Ehl-i Sünnet ve Fırkalar

A -
A +

Kur’an-ı kerim; bütün Müslümanların Hazret-i Peygamber aleyhisselâm’ın tebliğ ettiği, güzide eshâbın naklettiği, Müctehid âlimlerin açıkladığı, Cumhûr-ı Müslimin tarafından yüzyıllardan beri uygulamakta olan ve “hablüllah” olarak ifade buyrulan “İslam dini”ne uymamızı emretmektedir (Al-i İmran,103). Yine bu âyette Müslümanların, Eshâb-ı kiram’ın naklettiği Hadis külliyatı ve ictihadlarından ayrılarak ve Kur’an’a bâtıl ve fâsit manalar vererek “dalâlet ve bid’at fırkaları”na ayrılması “yasaklanmış”tır.

Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de hadislerinde “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi cehenneme gidecek, ancak biri kurtulacaktır. Bu da beni ve eshabımın yolunu takip eden el- cemâat”tır [Ehl-i Sünnet vel Cemâat] buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, İman 18; İbn Mâce, Fiten 17; Dârimî, Siyer 74.)

Müctehid âlimler, Sünnet ve Eshab-ı kiram’ın yolundan ayrılan fırkaları/mezhepleri şöyle açıklamışlardır: (Bk. Şehristanî (ö.548/1153), el-Milel ve’n-Nihal; Bağdadî ö.429/1037, el-Fark beyne'l Firak.)

ŞÎA

Kurucuları arasında Yahûdi dönmesi münafık Abdullah ibn Sebe bulunmaktadır. Sıffîn vak’sından sonra fırka olarak yaygınlaşmıştır.

Görüş ve İnaçları

Ehl-i beyt kavramını sahiplenir ve kutsallaştırırlar. İlk halifenin Hazret-i Ali’nin olması gerektiğine, dolayısıyla üç halifenin Hazret-i Ali’ye haksızlık ettiğine inanırlar.

Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer, Hazret-i Aişe ve Hazret-i Hafsa’ya lânet okurlar. Resûlüllah’ın ölümünden sonra az sayıdaki bir topluluk dışında bütün sahâbenin mürted olduğuna inanırlar.

Şii imamlar, masumdur (günah işlemez) derler. 12. imamın âhirzamanda geleceğine inanırlar. İslam şeriatını, hakkıyla ancak 12 imamın bildiğini iddia ederler. 12 imamın yaptığı her ameli, Allah’ın emrettiği dinî bir kural olarak telakki ederler. 12 imamın gaybı bildiğine inanırlar. Takıyye ve Mut’a nikâhını (ücret karşılığı geçici beraberlik) meşru sayarlar.

Allahın sıfatlarını inkâr eder ve Allah, şerrin yaratıcısı değildir, derler. Sünni kaynaklı hadisleri, ehl-i beyt rivayetine göre elemeye tabi tutarlar. Nehcü’l-belâga, kudsiyyet atfettikleri kitaplarıdır.

(Kaynaklar: İbn Bâbeveyh, Şîanın İnanç Esasları; Muhibbuddin Hatib, el-Hututu’l-Arıza li’ş-Şiati’l-İsnâ Aşeriyye; İbn Teymiyye, el- Munteka.)

Sia’nın Gulât/Gâliyye (Hazret-i Ali’ye ulûhiyye/ilâhlık atfederler), Zeydiyye, İmamiyye, İsmailiyye ve  İsnâaşeriyye, önde gelen alt mezheplerindendir.

Ehl-i Sünnet İtikadı

Bütün sahabe-i kiram’a hürmet ve sevgi vardır. Hiçbirine kötü zan beslenilmez. Cemel ve Sıffîn vak’aları, ictihad ayrılığından olmuştur. O hâdiselere karışmayan hiçbir Müslümanın, Sahâbeyi eleştirmeye hakkı yoktur.

Cennetle müjdelenen bir sahâbîyi tenkit etmeye kalkan bir Müslümanın imanının titremesi gerekir. Çünkü başta Kur’an-ı kerim olmak üzere İslamiyeti bize ulaştıranlar, onlar olmuştur. Hepsi sika/güvenilir ve âdildir.

