Eski Türkiye’ye dönecek miyiz?

A -
A +
Henüz adayken bile, Erdoğan nefretini gizlemeyen ve “Artık doğrudan darbe yapmayacağız. Muhalefetteki dostlarımızı destekleyeceğiz” diyen Joe Biden’ın ABD Başkanlığında, Türkiye ile ilişkilerin önemli ölçüde etkileneceği belliydi.   Olabildiğince sabırlı davranan Türkiye, “müttefiklik” ilişkilerini bozmamak, iki ülke arasında adil ve dengeli bir iş birliği yürütmek için samimi gayret gösterse de bunun şimdilik karşılık bulmadığı ortada.   Nitekim, New York’ta bizzat iştirak ettiğimiz toplantılarda bu rahatsızlığını çok açık ifade etti Cumhurbaşkanı Erdoğan.   Türk Amerikan İş Konseyi (TAİK) yemeğinde, ABD’nin tek taraflı uygulamalarının ilişkileri olumsuz etkilediğine dikkat çekerken, Türkiye’ye dönüş öncesi röportajımızda daha net ifadeler kullandı.   Önceki başkanların aksine, “Biden ile iyi başlamadık” dedi.   1,4 milyar dolar ödediğimiz F-35’lerin verilmediğini, paranın da henüz iade edilmediğini söyledi.   Bize Patriot vermeyenin, “Niye S-400 aldın?” diye soramayacağını izah etti.   Gidişatın pek hayra alamet olmadığına dikkat çekti.   “İki NATO ülkesi olarak birbirimize hasmane değil, dostane davranalım” çağrısında bulundu.   Ve bunların neticesinde, “Artık eski Türkiye yok. Savunmada ne gerekliyse alır, hatta kendimiz üretiriz. İlişkilerin doğru bir yere oturması lazım. Maalesef şu ana kadar oturtamadılar” dedi. *** Öncelikle şunu belirtelim; Erdoğan’ın BM oturumunda konuştuğu New York gezisi, sırf Türkevi açılışıyla bile gayet yerinde ve anlamlıydı.   BM binasının hemen yanı başında yükselen dev gökdelen, “Artık eski Türkiye yok” cümlesinin vücut bulmuş hâli olarak yerini aldı.   Orada Almanya, Fransa, İngiltere gibi az sayıda ülkenin binalarının yer aldığını söylersem, ne demeye çalıştığım daha iyi anlaşılır umarım.   Buna karşın, ABD ile esen soğuk rüzgârların saklanmadığı, Türk tarafının her şeyi açık açık dile getirdiği bir ziyaretti.   Biz henüz New York’tan ayrılmadan Moskova’dan yapılan “Erdoğan ve Putin 29 Ekim’de görüşecek” açıklaması gayet açık bir mesajdı.   Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Putin’in devlet adamlığını öven, Rusya ile ilişkilerin daha da derinleşeceğine ve çok önemli kararlar alınacağına yönelik sözleri önümüzdeki sürecin işaret fişeği oldu.   Bu zirvenin hemen öncesinde bu defa ABD tarafından gelen “Erdoğan ve Biden G-20’de görüşecek” bilgisi, duyulan rahatsızlığı ve atılan adımın önemini gösterdi. *** Diplomaside işler böyle yürüyor…   Ama hepsi bu kadar değil.   Altını dolduracak “güç” de gerekiyor.   Bugüne dek ABD-Rusya denkleminde dengeli bir dış politika güden Türkiye, gerektiğinde (İdlib’de olduğu gibi) Rusya’ya karşı; gerektiğinde (Suriye, Irak, Ege ve Doğu Akdeniz’de şahit olduğumuz şekilde) ABD’ye ve diğer Batı ülkelerine karşı gücünü ortaya koymaktan çekinmedi.   Ama istedi ki, problemleri bu noktaya getirmeden, masada çözelim.   Masada çözmek ise kuru hamasetle değil, “güç” ve kararlılık ile oluyor.   Şayet bu güce ulaşmasaydık ne Suriye’de adım atabilirdik ne Kıbrıs’ta ne de Mavi Vatan’da…   Bu güçle Karabağ savaşında Azerbaycanlı kardeşlerimize destek verebildik.   Aslında ABD yahut Rusya’ya göbekten bağlı olmayan bir politika yürütebildiğimiz için yapabiliyoruz bunları.   Mesele sadece Batı veya Rusya da değil.   Bakın; Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan’ın “Üç Kardeş 2021” ortak tatbikatı sonrası huzursuz olan İran, Karabağ savaşında olduğu gibi, bir taraftan Ermenistan’a silah yığarken, öbür taraftan Azerbaycan’ı ablukaya almaya kalkışıyor.   Yani…   Tarihinde bütün savaşlarını Müslüman ülkelerle yapan İran, bir kere daha gerçek yüzünü gösteriyor.   Güya İsrail’le düşman, ABD ile arası açık…   Ama şimdi gerçek görevini icra ediyor. *** Hadi kendi içimize dönüp, buna “bizim muhalefetin” 180 derece dönüş öngören dış politika vaatlerini, millî savunma sanayiine yönelik baltalama çabalarını da ekleyelim.   Kimin ne yaptığı, ne yapmaya çalıştığı ortada.   Dillerinden düşmeyen parlamenter sisteme dönüş bile bunun parçası.   Unutmayalım ki, biz Batı’nın üzerimize giydirdiği o deli gömleğini 15 Temmuz işgal girişimi sonrası çıkarıp attık ve bütün gücü sadece millete veren bir yönetime geçebildik.   Hatırlayın, Kemal Kılıçdaroğlu “Kan dökmeden getiremezsiniz” diyordu, öyle oldu!   AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu kendi işini zorlaştırma pahasına yaptı ki, gelecekte bir daha başkalarının kuklası olan hükûmetler bu ülkeyi yönetmesin…   Birileri Meclis’e elini sokup, sandıktan çıkmayanı iktidara taşıyamasın. *** Türkiye’ye müdahale kapıları kapananların çıldırmasını elbette anlıyoruz…   Ya bu sisteme dönüşü vadeden partilerin derdi nedir?   Eski sistemi yeniden önümüze koyup, uydurdukları “güçlendirilmiş” kılıfının altında ne var, anlayan beri gelsin.   Boş mevzuları bırakıp, 20 yıla yaklaşan mücadelede çarpışa çarpışa nereye geldiğimizi görmezsek…   Nasıl tarihî bir fırsat yakaladığımızı iyi anlamaz ve topluma iyi anlatmazsak…   Ve büyük riskler aldığımız bu süreci nihayete erdirmezsek…   Bize eski Türkiye’yi de aratırlar, benden söylemesi.   Kimse niyetini de, hedefini de gizlemiyor çünkü.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.