Arap Milliyetçisi ve bir Selefi olarak: Reşid Rıza

A -
A +
Reşid Rıza konusunda Türkiye’de yazılan ansiklopedik eserler ve düşünce tarihi çalışmaları ile Batı'da yazılanlar arasında iki farklı resim öne çıkıyor. Türkiye’de bu konuda iki çok önemli projeyi söyleyebilirim: Birisi kuşkusuz çok emek ve kaynak harcanan “İslam Ansiklopedisi”, diğeri de son zamanların bence en önemli projelerinden biri olan “İslam Düşünce Atlası”. İkisinde de Reşid Rıza konusunda çok benzer bir tanım kullanılıyor: ''Çağdaş İslâmın öncülerinden, ıslahatçı ve âlim.'' Buna karşılık alanının en önemli ve ilk kaynaklarından biri olan, Brill Yayınlarının İslam Ansiklopedisinde ise Reşid Rıza şu şekilde sunuluyor: “İslami reformun ve ayrıca belli ölçüde Arap milliyetçiliğinin de en üretken ve etkili yazarlarından biri… Selefiliğin sözcüsü.” Hakkını yemeyelim İslam Ansiklopedisinde Reşid Rıza maddesini yazan M. Sait Özervarlı, Reşid Rıza’nın Arap milliyetçiliğinden bahsetmiş ama bunun konjonktürel olduğunu iddia etmişti. Özervarlı bu konuda şunu yazar: “Türkiye'de Mustafa Kemal'in önderliğindeki Millî Mücadele hareketinin başarıları Reşid Rıza'yı sevindirmiş ve farklı icraatlar yapılacağı konusunda ümitlendirmişse de daha sonra hilafetin kaldırılması ve din eğitiminin sınırlandırılması sebebiyle tavrını değiştirmiştir. Müslümanların siyasi temsiline ve hilafetin yeniden işlerlik kazanmasına dönük yeni formüller geliştirmeye yönelmiş, Arap milliyetçiliğini vurgulayan söylemleri daha fazla dile getirmeye başlamıştır. Ancak Reşid Rıza'nın bu konjonktürel yönelişlerini koyu Arapçı veya panarabist düşünceye dayandırmak yanlış olur.” Bu ifadeye göre Reşid Rıza’nın Arap milliyetçiliğine temayülünün 1924’ten sonra olması gerekir. Oysa Özervarlı’nın kaynak olarak kullandığı Eliezer Tauber’in “Rashid Rida As Pan-Arabist Before World War I” adlı makalesi hiç de böyle söylemez. Zaten makalenin başlığında Reşid Rıza’nın Pan-Arabist söylemlere Birinci Dünya Savaşından önce başladığını açıkça göstermektedir. Peki, o hâlde Reşid Rıza’nın Arap milliyetçilıği söylemi neden geri plana çekildi? Bu sorunun cevabını aramadan önce birçok kaynakta Reşid Rıza’nın neden, Selefi söylemin ve ideolojinin sözcüsü olarak kabul edildiğini de açıklamak isterim. Çünkü genelde modernist görüşleri ile öne çıkan Reşid Rıza’ya Türkiye’de Selefilik pek kondurulmaz. Reşid Rıza’yı İsmail Kara’dan Eliezer Tauber’a kadar birçok araştırmacının Selefi saymalarının nedenlerini şu şekilde özetleyebilirim: 1. Vehhabi-Selefiliği yüceltmesi, 2. Öze dönüşcü İslam anlayışı, 3. Mezheplerin birleştirilmesini savunması, 4. Tasavvuf karşıtlığı... Dolayısıyla Reşid Rıza belki yöntemde değil ama ilkelerde “Selefi” olarak kabul edilmektedir.  Türkiye’de Arap düşüncesi alanındaki çalışmalarda özellikle de İslamcı çevrenin Reşid Rıza gibi birçok düşünür hakkında Arap milliyetçiliği ve Selefîliği örtülemelerini anlamak pek mümkün gözükmüyor. Bununla birlikte 19-20. yüzyılda birçok Arap düşünürü için Selefilik ile Arap milliyetçiliği el ele giden iki ideoloji olarak karşımıza çıkar. İsterseniz gelin, Reşid Rıza üzerinden bu iki görüşün nasıl birbirini beslediğini anlamaya çalışalım. Arap Milliyetçisi ve bir Selefi olarak: Reşid Rıza   Reşid Rıza’nın politik eylemleri   Muhammed Abduh’un ölümüyle, 1905’te El Menar dergisinde Reşid Rıza ipleri ele alır. R. Rıza’nın siyasi faaliyetleri bu tarihten sonra başlar. 1907’de, ed-Da‘vâ ve’l-İrşâd Cemiyeti’ni kurar. 