Haalifelik sırası, Hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali “radıyallahü anhüm” şeklindedir. Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, Sünnî Müslümanların göz bebekleridir. Onun için bütün Sünnî camilerde halifelerle birlikte her ikisinin de isimleri yer almaktadır.

Peygamber efendimizin güzide zevceleri, Müslümanların anneleridir. Anneye karşı gelen Kur’an’daki ana-baba ile ilgili hükmü çiğnemiş olur.

Masum olmak, ancak peygamberlere mahsustur. Ehl-i sünnet’te Müctehid ve Evliya dahi masum değildir. Gaybı ancak Allah bilir. Peygamberler, yüce Allah’ın bildirdiği gaybı açıklarlar.

Yüce Allah, Hazret-i Mûsa’nın annesi (Kasas,7) ve Hazret-i Meryem’de olduğu gibi (Al-i İmrân,37)  dilediği Evliyasına ikram ve ilhamda bulunur, onları bilgi ve hikmetle donatır. Buna şirk demek, Allahü teâlâ’nın irade, kudret ve yaratmasına karşı çıkmak olur. Hatta arı (Nahl,68) ve karınca’ya (Neml,17-18) da ilham eder. Bunların hepsi, âyetlerle sabittir. Allahü teâlâ’nın zâtî ve subûtî sıfatları vardır. Sünnî Akâid’e göre, Kıyamet’ten önce Hazret-i Mehdî gelecektir. Sünnî Fıkıh’ta Mut’a nikâhı bâtıldır. İnsan ilişkilerinde takıyye değil, İslam ahlâkının ölçüleri ”hadisler” uygulanır.

İslamcı Modernistler: İslam dünyasında Ehl-i Sünnet karşıtı olan bütün İslamcı Modernistler, Eshab-ı kiram arasında ayırım yaparlar. Çoğunlukla vahiy kâtiplerinden Hazret-i Muâviye karşısında yer alırlar. Ülkemizde de bu eğilim, Marmara Okulu teorisyenlerinden Hayrettin Karaman’da görülmektedir. Onun “ben Muaviye’yi sevmiyorum” sözü, DİA’nın stratejisinde bir ilke olarak kabul edilmiş ve Ö.Nasuhi Bilmen maddesinde Ülkemiz için çok önemli bir kaynak olan Hazret-i Muaviye ile ilgili kitabından ismen dahi bahsedilmemiştir.

HARİCÎLİK

İslam kaynaklarında Havâric/Hariciyye ismiyle geçen Hariciler, Sıffîn’de “hakem” olayına karşı çıkarak zamanla siyasî ve dinî bir fırka hâline gelmişlerdir.

Görüş ve İnaçları

Hazret-i Ali, hakem tayin etme konusunda hata etmiş, büyük günah işlemiştir. “Hüküm, ancak Allah’a âittir”. Hakem tayinine râzı olanlar, mürted olmuş, dinden çıkmışlardır.

Mü’min, haram ve şüpheli şeylerden sakınandır. Büyük günah işleyen bir Müslüman, dinden çıkar. Hâricî olmayan bütün Müslümanlar, dinsizdir. Harp edilerek öldürülmesi câizdir. Malları ve kadınları ganimet olur. Büyük günâh işleyen halifeye, devlet başkanına isyan etmek vaciptir, derler. Kur’an-ı kerim’in bâzı âyetlerini Hazret-i Ömer değiştirmiştir, iddiasında bulunurlar.

Ehl-i Sünnet İtikadı

Hariciler, âyetlere yanlış mana vermektedirler. Ayetlerden mana çıkarma Müctehid âlimlerin işidir. Kaldı ki, karı – koca anlaşmazlığında hakem tayin etme açık ve seçik Nisa, 35. âyetinde geçmekte ve tavsiye (ibâhî olarak) buyrulmaktadır. Kur’an’daki hükümlerden bazısıi farz (namaz, oruç gibi), bazısı vacip (kurban kesme gibi) bazısı da mubahtır (Cuma günü Cuma namazını kıldıktan sonra camiden çıkma gibi). Bu âyetlerin hepsinde “emir” sigası vardır.

