Ezik aydınlar!

A -
A +
Tanzimat’tan itibaren bu ülkenin idarecisi ve aydını genelde Batı’nın hayranı oldu. Bu hayranlık Batı’nın ilim ve teknolojisine duyduğu aşkın çok çok ötesindeydi. Giyimiyle kuşamıyla, inancıyla, medeniyetiyle neredeyse Batı’nın uşaklığına özenecek derecede yüksek bir hayranlıktı. Misal olarak idarede Mustafa Reşit Paşa ile başlayan ve bu süreçte onun yetiştirmeleri olan Âli ve Fuad Paşalar devamında Hüseyin Avni ve Mithat Paşalar sonrasında ise Mahmut Şevket, Halil Kut, Enver, Talat ve Cemal Paşaların birçoğu İslam’a karşı mesafeli insanlardı. Buna karşılık Batı karşısında hep ezik ve teslimiyetçi bir durumda idiler. Ne hazindir ki ülkemizde idareciler kadar aydınlar da aynı noktaya devşirilmişlerdi. Onlar da inceden inceye asırlardır hâkim pozisyonda bulunan milletinin değerlerine ve inancına ters düşerek yol almaktaydı. Batı onların gözünde güya erişilmez bir noktaya varmıştı. Bu teslimiyetçiliğin en büyük sebebi dinlerine bağlılıklarının kesilmesi veya gevşemesi olarak görülebilir. Dolayısıyla hem idareciler hem de aydınlar Batı’yı yakalamanın ve ona ulaşmanın yolunun onlar gibi olmak gerektiği şeklinde fasit bir düşüncenin içerisine düştüler. Kendilerine bu yüksek ideale(!) ulaşmakta en büyük engeli İslamiyet olarak görüyorlardı. Bu sebeple gizli veya açık İslam düşmanlığına başladılar. Bin yıldır güç, kuvvet ve kudret kaynakları olan değerlerine saldırdılar. O kadar gözleri dönmüştü ki bu esnada neleri kaybettiklerinin, atalarının kanları uğruna ne emeklerle kazandıkları toprakların ellerinden kayıp gittiğinin farkında bile değildiler. Niğbolu, Gostivar, Zağra, Filibe, İşkodra, Yanya, Selanik, Üsküp, Sofya, Halep, Bağdat ve Kudüs’ün ellerinden nasıl çıktığını fark etmediler bile. Sadece elde kalana bayram yapmakla avunuyorlardı. Her gelene alkış tutuyor gidene ise teneke çalıyorlardı.   Sinsi ve acımasız düşman   Batı’yla (Hristiyan âlemi) bin yıldır ölümüne mücadele eden hilalin temsilcisi Türk milleti, onlarca ülke büyüklüğünde toprak kaybettiği Batı karşısında hâlâ neden ezik korkak ve ürkektir? Neden Batı’ya karşı ülkesini şikâyet edecek kadar aşağılık kompleksi içerisindedir? Anlamak mümkün değil. Her ne kadar “anlamak mümkün değil” desek de bunu mecaz olarak ifade ediyorum. Zira basiret gözü açık olanlar için bu durum güneş kadar meydandadır. Kişiye kim sevdirilirse ona benzemektedir. Öyleyse bir kez daha eğitim sistemimizi ve hatta fert fert kendimizi sorgulamamız gerekmektedir. Millîyim diyeni dahi millîlikten çıkarmışlar fakat haberi yok!       Batı, ya satın aldığı veya içimize saldığı taşeron örgütlerle işini öyle güzel icra ediyor ve toplumumuza öylesine kolay bir şekilde algıları yerleştiriyor ki rahatlıkla nesillerimizi ifsat etmeyi başarabiliyor. Bakınız son yıllarda Batı’da İslam kelimesi kullanılırken hep İslamofobiya tartışılmaktadır. Peki İslam korkusu derken suçlanan kimdir: Güya Müslüman teröristler. Hâlbuki Müslüman terörist diye suçlananlar Batı’nın taşeron örgütleridir. Buna karşılık onlar üzerinden Müslümanları itham eden ise maalesef içimizdekilerdir. Batı’nın İslam düşmanlığını körüklemek için Müslümanlar arasına yaydıkları fitneci örgüt üyeleridir. Bu anlamda İslamofobiyayı çıkaran ve yaşatan bizzat Batılıdır. Halkları İslam’la tanıştırmamak, İslam’dan uzak tutmak ve İslam’a düşman etmek için uyguladığı bir projedir. Müslümanlar da bu oyuna gelmekte ve İslamofobiya diye bir şey olamayacağını ispat etmek için var güçleriyle Müslümanların hoşgörülü olduğundan bahsetmeye Batılılara yaranabilmek için çırpınmaya çalışmaktadırlar. İşte Batı’nın ikinci kazığı budur. Şu son harekâtta görüldü ki ne kadar haklı olursanız olunuz Batı bize düşmandır. Hatta iflah olmaz düşmandır. Neden? Zira hem şanlı Peygamber efendimize düşmandır hem inancımıza ırkımıza hasımdır. İslam dinine ve onun şanlı Peygamberine asırlardır düşmanlık eden bir kitlenin dost olmasını mı bekliyorsunuz? Onların dost olması için tek adım vardır. Müslüman olmalarıdır. Aksi hâlde Batı’dan dostluk beklemek zehirli yılanla aynı çuvala girmeyi arzulamak manasına gelmektedir.   Batı’yı iyi tanı ve tanıt!   