Saygıyla korku nasıl ayırt edilir?

A -
A +

Falan, filanın önünde eğilince.. filanın önünde eğilen falanın, gelen telefonla eli ayağı birbirine karışınca saygıdan mı korkudan mı olduğunu nasıl anlarız? 

İtibar sahibi insanlar mı korkutur, korkutabilenler mi itibar sahibi olur? Daha önemlisi, atıp tutan biz.. Atıp tutmuyorsanız siz, hangisinden yanasınız?
İlişkilerin de şekli değişti. Artık tek hesap yapılıyor: Bu adamın bana zararı olur mu? Hayır. 
Faydası olur mu? Hayır. Kriter bu.. 
Biraz daha uyanıklar orta vadeli hesap da yapabiliyor. Yani, evet bugün için faydası, bugün için zararı yok ama yarın faydalı olma ihtimali var.. O zaman ilişkileri nispeten sıcak tutmak lazım. İçme suyu havzalarının koruma mevzuatı gibi.. Mutlak koruma alanı, birinci derecede koruma alanı, ikinci derecede koruma alanı gibi. Tabii hesaplar her zaman birebir tutmuyor. Keser döner sap döner misali hesapların da döndüğü zamanlar oluyor. Hazırlıksız yakalananlar bocalıyor. Açıkçası genelin, şan, şeref, itibar, saygı tahayyülünü çok merak ediyorum. Somutlaştırınca karşılarına kimin ya da kimlerin silüeti çıkıyor. İtibar deyince kim geliyor akıllarına.. Korkutanlar mı, dağıtanlar mı? Sonra bu işin geçicisi kalıcısı oluyor mu? 
..... 
Bu konulara kafa yorunca aklıma hep Cevdet Sunay'ın Vehbi Koç'tan ricası gelir. Koç, bu hesapları uzun vadeli yapabilen adamdı. Sunay'ın görev süresi bitip İstanbul'a yerleşince, Koç ziyaretine gitmiş.
-Bir arzunuz var mı, demiş. 
Sunay da; 
-Artık yaşlandım. İstiyorum ki, oğlum da İstanbul'a gelsin de, benim bazı işlerimle ilgilensin.
Ankara'da doktor olan oğlunun tayinini İstanbul'a yapmaları için birkaç yeri aramış, kimse ilgilenmemiş. Koç'tan bunu rica ediyor. Sizin hatırlı adamlarınız vardır, diyor; söyleseniz de oğlumu İstanbul'a tayin etseler. Halbuki aynı Sunay, görevdeyken böyle bir şeyi ima etseydi, emir telakki etmek için sıraya girerlerdi.
 ..... 
İlişkiler bu kadar mekanik hâle gelince hüzün, kahır, endişe, sevinç anlamsız hâle geliyor. Çizme suratlardaki (emoji) işaret diline dönüşüyor her şey. Ahlaki kurallar, ahiret kaygısından azade hâle gelince yönetmelik, yönerge gibi bir şey oluyor. Kupkuru, anlamsız ve hissiz.
 
 
          YERLİ YEMİŞ YİYELİM
          YERLİ KUMAŞ GİYELİM
 
İlkokulda "Yerli Mallar Haftası" haftasını kutlayan nesilden misiniz?
Eminim çok tesir etmiştir. Mutlaka her alışverişinizde, "Acaba yerli malı mı" diye bakıyor, dikkat ediyorsunuz. Otomobil alırken, beyaz eşya alırken, cep telefonu alırken, bilgisayar alırken.. Değil mi efendim.
Yaşınız tutuyorsa şu şiirlere göz atın, nostalji yaşarsınız. 
Daha detaylı bilgi istiyorsanız hem haftanın önemini anlatan yazılar var hem de daha çoook şiirler var. Google üzerinden giderek onlara bakarsınız.
Yerli malı kullanalım, millî olalım, millî kalalım ..Mış gibi de yapsak olur.
....
Eğer avuç açmamak 
İstersen hiç kimseye, 
Muzu, hurmayı bırak; 
Üzümü, inciri ye. 
Ey Türk kızı, Türk oğlu, 
Budur kurtuluş yolu. 
Fındık, ceviz hepsi var; 
Yok eşi yün, ipeğin, 
Yurduna sevgisi var; 
Yerli malı giyenin. 
...
Vatanımız bu toprak 
Cennet gibi her yanı, 
Yerli malı kullanmak, 
Kurtaracak vatanı. 
...
Yerli yemiş yiyelim 
Yerli kumaş giyelim. 
Ülkemizin malları 
Sağlam olur bilelim. 
 
Başka ulustan alma 
Sakın alıp kullanma. 
Dışarıdan gelen mallar 
Yararlı olur sanma.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.