FETÖ Benzeri Yeni Mu’tezile Yapılanması Kim Ehl-i Sünnet, Kim Mu’tezilî?

A -
A +
Dr. C. Ahmet Akışık
c.ahmetakisik@gmail.com
 

İslam’ın daha ilk yüzyıllarında Ehl-i Sünnete karşı çıkan, hatta düşman olan bazı fırka ve oluşumlar ortaya çıkmıştır. İslam kaynaklarında bunlara Fırak-ı dâlle ve’l-bid’a denilmiştir. Hadislerde bu fırkalar, zemmedilmiş/kötülenmiştir. Bunlar arasında Mu’tezile de bulunmaktadır.

 
Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlılar, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını temsil ediyorlardı. Yüzyıllar boyunca özellikle Akâid ve Fıkıh’ta bu anlayış hâkim olmuştur. Çünkü bunun temelleri Müctehidlere dayanıyordu. Müctehid âlimler, Eshâb-ı kiram’dan aldıkları İslam’ı, başta Kur’an-ı kerim ve Hadisler olmak üzere, her türlü yanlış te’vil ve müdahalelere kapatarak, Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat ismiyle muhafaza altına almışlardır. İlimler itibariyle bu dinin esas ve standartları belirlenmiştir. Müctehid olmayan âlimler dahi, bu esaslara bağlı kalarak ilim ve tedrisatta bulunmuşlardır. Böylece Müslümanların iman, ibadet ve diğer yönlerden birlik ve beraberlikleri korunmuştur.
Ancak İslam’ın daha ilk yüzyıllarında bu yapıya karşı çıkan, hatta düşman olan bazı fırka ve oluşumlar orta çıkmıştır. İslam kaynaklarında bunlara Fırak-ı dâlle ve’l-bid’a denilmiştir. Hadislerde bu fırkalar, zemmedilmiş/kötülenmiştir. Bunlar arasında Mu’tezile de bulunmaktadır.
Mu’tezile mezhebinin temel görüşleri ile Ehl-i Sünnet esasları, karşılaştırmalı olarak verilecek olursa, şöyle denilebilir:
 
