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu’na, Türkiye’nin Libya ve Suriye’ye karşı savaşa girmesi karşılığında Kürt sorununu birlikte çözmeyi önerir. Protokol imzalanır. (Yazar bu iddiasına karşılık ortaya hiçbir belge koymuyor.) • Suriye’ye karşı savaşın başlangıcında, Devlet Başkanı Beşar Esad, Kürt siyasi sığınmacıları ve çocuklarını Suriye vatandaşlığına kabul eder. Ancak NATO, PKK’yı uyandırır ve onu Pentagon tarafından 2001’den beri öngörülen ve 2005 yılında Albay Ralph Peters tarafından açıklanan genelkurmay haritasıyla teyit edilen bir Büyük Kürdistan’ı kurmak üzere Suriye ve Irak Kürtlerini harekete geçirmeye gönderir. • Bölgeyi etnik temelde bölmeyi amaçlayan bu projenin, ne 1919’da Başkan Wilson’un, ne de Fransızların projesiyle bir alakası yoktur. Buna karşın, proje, Suriye’yi geriden kapsamanın bir aracı olarak gören İsraillileri mutlu etmiştir. Ancak, bunu gerçekleştirmenin imkansız olduğu anlaşılır. Pentagon’a bağlı bir enstitü olan USIP, bunu değiştirmeyi önerir. Büyük Kürdistan, gelecekte IŞİD adını alacak olan bir cihatçı örgüte emanet edilecek olan Irak Sünnistanı’nın yayılması lehine küçültülecektir. (DEAŞ’ın sünnilikle ilgisi yoktur.) • PKK’nın Suriye kolu olan YPG’li Kürtler, ABD güçlerinin yardımıyla yeni Rojava devletini kurmaya çalışırlar. Pentagon onları cihatçıları kendilerine tahsis edilen bölgeye hapsetmek için kullanır. YPG ile IŞİD arasında hiçbir zaman teolojik ya da ideolojik bir mücadele yaşanmamıştır, yalnızca Irak ve Suriye’nin yıkıntıları üzerinde paylaşılması gereken bir bölge için yaşanan bir rekabet söz konusudur. Ve zaten YPG, IŞİD’in Emirliği yıkıldığında, ‘Kürdistan’ları üzerinden geçerek İdlib’deki El-Kaide güçlerine katılabilmeleri için cihatçılara yardımcı olmuştur. • Barzani aşiretine bağlı Iraklı Kürtlere gelince; onlar IŞİD’in Irak’ın fethi (!) sürecine doğrudan katıldılar. Barzani, hiçbir zaman IŞİD’e karşı savaşmadı. • 27 Kasım 2017’de, Barzani –sadece İsrail’in desteğiyle– Irak Kürdistanı’nda bariz hilelere karşın kaybettikleri bir özerklik referandumu düzenledi. Arap dünyası, referandum gecesi Erbil’de sallandırılan İsrail bayraklarını hayretle izledi. *** İKİNCİ ANALİZ“Fransız sömürgeciliğinin hayal ettiği Kürdistan”ın işlendiği bu yazının girişindeki özet şu; “Yaygın kanaatin aksine Rojava, Kürt halkı için bir devlet değil, ama iki savaş arası Fransa’sının bir hayalidir. Kürtlerle, Yahudilerle öngörülen Büyük İsrail’e eşdeğer bir sözde devletin kurulması söz konusuydu. Bu sömürgeci hedef, üzerinde kurulması öngörülen bölgedeki etnik temizliğe varana kadar, Cumhurbaşkanları Sarkozy, Hollande ve Macron tarafından yeniden harekete geçirildi.” *** Şimdi yazının içeriğindeki satır başlarına bakalım; • Lübnanlı aydın Hasan Hamade’nin, üzerine kitap yazmakta olduğu belgelere göre, Fransız Başbakanı Léon Blum, 1936 yılında Yahudi ajansı başkanı Chaim Wiezman ile Filistin’den Fırat’a uzanan ve dolayısıyla o güne kadar Fransız mandası altında olan Lübnan ve Suriye’yi de içeren bir büyük İsrail devletinin kuruluşunu müzakere eder. Bu proje, Levant Bölgesi Fransız Yüksek Komiseri Kont Damien de Martel’in şiddetli muhalefeti yüzünden başarısız olur. Fransa –ve muhtemelen Birleşik Krallık– o dönem Fırat’ın Doğusunda bir Kürt devleti kurmayı düşünüyorlardı. • Kürt sorunu, Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile birlikte yeniden öncelik kazanır. 