DİŞİYLE TIRNAĞIYLA

A -
A +

Güzel bir senaryoydu.
Bir bankanın sahibi durumundaki tanınmış iki ailenin reisleri, bankalarında çalışan, iyi eğitim görmüş, hızla yükselmiş genç adam üzerine 100 dolara iddiaya giriyorlar.
Birinin iddiasına göre gencin bir meziyeti yok.. Bütün marifet ailesinde.. Ailenin ona sağladığı imkânlarda. İkincisine göre, gençte cevher var, hangi şartlarda olursa olsun  dişiyle, tırnağıyla bu noktaya gelirdi.
İşe bankanın verdiği kredi kartlarını iptal ederek başlıyorlar. Statü sahibi genç adam bir yemekten sonra ödeme yaparken kartının iptal edildiğini öğrenerek maceraya başlıyor.
Sonra hesaplarında hiç para olmadığını görüyor.
Sonra işine son verildiğini.
Sonra borcuna karşılık evinin elden gittiğini..
Sonra arabasının elinden alındığını..
Arada uzun maceralar var, ama sonu şöyle bitiyordu.
Bizdeki tabirle, kafayı yemiş, saçı sakalı birbirine karışmış bir adam.. Ve ortağına, iddiayı ben kazandım, 100 dolarımı ver diyen patron.
Aslında bu hep tartışılan bir konudur. Okul kitaplarında örnek olarak okutulan deney ve gözlemler de var. İkiz çocuklardan biri varlıklı bir ailenin yanına.. Diğeri orta hâlli bir ailenin yanına verilip gelişmeler 30 yıl boyunca takip edilmiş, çevrenin ve çocuğun büyüdüğü ortamın yetişmesinde, karakterinin şekillenmesinde ne kadar pay sahibi olduğu üzerinde çalışmalar yapılmıştı.
Bu hikâye bu konuyu tersinden ele aldığı için enteresandı.
Düşe kalka bir yere gelenle, statüyü ve imkânları ailesinden tevarüs edenlerin büyük bir çöküşten sonraki hâlleri üzerine bir araştırma yok.
Bir iki örneğe bakıp biraz da akıl yürütünce sanki yokluktan gelenlerin daha metin olacakları, yılmadan yeni bir hayata başlayabilecekleri gibi bir sonuç çıkıyor ortaya ama ben çok emin değilim.

ÇOCUKTAN AL HABERİ

 800 ilköğretim 5. sınıf öğrencisine (şimdi ortaokula mı denk geliyor) "Çocuk ve demokrasi" ilişkisini sorgulayan araştırma kapsamında çeşitli sorular sorulmuş.
Cevaplardan çıkan sonuç net:
"Birtakım dogmalar çocuklara sorgusuz sualsiz ezberlettiriliyor, öğrencilerin bunlara inanarak yaşaması garanti edilmeye çalışılıyor. Kişiliğin geliştirilmesi yolunda hiçbir faaliyet yok."
*Çocuklar ailenin doğruları ile öğretmenlerin doğrusu arasında bocalıyor.
*800 öğrenciden 350'si 'ailemin söylediğini yaparım' diyor. 100'ü, 'aileme evet der, öğretmenimin söylediğini yaparım' diyor.
*Çocuklar mahallesinin muhtarını, şehrin belediye başkanını, milletvekilini tanımıyor. Bildikleri tek isim vali. (Taşradır, İstanbul olsa validen önce belediye başkanının adını ezberlerler)
*Her yıl tekrar tekrar ezberletilen bazı bilgileri hatırlayamıyorlar. (Meclisin ne zaman kurulduğu sorusuna 300 öğrenci doğru cevap vermiş.)
Bu sorunun önemi şurada: Zorla dayatılan ve ezberletilen bilgiler bir işe yaramıyor.
Prof. Kalaycıoğlu diyor ki: "Siyasi bilim açısından eğitim sistemlerini çok genel olarak ikiye ayırmak mümkün.
-Doktrin ağırlıklı eğitim sistemleri
-Demokrasinin iyi vatandaşını iyi yetiştirmeye çalışan eğitim sistemleri
Birinci sistem genellikle totaliter rejimle yönetilen ülkelerde görülür. Birtakım dogmalar sorgusuz sualsiz ezberletilir.
İkincisinde araştırmacı, tartışmacı kafalar yetiştirilir. Bizim sistem birinciye daha yatkın, problem bu.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.