                                     Ehl-i Sünnet ve Mu’tezile
 
1. Allahü teâlâ’nın sıfatları
 
1) Mu’tezileAllah’ın zâtî ve fiilî olmak üzere iki çeşit sıfatı vardır. Zâtî/ilâhî sıfatları, Allah’ın “zâtının aynı”dır. Bunlar, kadîr, alîm, hayy, mevcûd, semî’, basîr ve müdrik gibi sıfatlardır. Fiilî sıfatları ise, ezelî değil, hâdis ve Allah’ın zâtının gayrındadır. Bunlar da mürîd, kârih, mütekellim ve fâil gibi sıfatlarıdır. 
Ehl-i Sünnet. Mu’tezile, bu sınıflandırmaya göre, Allah’a bir sıfat isnad etmiş olmuyor. Fiilî sıfat olarak ifade edilenler de ezelî değil, sonradan olmadır, “hâdis”tir.
2) Mu’tezileAllah’ın zâtından ayrı olarak sıfatları yoktur. İlâhî sıfatlarının hepsi, “zâtının aynı”dır. Şayet sıfatların “ezelî/kadîm” olduğu kabul edilirse, bu bizi “kadîm”lerin çoğaltılmasına götürür. Bu da “tevhid”e aykırıdır. Onun için Allah, zâtı ile görür, zâtı ile bilir.
Ehl-i Sünnet. Mu’tezile, yanlış inanıyor. ”Kadîm”ler çoğalmaz. Allah’ın sıfatları, O’nunla/Allah ile vardır. O’ndan ayrı ve kendi kendilerine var değildirler. İnsanın aynadaki hayâli, onun kendisi değildir, başkası da değildir, demek gibidir. Bunu anlayamamışlardır. Sıfatlarının mevcudiyeti, şu örnekle daha iyi anlaşılabilir: Ecdadımız, Allah, “her yerde hâzır ve nâzırdır” derken, “ilmi” ile, ilmini kastederek söylemişlerdir. Yoksa “zât”ı ile demek, câiz değildir, hatta mekân isnad edileceğinden “küfür” olur. Müfessirler de “ihâta” ile ilgili âyetlere (Nisâ,126; Fussılet,54), “ilmi ile kuşatmıştır”, manasını vermişlerdir.
Şekerin bardaktaki suda erimesi gibi, “Allah, âlemin içindedir” demek olan Panteizm veya Vahdet-i vücûd inanışı, bundan dolayı yanlıştır ve küfür olmaktadır. Bu inanış, “Allah, ilmiyle âlemi kuşatmıştır” şekline çevrilirse, yanlış itikad düzeltilmiş olur ki, İmam-ı Rabbânî hazretleri, eserlerinde “bu tashih” üzerinde durmaktadır.
İmâm-ı A’zam rahmetüllahi aleyh buyurdu ki: Yüce Allah, sıfatları ve isimleri ile vardır. Onun isim ve sıfatlarından hiçbiri sonradan olma “hâdis” değildir. Allah’ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen bir kimse, yüce Allah’ı inkâr etmiş olur (İmâm-ı A’zam, Fıkh-ı Ekber).
Allahü teâlâ’nın zâtî ve subûtî sıfatları vardır.
Allahü teâlâ, vardır, birdir, ezelîdir, ebedîdir, yarattıklarına hiçbir yönden benzemez ve vâcibü’l-vücûd’dur (varlığı vâcib “zorunlu” ve kendindendir) sıfatları, yüce “zât”ı ile ilgilidir. Bunlar, yüce zâtını bize bildirir, tanıtır. Zihinlerde Hak teâlâ’nın “zât”ına âit bir şekil verilemez. Hadis-i şeriflerde zâtı üzerinde düşünmek yasaklanmıştır. Sıfatlarının yüceliği üzerinde düşünmelidir.
Sıfât-ı sübûtiyye’si sekizdir. Bunlar: 1) Hayât (diri olmak), 2) İlim (bilmek), 3) Sem’ (işitmek), 4) Basar (görmek), 5) Kudret (gücü yetmek), 6) Kelâm (konuşmak), 7) İrâde (dilemek), 8) Tekvîn (yaratmak)’tır. (Akâid-i Nesefî)
Sonuç olarak, Allahü teâlâ’nın sıfatları, zât-ı ilâhî’nin dışında “sıfat” olarak vardır. Onunla vardır. Ondan ayrı ve kendi kendilerine var değildirler. Fakat bu sıfatlar hakkında, “zâtının ne aynıdır, ne de gayrıdır” ifadesi kullanılır. Hepsi, ezelîdir, ebedîdir ve sonradan olma “hâdis” değildir (Akâid-i Nesefî ve Şerhi Taftazânî.
 
2. İyi ve kötü işlerin yaratılması
 
Mu’tezileAllah, hasen/iyi işleri yaratır. Kötü, çirkin, dalâlet ve küfür gibi fiillerin Allah’a isnadı asla doğru değildir. Bu Allah’ın hikmet ve adaletine aykırıdır. İyi işleri, Allah yaratır; kötü işlerin yaratıcısı kuldur. Kendinde mevcut, hür iradesiyle bunu yapar.
Ehl-i Sünnet. Tespit, tamamen yanlıştır. İnsanda elbette “irade” vardır. Fakat dünya hayatında kendisine akıl ve irade gücü verildiği gibi, “dalâlet” ve “itâat” yolunu gösteren Peygamber de gönderilmiştir. Allah, insanın iradesini kullanarak camiye gitmeye karar verdiğinde, o “iyi fiil”i yarattığı gibi, meyhaneye gitmeye karar verdiğinde de o “kötü fiili”ni yaratmaktadır. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Ayetlerde buyrulmuştur:
Allah, her şeyin (hayır, şer, iman ve küfür’ün) yaratıcısıdır (Zümer, 62; Ra’d, 16; En’âm, 102).
Allah, sizi ve amellerinizi (işlerinizi) O yarattı (ve yaratmaktadır) (Saffât, 96). 
Bu âyetlere göre, kulun yaratıcılığı, düşünülebilir mi? Fakat Allah, küfürden, dalâletten ve haramdan râzı olmadığını gönderdiği Şeriat ile açıklamıştır. İradesini kötülükte kullanan, şüphesiz sorumludur ve ceza görecektir.
 