Yûsuf, 40. âyetinde “Hüküm, Allah’a aittir” kelâmın başı ve sonunu dikkate almadan, bâtıl bir yargıya varıyorlar. Bu âyette putlara tapmakta ısrar eden kâfirlere, Hazret-i Yûsuf: “Bu atalarınızın yoludur. Siz doğru zannediyorsunuz. Üstelik elinizde sağlam bir delil de yok. Bir şeyin ibadet olup olmamasında ‘hüküm, Allah’a aittir’, siz putlara tapmayı bırakın, Allah’a ibadet edin”, diyor. Yûsuf peygamberin böyle dediğini, yüce Allah, Kur’an’da bize bildiriyor.

Büyük günah işleyen, haram işlemiştir. Mü’min, haramı helâl görmedikçe kâfir olmaz, dinden çıkmaz. O kişi, tevbe eder. İşlenen haramın, ferdi aşan, toplumla ilgili bir yönü varsa, - zina, hısızlık, iftira gibi – İslam adalet organları olayı kovuşturur ve neticelendirir. İslam dini, ferdî infâzı yasaklamıştır. Bu, dinde ve toplumda anarşiye yol açar. Onun için “münkeri el ile düzeltme ya da ortadan kaldırma” yahut cihad, devlet organları vasıtasıyla yapılır. Alimler, ilmî çalışmalarında ve vaazlarında küfür, haram ve mekruhlar konusunda halkı bilgilendirirler. Toplumsal ahlâkı inşa ederler. İslam toplumunda Yönetimde bulunanlar, haram işleseler bile, bu isyanı meşru kılmaz. Bunun en güzel örneğini Hasanı-ı Basri, Haccac döneminde vermiş ve isyancıları desteklememiştir. Fakat isim vermeden vaazlarında zalimlerin ve haram işleyenlerin karşısında olmuştur.

İslam’ı Kullanan Teröristler

 Zamanımızda İslam ismi ile çeşitli ülkelerde, özellikle Orta doğuda faaliyet gösteren El- Kâide, IŞİD, Nusra, Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve FETÖ gibi Batı destekli örgütler, aslında kendi dinamik ve oluşumlarıyla ortaya çıkmış değildirler. Bunlar, Batı’nın İslam topraklarına sürdüğü öncü birlikleridir. Topyekûn manevî kuşatmayı hazırlayan taburlardır. Hedef, dünya kamu oyunda İslam’ı, vahşî, iptidaî ve terörü emreden bir din olarak göstermektir. Bu örgütlerin temelinde Vahhabîlik ve yeni yüzüyle Selefîlik bulunmaktadır.

Vahhabîliğin bir İngiliz projesi olduğu, artık bir belgeye ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. İngilizlerin siyaseti gizli ve derindendir. Bir İslam Aliminin dediği gibi, “gündüz ağaca su verirler, gece köküne kiprit suyu dökerler”. Cihad denilerek, İslam’ı bozma ve kafa kesme sahneleri veriliyor. Onun için Müslümanların kıblegâhı Ka’be-i Muazzama “put” olarak ilân ediliyor. Camileri bombalama ve tahrip etmeleri, bundandır. Üyeleri arasında Müslüman olmayan her çeşit paralı militan vardır. Bir nevi ilan edilmemiş bir Haçlı Savaşı ve Taarruzu söz konusudur. Nedense hep Sünnî mahallelere, bölgelere, köylere ve şehirlere saldırı oluyor. ABD, bu harekâtı ve örgütleri, açıktan, Batı Ülkeler de çeşitli yönlerden desteklemekte ve beslemektedirler.

