Ufukların Efendisi

A -
A +
Jason Goodwin'in "Ufukların Efendisi Osmanlılar" kitabı Türkçe'ye çevrilmişti. Merkez Kitabevi tarafından tekrar basılmış veya kitabevinin adı değişmiş, bilmiyorum.
Kitabın en enteresan tarafı "büyük devlet" olmanın ön şartını bilerek veya bilmeyerek satır aralarına sıkıştırması.
Okuduğunuz zaman bu ön şartın ne olduğunu siz de fark edeceksiniz.
 ..... 
Yazarı diyor ki:
Bu kitap, mevcut olmayan bir halk hakkındadır. "Osmanlı" sözcüğü bir yer tanımlamaz. Günümüzde Osmanlıca konuşan yoktur. Sadece birkaç profesör onların şiirini anlar. 1964'te Sofya'da yapılan bir şiir sempozyumunda, bazı kişiler klasik Osmanlı şiirinin tanıtılmasını istediklerinde, bir Türk şair ters bir şekilde, "Bizim klasiğimiz yoktur" diye cevap vermişti.
Osmanlı İmparatorluğu, altı yüzyıl boyunca varlığını sürdürdü. 14. yüzyıl başlarında, Anadolu'da, dağ eteklerindeki küçük bir beylikten, Adriyatik'ten Karadeniz'e kadar uzanan Balkan Yarımadası, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Tuna Nehri'nin kuzeyinde Eflak ve Boğdan'ın sözde prenslikleri de dahil olmak üzere, Bizans'tan arta kalanları fethetmeye kadar ilerlediler. 1453'te, İstanbul'un fethi ile birlikte Kırım Tatarlarının onlara boyun eğmesi, Karadeniz'in denetim altına alınmasıyla tamamladı. 1517'de, İslamın kalbi olan Suriye'yi, Arabistan'ı, Mısır'ı, Mekke ve Medine'yi ele geçirdiler.
Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa'yı Ortadoğu'ya bağlayan yolları denetlediği için Tuna Nehri'nden Nil Nehri'ne kadar genişledi. İmparatorluk, o günlerde İslami, askerî, uygar ve hoşgörülüydü. Onun sınırları dışında, yani İslam geleneğine göre "Darülharp" (Savaş yeri) denilen yerlerde yaşayanlar için imparatorluk rahatsız edici ve korku vericiydi. Darülislam'da (Huzur yeri) yaşayan kendi tabiiyetinde olanlar için ise öylesine inanılmaz derecede enerjik, şevk dolu, istekli ve düzenliydi. O dönemin insanları bazı insanüstü ya da ilahi güçlerin onlara yardım ettiğini düşünürlerdi. Ama 17. yüzyılın başlarında, Osmanlılar sendeledi. Akdeniz ikinci mevkie geriledi; İslam ruhu durgunlaştı. Batı ülkeleri kavgalı ve dağınıktılar; ama çekişmeleri canlı ve ilerletici oldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, İslam dünyasındaki savaşlar çoktan kazanılmış, tartışmalar çoktan bastırılmış, yasalar yazılmıştı ve Osmanlılar her zamankinden daha katı bir biçimde ve kendini beğenmiş bir gururla eskiye takılıp kalmıştı. İmparatorluk, sonraki üç yüz yılda, yaklaşmakta olan çöküşünün belirtilerine rağmen direndi. Hizipçi ve derme çatma politikaları, yolsuzluklarla delik deşik olmuş, amaçları tembellikle kaplanmıştı. Sir Thomas Roe 1621'de, "[Osmanlı İmparatorluğu] gençlik ve kuvvet kaybolduktan sonra geriye kalan ve birçok suiistimalle harap olmuş yaşlı bir vücuda benziyordu" diye yazdı. Harap olmuş yaşlı vücut, en büyük düşmanları Rus çarı ve Hasburg imparatorundan da daha uzun, neredeyse üç yüz yıl daha yaşadı.
Osmanlılar, 1878'e kadar Bosna'dan sökülemedi; padişahın Mısır üzerindeki hâkimiyeti, en azından unvan olarak, 1882'ye kadar sona erdirilemedi. Adriyatik sahilindeki Arnavutluk, Osmanlılar'ın 15. yüzyılda boyun eğmesini sağladıkları en zorlu eyaletti; ama Arnavutlar 1909'da hâlâ İstanbul'daki Meclise mebus gönderiyorlardı. Tebaasının birçoğu Müslüman olmamakla beraber, bu İslami bir imparatorluktu. Doğu ile Batı arasındaki yolları denetimi altında tutuyor, ama ticaretle pek ilgilenmiyordu. Herkesin fikir birliği ettiği gibi bir Türk imparatorluğu idi; ama yüksek rütbeli yöneticilerinin, subaylarının ve askerlerinin çoğu Balkan Slavlarındandı. Törenlerini Bizans'tan, rütbe ve makamlarını İran'dan, zenginliklerini Mısır'dan ve alfabelerini Araplar'dan almışlardı.. Avrupa'da fethettikleri topraklarda üretim göklere çıktığı hâlde, hiçbir tarımsal iyileştirme programları yoktu. Genelde dinî açıdan bağnaz değillerdi; Sünni Müslümanlar olarak, Kur'an'ın yorumunda Hanefi ekolünü izlerlerdi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.