3. Allah’ın sevap ve ceza vermesi
 
Mu’tezileAllah’ın va’d (sevap ve cennet) ve va’îd (ceza ve cehennem) haberleriyle açıkladığı mükâfat ve cezayı vermesi, mecburdur/zorunludur.
Ehl-i Sünnet. Hak teâlâ, mülkün, bütün evrenin yaratıcısı ve mâlikidir. Mâlik, mülkünde tasarruf sahibidir. O’na niçin ve neden yaptın diye sorulamayacağı gibi, bir şeyi yapmaya da zorlanamaz. Ancak Allahü teâlâ, Kelâm-ı kadîm’inde, iman edenlerin cennet’e, küfredenlerin de cehennem’e gideceğini beyan buyurmuştur. Mü’minler, Allah’ın ihsan, kerem ve rahmetiyle cennet’e; Kâfirler de adâletiyle cehennem’e gitmektedirler. Bu konuda yüce Allah’a bir cebr/zorunluluk yüklemek, çok çirkin ve aşağılık bir isnattır. Ayet-i kerimelerde buyuruldu:
O (Allah), yaptığından (asla) sorumlu olmaz. Fakat onlar (insanlar), yaptıklarından sorumludurlar (Enbiyâ, 23).
Allah, dilediği şeyi yapar (Bakara, 253). Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez (Yûnus, 44).
 
4. Kader inancı
 
Mu’tezileAllah, kimin Mü’min, kimin kâfir veya kimin cennetlik, kimin cehennemlik olacağını bilseydi, kullarını imtihan etmez ve peygamber göndermezdi. Allah, Kitâb-ı Mübîn ve Levh-ı Mahfûz’a olacak olan şeyleri yazmıştır, ama kullar, iradelerine bağlı olan fiillerle bu yazılı olanları değiştirebilirler. Eğer bu mümkün olmasaydı, kulun iradesinin bir hükmü kalmaz ve cebir/zorlama olurdu. Kısaca, kulların iradeli fiilleriyle ilgili kesin bir kader/yazgı yoktur.
Ehl-i Sünnet. Yüce Allah, ezelî ilmi ile insanların iradî fiilleri dâhil dünyada ve kâinatta/evrende ne olacağını biliyordu/bilmiştir. Mü’min, kâfir, cennetlik, cehennemlik olacakları, bütün canlıların hareket tarzları, rızık ve ecelleri ve her şey, Levh-ı Mahfûz’a yazılmıştır. Bu kader/yazgı, insanların iradeli hareketlerine bir cebir/zorlama getirmez. Kazâ ve kader, bir zorlama değil, önceki bir ilim/bilgidir. Bu, gök bilimi uzmanlarının, Güneş’in ne zaman tutulacağını bilmelerine benzemektedir. Güneş’in tutulması, uzmanlar bildiği için değil, öyle olacağı için uzmanlar bilmektedirler. Serbest iradesini itâat yolunda kullanan, Mü’min; yine serbest iradesini dalâlet ve küfürde kullanan da kâfir olmaktadır. Kalplerini imana kapatanlar, ne hakkı görmekte, ne de hakkı işitmektedirler. Elbette, Mü’min de kâfir ve münafık da inançları ve hareket tarzlarına göre, Ahiret’te karşılık bulacaklardır. Allahü teâlâ, âdildir, rahmeti boldur ve asla kullarına zulmetmez. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde buyuruldu:
Şüphesiz biz, (hikmetimiz gereği) her şeyi bir kaderle (Levh-ı Mahfûz’da yazıldığı gibi ölçülü ve düzenli) yarattık (Kamer,49).
Aranızda ölümü (hepinizin rızık ve ecellerini zaman, mekân ve şekil yönünden farklı farklı) biz takdir ettik. (Bu hususta bizi kim engelleyebilir?) (Vâkı’a,60).
(İman) Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğuma şehadet etmen ve kader’in hayrına, şerrine, tatlısına, acısına, hepsine iman etmendir (İbn Mâce, Mükaddime 10). 
Her ümmetin bir mecusîsi vardır. Bu ümmetin mecusîsi de "kader yoktur" diyenlerdir (Ebû Dâvud, Sunnet 17). 
 