1909'da Menar’da  “Vatan” üzerine ilk yazılarını yazar ve kendisini “Arap bir Müslüman, Müslüman bir Arap” olarak isimlendirir. II. Abdülhamid’in tahtan indirildiği zaman da Menar’da: “Bugün Osmanlılar özgürlüğün tadını soludu” diye yazar. II. Abdülhamid’in tahtan indirilişini ve yeni durumu lehine kabul ederek okul için maddi kaynak bulmak üzere 1909’da İstanbul’u ziyaret kararı alır. Görüşmelerde iki hususun altını çizer: İlki mezunlarının İslam’ı savunacak ve gerçek İslam’ı öğrenecek modern bir okul kurmak, ikincisi ise imparatorluğun iki büyük unsuru olan Araplar ve Türkler arasında son zamanlarda var olan yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak. Hükûmet okulun dilinin Türkçe olması ve Şeyhülislam'ın denetimi ve yönetimi altında olması şartıyla ödenek verileceğini söyler. Fakat bu Reşid Rıza’yı memnun etmez, çünkü o eğitim dilinin Arapça olmasını ve denetimin kendisinde olmasını ister. Kendisinin oyalandığını düşünerek düş kırıklığıyla İstanbul’u terk eder. Tauber’e göre, İstanbul’un Reşid Rıza’yı Arapçı fikirleri nedeniyle güvenilmez görülmüş olabileceğini söylemektedir. Muhtemelen kendisi hakkında İstanbul’a gelen bilgiler olumlu değildir. R. Rıza, Ekim 1910'un başında Mısır'a döner dönemez Türkler ve İstanbul’daki Hükûmet aleyhine çok sert eleştirilerde bulunmaya başlar. 1911’de “Cemiyyetu’l-Cȃmi’ati’-Arabiyye” diye gizli bir Arap Derneği'nin kurucuları arasında yer alır. Dernek için bir yemin metni yazar: “Arap Derneği’nin belirlediği ilkelere göre Arapların bütünlüğünü, emirlerinin birliğini ve onlar için yeni bir krallığın kurulmasını sağlama çabasına… Destek vereceğine… Derneğin hedeflerini ve sırlarını koruyacağıma ve onun sırlarından tek birisini bile ifşa etmeyeceğime ve bu yemini Allah ile yapılmış bir ahit kabul edileceğine yemin edilir.”  Aynı yıllarda Kahire’deki İngiliz İstihbarat Departmanı ile görüşmelere başlar. Eliezer Tauber, Reşid Rıza’nın yazdığı siyasi notları (memorandum) ve karşılıklı yazışmaları İngiliz arşivlerinde çalışarak deşifre etmiştir. Reşid Rıza anlaşılıyor ki, İngilizleri büyük Arap Krallığını kurmak için ikna etmeye çalışıyordu. Suriye'de Osmanlı ordusunda görev yapan Arap subayların Mısır'a ilerlemeleri emredildiğinde isyan edecekleri, Türk ve Alman komutanlarını öldürecekleri ve hükûmetin dizginlerini kendi ellerine alacaklarını İngilizlere söyledi. Öngörülen isyanın geniş ve kitlesel olması için Rıza, İngilizlerden Arap subaylara manevi ve maddi desteklerini temin etmelerini istedi. Rıza Britanya istihbarat yetkililerini, Britanya'yı İslam düşmanı olarak sunan Suriye'deki Osmanlı propagandasına karşı rekabet etmek zorunda kalacakları konusunda uyardı. Toplumu, İngilizlerin İslam'ın düşmanı olmalarının aksine, Arapların bağımsızlıklarını kazanmalarına yardım etmeye istekli olduğu konusunda ikna edebileceğini savundu. İngilizler, savaşın başında Arapların desteğini kazanmaya çalıştı ve hem Mekke'deki Haşimi ailesi hem de Kahire'deki Rıza’nın kurduğu Adem-i Merkeziyet Partisi liderleri ile görüşmelere girdiler. Rıza ile yaptıkları görüşmelerde, İngiltere'nin Arapların kendilerini Osmanlı boyunduruğundan kurtarmalarına yardım etmeye hazır olduğunu ve İngiltere'nin Arap ülkelerinde emelleri olmadığını savundular. Rıza'ya göre daha da ileri gittiler ve ona savaş sırasında Türkleri sürmek için Arap ülkelerini işgal etmek zorunda kalırlarsa savaş biter bitmez bu ülkeleri tahliye edeceklerine söz verdiler. Rıza, Şubat 1915'te savaş sırasındaki Arap-İngiliz ilişkilerine dair görüşlerini detaylandırdığı uzun bir memorandum sundu. Bu siyasi notun bir ekinde Rıza, İngilizleri, savaş sırasında işgal edecekleri tüm alanlardan