1992 yılında, Anglosaksonların işgali altındaki Irak topraklarında bir kukla Kürt hükümetinin kuruluşu sürecine katılır. • 2011 yılında, Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde, Alain Juppé, bir sözde Kürdistan’ın kuruluşu için (Suriye’de) protokol imzaladıktan birkaç ay sonra, ABD Başkanı Barack Obama Fransa’yı uyarır. Eski sömürgeci hayalleri uyarınca bir sözde Kürdistan’ı müzakere etme görevi Paris’in değil, ama Rumsfeld/Cebrowski’nin etnik planına göre sadece Pentagon’a düşmektedir. Sonraki Cumhurbaşkanı François Hollande buna boyun eğer ve Ayn el-Arap’tan (Kürtçede Kobane) gelen ABD yanlısı bir Kürt heyetini kabul eder. Türkiye ise Washington’a tabi olmayı reddeder. Bu, Atlantik İttifakı üyeleri arasındaki uzun süreli bir ayrışmanın başlangıcıdır. • Salih Müslim (YPG elebaşı) genç Kürtlerin zorunlu olarak silah altına alınışını örgütleyip diktatörlüğünü tesis ederken, Ankara onun hakkında bir tutuklama emri çıkartır. • Pentagon, Ekim 2015’te, kamuoyu önünde herhangi bir sorumluluk üstlenmeden etnik temizlik gerçekleştirmek üzere, bazı Arap ve Hıristiyanları da içine alan, (Para ile beslediği) SDG’yi kurar. SDG, Arap ve Hıristiyan Süryani ailelerini buradan kovar. Fransız Özel Kuvvetleri, insanlığa karşı işlenen bu suça sesini çıkarmadan tanıklık edecektir. • 2016 yılı sonunda, Halep’in kurtarılmasının ardından Rus ordusunun kısmi olarak geri çekilmesi, Suriye’deki iç savaşın nihai olarak seyrinin değişmesine yol açar. Buna, Ocak 2017’de seçim programında Rumsfeld/Cebrowski stratejisine son verilmesini, cihatçılara verilen geniş desteğin sonlandırılmasını, NATO ve ABD birliklerinin Suriye’den geri çekilmesini öngören Başkan Donald Trump’ın Beyaz Saray’a gelişi tesadüf eder. Fransa, Atlantik İttifakı adına savaşmalarına karşın, Kürt davasını savunduklarına inanan genç anarşist savaşçıların (teröristlerin) ‘Rojava’ya gitmelerini kolaylaştırır. • Başkan Trump, Haziran 2017’de, IŞİD’in başkenti Rakka’yı kurtarmak üzere ortak harekata izin verir. Savaş bitmiştir, ancak Fransa ve Almanya bunu kabullenmemektedir. • ABD, ilgisiz bıraktığı YPG üzerindeki denetimini giderek kaybeder. Terörist örgüt böylece Müslüman Kardeşler’in İngilizlerin kuklası olması gibi, Fransızların oyuncağı haline dönüşür. • O dönem Türkiye, resmi haber kurumu Anadolu Ajansı aracılığıyla, Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanlığı döneminde sayıları dokuza çıkan, Rojava’daki Fransız üslerinin haritasını yayınlar. Bugüne kadar sadece Lafarge grubuna ait çimento fabrikasındakinden haberdardık. Ankara, resmi açıklamalarının tersine ve ABD’den farklı bir şekilde Fransa’nın Suriye’nin bölünmesinden yana olduğunu vurgulamak amacındadır. •  Başkan Trump, Eylül 2018’den itibaren, ABD birliklerinin Suriye’nin tamamından geri çekilmesinin hazırlıklarını yapar. ‘Rojava’nın terk edilmesi, Lübnan’a ulaşmak üzere bu topraklardan geçebilecek İran yolunun kesilmesi şartına bağlanır. Amerikan deniz piyadeleri gözetiminde Kürtlerin (YPG teröristleri) savunma mevzileri imha edilir. 16 Eylül’de Rusya, Türkiye ve İran arasında bir mutabakat imzalanır. Artık sözde Kürdistan’ın sonu yaklaşmıştır. Ne olup bittiğini hiç anlamayan Fransa, Türk birliklerinin aniden bu sözde özerk devleti işgal etmesi (Barış Pınarı Harekatı ile terör örgütünden temizlenmesinden bahsediyor) şaşkınlığa düşer. ***ÜÇÜNCÜ ANALİZ“Türkiye’nin ‘Rojava’ hayaline son vermesi”ni işleyen bu bölümün girişinde Thierry Meyssan’ın çelişkilerle yoğurduğu, ancak gerçeklerden kaçamadığı yorumu şöyle; “Uluslararası toplum, kamuoyu önünde her ne kadar Türklerin Suriye’nin kuzeyine yönelik müdahalesinin şiddetinden kaygı duyduğunu belirtiyorsa da, bölgede barışın tesisi için tek ve eşsiz bir çözüm olan bu müdahaleyi gizlice alkışlamaktadır. Suriye’ye karşı savaş bir suçun daha işlenmesiyle sonlanmaktadır. Geriye İdlib’deki yabancı