5. Büyük günah işleyen
 
Mu’tezileBüyük günah işleyen bir mü’min, ne mümindir, ne de kâfir, o “fâsık”tır. Bu kişi, tevbe etmeden ölürse, sonsuz cehennemde kalır.
Ehl-i Sünnet. Hayır, günahkâr Mü’min’dir. Çünkü ameller (ibadetler) imandan bir cüz/parça değildir. Bir farzı terk eden, haram işlemiştir. Büyük günah işleyen bir Mü’min, tevbe etmeden ölürse, sonsuz değil, günahının karşılığı kadar cehennemde kalır. Şefaat ihtimali de vardır.
 
6. İyiliği söyleme, kötülükten yasaklama
 
Mu’tezileİyiliği söyleme, kötülükten yasaklama, herkese farzdır.
Ehl-i Sünnet. Hayır, bunun şartları vardır. Bunu herkes gelişigüzel uygulamaya kalkarsa, fitne ve anarşi çıkar. İslam toplumunda cihadı, devlet organları yapar. Cihad ve tebliğin ölçülerini de âlimler belirler, ders ve vaazlarıyla ilan ederler. Halk da bu kurallar çerçevesinde “tebliğ”e katılır.
 
7. Hadislere güven
 
Mu’tezileAkıl ve istidlâle uygun düşmeyen hadisler, bizim delilimiz ve kaynağımız olamaz, reddedilir. Bundan dolayı bu ilkeye aykırı görülen âyetler bile, bu ilke doğrultusunda yoruma tâbi tutulur.
Ehl-i Sünnet. Hadis-i şerifler, İslam dinini açıklayan Kur’an’dan sonra ikinci kaynaktır. Kütüb-i sitte başta olmak üzere bütün Muhaddis imamlarca rivayet olunan hadisler, sahihtir, muteberdir. İslam’ın ilk asırlarında Münafıkların da içinde bulunduğu bir grup, hadis ismi altında “uydurma” faaliyetine teşebbüs etmiş veya karışmışlarsa da, bu sözler, konunun uzmanlarınca “Cerh ve ta’dîl ilmi” süzgecinden geçirilerek, hiçbir Hadis İmamı’nın eserinde ve müctehid âlimlerin naklettiği diğer İslam İlimleri’nde yer almamıştır.
 