İslam’a Yönelen Asıl Tehlike

İslam Ülkelerinde İslam ismini kullanan terör örgütleri olsun veya olmasın, Çağdaşlık ve Modernizm maskesi altında, İslam’ı değiştirmeye yönelik bir operasyon yapılması gerekiyordu. Bu operasyon, Batılı Oryantalist merkezlerinde hazırlanmıştır. Hedef, İslam’ı diri tutan “aslî yapı”yı tahrip etmektir. O da Selçuklu ve Osmanlının yüzyıllarca uyguladıkları Ehl-i Sünnet Müslümanlığıdır. Bu yapının tahribine Ülkemizde özellikle Diyanet’i, bazı Vakıfları, İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerini paravan ve basamak olarak kullanan Ehl-i Sünnet karşıtı Modernist İslamcılar talip olmuşlardır. Bunu gizli değil, açıktan makaleler ve kitaplar yazarak övgü ile, hatta Ecdadımızın Akâid ve Fıkıh sistemini tahkir ve tezyif ederek yapmaktadırlar.

Modernist ilahiyatçılar, bir plan çerçevesinde “Geleneksel İslam Yapısı ‘Vahye Dayalı İslam’, çağdaş dünya insanının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak” gerekçesiyle 1400 küsur yıllık İslam İlim Mirası’nın temel kaynakları olan Kur’an, Tefsir, Hadis, Akâid ve Fıkıh’ını tezyif, tahkir, tahrif ve tebdile koyulmuşlardır. Bunu, her türlü imanî, fıkhî ve ahlâkî esasları çiğneme pahasına yapmışlar ve yapmaktadırlar. Bu bilimsel örgütllenmede Batı Oryantalizmi, Aydınlanma çığırı, Sekülerizm/Laiklik, İslâmî İman ve Ahlâk zafiyeti etkili olmuştur.

Bu düşünce çevrelerinde Dört Mezhep hassasiyeti, fakir halk tabakalarının inanç ve uygulaması sayılarak alay konusu olmuştur. Vahyi inkâr eden Fazlurrahman, baştacı yapılmış, fikirleri, Ehl-i Sünnet’ten nefret duyanların “amentü”sü olmuştur.

İsra ve Mi’rac olayını tahrif eden ve Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te değil, göklerde olduğunu iddia eden, böylece İsra ve Kıble’nin tahviliyle ilgili âyetleri inkâr etmiş olan M. Hamidullah, bir Müsteşrik yetiştirmesi değil, bir İslam âlimi olarak sunulmuştur.

DİA’ya yazdığı maddede Hayrettin Karaman, Cemalddin Afganî’nin müseccel Mason olduğunu ikrar ettiği hâlde, onu - bir İslam kavramı olan – Müceddid olarak göstermiştir. (Karaman burada, şeytan ile meleği birbirine karıştırmıştır. Afganî, Abdüh ve R. Rıza aşkı, ona, bunu söyletmiştir. Meğer aşk, insanın gözünü kör edermiş.)

Vatikan’da Misyonerlere ders verecek kadar Geleneksel İslam ve Tefsir’den nefret duyan Mehmet Paçacı; hadis, sahâbî ve tabiîn nakılleriyle şekil alan ve Müchehid âlimlerce tedvin olunan “Rivâyet/Dirayet Tefsiri”ni, Batı Oryantalizm’in seküler kalıplarına göre vahiy ve ahkamdan soyutlanmış, herkesin anlayışına göre şekil alan  bir “Tefsîr Okuması/Mekâsid-i Tefsir”e feda etmiştir.

İslam ülkelerinde ve Ülkemizde görülen: Kur’an Müslümanlığı, Hadisleri İnkâr ve Ayıklama, Kur’an’da Tarihsellik, Dinde Çoğulculuk, Bize Kur’an Yeter ve Mealcilik gibi dini akımların hepsi, Batı Oryantalizm’inin belirlediği hedefler doğrultusunda İslam dinini tezyif, tahkir, tahrif ve tebdile yöneliktir.
Ehl-i Sünnet ve Fırkalar

Selçuklu ve Osmanlı dahil bu gün Türkiye'deki Camilerde Dört Halife ile  birlikte Hazret-i Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin isimleri yer almaktadır. 
Hepsi için radıyallahü anhüm.

Ehl-i Sünnet ve Fırkalar

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.