paralı askerlerin, özellikle vahşi ve acımasız bir savaşın sekiz yılı boyunca kudurmuş cihatçıların kaderinin belirlenmesi kalmaktadır.” *** Her ne kadar bu ifadeyi kullanmaktan kaçınsa da, ‘Güçlü Türkiye’nin, bölgedeki bütün oyunları bozduğunu, (Araya Batı’nın korkusunu yansıtan iftiraları da sıkıştırarak) şöyle anlatmaktadır; • Türkiye İran’a yaklaştı ve Suudi Arabistan’a meydan okudu. Vehhabi Krallığı’nın çevresinde, Katar, Kuveyt ve Sudan’da askeri üsler konuşlandırdı ve Batılı halkla ilişkiler şirketleriyle anlaşarak, özellikle Kaşıkçı olayı üzerinden, Prens Muhammed Bin Salman’ın imajını yıktı. Giderek gücünü yaymayı öngördü. Yanılarak bu gelişmeyi sadece Recep Tayyip Erdoğan’a bağlayan CIA, Temmuz 2016’daki başarısız darbeyi kışkırtıncaya kadar onu birçok kez öldürmeye çalıştı. Bugün Türkiye, hâlâ bir NATO üyesi olmasına rağmen, Rus gazını Avrupa Birliği’ne taşımakta ve Moskova’dan S-400 satın almaktadır. Kürtler de dahil olmak üzere azınlıklarını gözetmekte ve artık Sünni Müslüman değil, sadece vatanına sadık kalmayı talep etmektedir. • Yaz boyunca, Başkan Donald Trump, İran ve Lübnan arasındaki iletişim hattını kesmek koşuluyla (ki bu yeni bir durumdur), Rojava’dan başlayarak (zaten 17 Aralık 2018’te açıklanmış olan), Suriye’nin her yerinden askerlerini çekme niyetini açıkladı. Türkiye, terörist topçusunun kendisini bombalayabileceği Suriye sınır şeridinin askeri işgali karşılığında bu taahhüde katıldı. • Rusya, YPG’nin insanlığa karşı suçlularını desteklemediğini ve Hıristiyan nüfusun topraklarına geri dönmesine izin vermesi durumunda Türk müdahalesini kabul edeceğini belirtti. Türkiye bunu taahhüt etmiştir. • Suriye, İdlib’de buna eş değer bir toprak parçasını kurtarabilirse, Türkiye’nin işgalini hemen geri püskürtmeyeceğini açıkladı. • İran, bir Türk müdahalesini kınamasına karşın, yalnızca Şiilerin yararına müdahale ettiğini ve ‘Rojava’nın kaderiyle ilgilenmediğini belirtti. Türkiye bunu not etmiştir. • 31 Ağustos’ta, Pentagon, Suriye Arap Ordusunu desteklemek için Türk istihbaratı sayesinde, El Kaide liderlerinin İdlib’deki toplantısını bombaladı. • 18 Eylül’de, Başkan Trump güvenlik danışmanını değiştirdi ve Robert O’Brien’i atadı. Bu ketum adam, Temmuz 2016’daki başarısız darbenin sonuçlarını birlikte çözdüğü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iyi tanımaktadır. • 7 Ekim’de ABD Özel Kuvvetleri Rojava’dan çekilmeye başladı. • 9 Ekim’de, özellikle de Kürt subaylarının komuta ettiği Türk ordusu ve Özgür Suriye Ordusu’nun bayrağını ele geçiren Türkmen milisleri (SMO’dan bahsediyor) YPG’nin işgal ettiği 32 kilometre derinindeki Suriye toprak şeridini istila etti. (Sınır güvenliğimiz için bir bölgeyi terörden arındırmayı ‘istila’ olarak değerlendiren kirli Batılı zihniyetinin ifadesi) • “Barış Pınarı” harekatı, 32 kilometrelik sınır şeridi ile sınırlı kalması kaydıyla uluslararası hukuka göre tamamen meşrudur. Türk Ordusunun, Rojava’nın geri kalanından YPG’yi çıkarmak için Suriyeli Türkmenleri kullanmasının sebebi budur. • Irak Başika’yı (110 km derinliğinde) kurtarmayı başaramazken ve Avrupa Birliği dahi 1974’ten beri Kıbrıs’ı kurtarmayı başaramamışken (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yok sayıyor), Suriye’nin bu toprak şeridini hemen geri alması düşük ihtimaldir. • Fransa ve Almanya’nın taleplerine karşın, Atlantik Konseyi toplanmaz. 11 Ekim’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, harekatın yolunda gittiğinden emin olmak üzere Ankara’ya gelir. Türkiye’nin büyüklüğünü kutlar, böylece Almanların ve Fransızların ağzını kapatır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.