8. Kerâmet ve Şefâat
 
Mu’tezileKerameti kabul etmiyoruz. Ahiret’te büyük günahlara şefaat de yoktur.
Ehl-i Sünnet. Keramet, vardır ve haktır. Kur’an-ı kerim’de Peygamber olmayan Hazret-i Meryem’e cennetten rızık getirildiği (Al-i İmrân,37) ve Hazret-i Mûsa’nın annesine ilham edildiği (Kasas,7) âyetlerle sabittir. “Evliyâ”da görülen keramet de, dünyada bilinen sebep ve bağlantılar kaldırılarak, Allahü teâlâ’nın “veli kul”una ikram ve ihsanda bulunmasıdır. Keramet olarak nitelenen o fiili, Allah yaratmıştır. Peygamberlerin Mu’cizelerini de Hak teâlâ yaratmıştır. Bir güle kokusu ve rengini, toprağın verdiği mi düşünülüyor? Bu, çok yanlıştır!
Yüce Allah’ın izin verdikleri, Ahiret’te şefaat edeceklerdir. Mü’minler, Ahiret’te Allahü teâlâ’nın “rahîm” sıfatının tecellisi olarak, “rahmet”e ve “şefaat”e kavuşacaklardır. Hadislerde buyruldu:
Ezan duasını okuyup da: “Kim benim için “Vesîle”yi isterse, ona şefaatim vâcip olur.” (Müslim, Salât, 11)
Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü kendisiyle hemhâl olan (okuyan, ezberleyen) kişilere şefaatçi olarak gelecektir (Müslim, Müsâfirîn, 252).
Cehennem ehli kişiler, cennetlik olanlara, “dünyada ben sana şu iyiliği yapmıştım” diyerek hatırlatmada bulunacaklar. Bunun üzerine “Mü’min de o kimseye şefaat edecektir.” (İbn Mâce, Edeb, 8).
 
9. Kabir azabı, Mizan ve Sırat
 
Mu’tezileKabir azabı, Mizan ve Sırat, bizim akıl ve istidlal ölçülerimize uymadığı için bunlara inanmıyoruz.
Ehl-i Sünnet. Bunların hepsi, sahih hadislerde (Buharî, Cenâiz 86) bildirildiği için, “hak”tır ve açıklandığı şekilde gerçekleşecektir. Kabir azabı, Mizan ve Sırat, Akâid kitaplarımızda “inanılması gereken esaslar” arasında yer almaktadır.
İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek soru soracaklar… Kâfirler ve Münafıklar, kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken, Mü’minler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir (Tirmizî, Cenâiz, 71).
(Ahirette) tartıları ağır olana gelince, o kimse hoş bir hayat içinde olacaktır. Tartıları hafif olana gelince, onun gideceği yer (kızgın ateşten) bir çukurdur (Kâri’a,6-10).
(Peygamberler içinde) ümmetini ilk önce Sırat köprüsünden geçiren ben olacağım (Buhârî, Rıkâak 52).
 
                                     Modernist ve Mu’tezilî İlahiyatçılar
 
Mu’tezilî İlahiyatçılar, Batılı Oryantalistlerin fikir ve iddialarına paralel, 1400 yıllık Ehl-i Sünnet mirasına karşı bir cephe oluşturarak dalâlet ve bid’at fırkalarının görüşlerini sahiplenmişlerdir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
Bâtınî Münafıklar: Fazlurrahman, Halefullah, Mevdudî, Mason C. Afgânî, M. Abduh, R. Rıza, M. Carullah, M.Hamidullah, İ. Güler, Ö. Özsoy, M. Öztürk ile Vahhâbî ve Selefîlerin hepsi.
Hadis ve Sünnî Kader İnkârcıları: H. Atay, A. Bayındır, Mikâil Bayram, Mehmet Okuyan, M. Görmez, Saim Yeprem, İsrafil Balcı, M. İslamoğlu, M. Nur Doğan, C. Taslaman ile “Kur’an Bize Yeter” diyenlerin hepsi.
Ehl-i kitap sevdalı diyalogçular: H. Karaman, A. Bardakoğlu, Ö. Faruk Harman, Faruk Tuncer, Ali Bulaç ile FETÖ ve bağımlılarının hepsi.
Diğerleri: S. Ateş, H. Kırbaşoğlu, Hadiye Ünsal, B. Bayraklı, İ. Eliaçık, Emre Norman, M.E. Özafşar ile Ehl-i Sünnet karşıtlarının hepsi.
Ehl-i sünnet karşıtı olan Modernistlerin hepsi, bir yönden Mu’tezilîdir. Çağdaş Mu’tezilîlerin ibadet hassasiyeti ve İslam’ı tebliğ diye bir gayret ve endişeleri yoktur.
FETÖ Benzeri Yeni Mu’tezile Yapılanması Kim Ehl-i Sünnet, Kim Mu’tezilî?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.