çekilecekleri ve Araplara bağımsızlık vereceklerini açıklamaya çağırdı. Bu İngiliz yönetimi altındaki 100.000.000 Müslüman dâhil herkesi sakinleştirecek ve İngiltere'nin İslam ve Halifeliğin hükümdarlığını sona erdirme niyetinde olduğu suçlamalarına son verecektir. İngiltere Araplarla dostluğunu garanti etmeli ve böylece bağımsızlık mücadelelerinde müttefiki olduğunu göstermelidir. Bunu yapmazsa Arapların, Almanya yanında yer alacağı konusunda onları uyardı. Osmanlı’nın Cihad-ı Ekber ilan ettiği günlerde o, Osmanlıya karşı isyanları desteklemek için İngilizlerle görüyordu. 24 Ekim 1915'te, Mısır'ın İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Henry McMahon, ünlü mektubunu Mekke'ye Şerif Hüseyin'e gönderdi ve bu mektubunda, İngilizler ile yaptığı iş birliği karşılığında, Mekke'deki bölgesel taleplerin çoğunu yerine getirmeyi kabul etti. Ancak mektup, gelecekteki Arap Devleti'nin sınırları, özellikle de kuzeybatı sınırlarıyla ilgili çeşitli çekinceler içeriyordu. Haziran 1916'da Şerif Hüseyin, İngilizlerin yardımıyla Osmanlılara karşı Arap isyanını başlattı. Rıza, rüyalarının gerçekleşmesinin başlangıcı olarak gördüğü isyanı coşkuyla destekledi. El-Menar’da: "Genel olarak Müslümanların isteği, Arap ülkelerinin kendi başlarına güçlü olmaları ve onları savunmak için dışarıdan bir güce bağımlı olmamalarıdır” diye yazdı. El-Ahrâm ve el-Menâr'da yayınladığı makalelerinde; Müslümanların, Hüseyin'in isyanının, dış etkilerden uzak, güçlü ve bağımsız bir Arap İmparatorluğunun kurulması konusunda umut olduğunu dile getirdi. R. Rıza, Şerif Hüseyin’in ona verebileceği herhangi bir ofiste, onun için çalışabileceğini yazdı. Fakat Şerif Hüseyin, kendisine cevap verme gereği bile duymadı. Hayal kırıklığına uğramıştı. Mısır’dan ayrılmayı düşündü. İngiliz ajanı Ronald Storrs, R. Rıza’nın Mısır'dan ayrılmasının önlenmesi gerektiğini söylemiştir. Kısa süre gözetim altında tutuldu. Bu sırada kurduğu Cemiyyetu’l-Cȃmi’ati’-Arabiyye için yazdığı yemin metnini yeniledi: Filistin, Suriye, Lübnan, Dicle ile Fırat arasındaki bölge ve Irak'tan oluşan Arap ülkelerini, parlamenter bir meclise dayalı, seçimle gelen üyelerden oluşan ve kendi yaptıkları yasalarla yönetilen bağımsız bir devlete kavuşturmak için yemin ediyordu. Osmanlı’yı sekülerleştirmekle suçlanan Reşid Rıza, şimdi tam da Cumhuriyet fikrini Araplar için istiyordu. Şerif Hüseyin, İbn Suud’a karşı büyük bir hezimete uğrayınca da bu sefer Reşid Rıza dümeni tekrar Suud ailesine kırdı. Belki de değişmeyen tek fikri, bir Arap Halifesinin altında bir Arap Devleti görmekti. 1924’te onları öven meşhur eserini yazdı: El-Vahhabiyyun ve'l-Hicaz. Muhammed b. Abdulvehhab’ın Necd’de, İslam’ı şirk ve bid’at bataklığından kurtardığını söyledi. İngilizler onun için ''fanatik, ne yapacağı belli olmayan, pragmatist bir Arap milliyetçisidir'' diye yazmışlardı. Haksız da değillermiş. Arapların İslam’ın en şanlı zaferini temsil ettiğine ve Arapların Osmanlı ve Türkler sayesinde bu şanlı zaferden uzaklaştığına, muhtemelen Arapların zaferinin aynı zamanda İslam’ın zaferi olacağına inandı. Bunun yolu da İslam’a sokulan tüm bidatlerden temizlemek ve Arapların temsil ettiği o İslam’ın saf öz hâline geri dönmekti. Böylece Arapçılık ile Selefilik İslam’ın zaferi için ortak bir yolda birleşmiş oldu. Anlaşılan hem Osmanlı’yı yıkma hem de Osmanlı’nın kültürel hafızasını tüm coğrafyadan silmek için, Arapçılık ile Selefilik kol kola yürüdüler. İlk yaptıkları işin, kabir ve türbeleri yıkmak olması da boşuna değil...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.