İslamiyete ve Türklere yönelik bu olumsuz tavır ve bakış Hristiyan geleneğine ait felsefi altyapıdan kaynaklanmaktadır. Hristiyan Batı dünyası bu düşünce yapısının temellerini Antik Yunan’dan almaktadır. Bu zihniyet onlara kendinden olmayanları ötekileştirme, asimile etme ya da yok etme arzusunu aşılamaktadır. İşte bu noktada Batı’nın felsefi aktörlerini ve zihniyet yapısını iyi tanımak gerekmektedir. Bunlardan Aristo, Asyalı toplumları, seçkin Yunanlılar tarafından yönetilecek olan doğal köleler olarak nitelendirmektedir. Bu anlayış politikalarına da yansımış ve Yunan olmayanlar bilhassa Türkler “barbar” olarak nitelendirilirken “doğal köle” kabul edilmişlerdir. Kendisini köle görenlere karşı, biz size karşı hoşgörülüyüz diye yaklaşmak nasıl bir mantıktır izah edebilecek olanınız var mı? Köle efendiye ikram ediyor öyle mi(!) Kölenin efendisine tavrı, bağlılıktır. CHP zihniyetinin veya geçtiğimiz günlerde İBB Başkanı'nın yaptığı gibi “Efendim biz size tabiyiz ama bazıları bağlılığımıza sekte vuruyor” diye şikâyet edeceksiniz ve sözünden asla çıkmayacaksınız. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın Birleşmiş Milletler’de yaptığı yiğitçe çıkışlar ve mert duruşlar köle zihniyetlileri sıtma tutmuş gibi korkutmaktadır. Alman Papaz Martin Luther’in (1483-1576) İslamiyet karşıtı ifade ve fikirleri de Batı medeniyetinin Müslümanlara karşı nefret yüklü tutumunda etkin bir rol oynamıştır. O, güya hoşgörüyü esas alan, özgürlükçü bir din anlayışını savunmuştur. Peki Türklere karşı düşünmüş olduğu hoşgörü nasıl bir şeydir? İşte onun eserlerinden Türkler ve Müslümanlara karşı olan derin nefreti: “Türk’ün tanrısı olan şeytanı yenmeden Türk’ü yenmek kolay olmayacaktır. Tanrı, işlenen sayısız günah ve nankörlük nedeniyle şeytan Türkleri Almanların başına bela etmiştir. Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı; tersine Hristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır”. Fransız filozof Voltaire’in şu ifadeleri de İslamiyete karşı alçak ve iğrenç bakışını açıkça ortaya koymaktadır: “Şu deve tüccarı olan kimse, kasabanın ayak takımı güruhunu, baş melek Cebrail ile konuştuğuna ikna edip inandırır. Cennete alındığını, göklere yükseldiğini ve her sayfasında aklıselimi titreten, sindirimi zor kitabının bir bölümünün orada, bizzat kendisine teslim edildiğini ileri sürer...” Yine Voltaire’in Rus Çariçesi II. Katerina’ya yazdığı mektubundaki Türkler hakkındaki nefret diline bakınız: “Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek... İnsanlığın iki büyük baş belası var: Birincisi veba, ikincisi Türkler...” Aynı şekilde Weber, Leibniz, Voltaire, Kant, Hegel, Marx, Engels, Nietzsche, Auguste Comte ve Ernest Renan vd. gibi düşünürler, İslam’ın bilime ve gelişmeye mani olduğunu ifade ederken Müslümanları medeniyetten uzak canavarlar olarak betimlemekten geri durmamışlardır. Onları yok veya asimile etmek nihai hedefleridir.   Bu itibarla günümüzde de Batılı güçler, düşünürlerinin ve aydınlarının yolunda hiç sapmadan yürümeye devam ediyorlar. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da Doğu Türkistan’da, Arakan’da imkân buldukları her yerde Türk’ü ve Müslümanları öldürmeye devam ediyorlar.   Köle ruhluluk!   Elbette bu açıklamaları Batı’ya ve Hristiyanlara savaş açalım diye ifade etmiyorum. Ancak asırlardır bizim ezik ve aşağılık kompleksi ile hareket eden aydınlarımız ve idarecilerimiz ise hoşgörü hoşgörü diyerek gençlerimize kimliğimizi ve değerlerimizi kaybettirmektedir. Üzülerek belirtmeliyim ki, üniversitelerimizden Millî Eğitim’deki tedrisata kadar bu ezikliği görmek mümkündür. Osmanlı tarihçilerine burun kıvıran bizim anlı şanlı akademisyenlerimizin, Dukas, Babinger, Barthold, Ebül Ferec, Colin İmber, Heywood gibi İslam düşmanı tarihçilerin yazdıklarını haşa Peygamber buyurmuş gibi kabullenişleri bu ezikliğin üniversitelerimize yansımaları değil midir? Yine Batılı düşünürlerin İslamiyet ve Türklerle ilgili hakaret yüklü ifadelerini çıkarırsak onların zihniyetleri bugün tarihselci ve modernist ilahiyat mensuplarınca aynen ve kısmen savunulmakta değil midir? Hatta KURAMER gibi kurumlar Müslüman müfessir ve muhaddisleri bir yana bırakıp Batılı müsteşrikler gözüyle Kur’ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri yorumlamakta bir beis görmemektedir!  Keza okullarımıza gidiyorum. Duvarlarda iki Müslüman âliminin yanında on Batılı düşünürün sözü yazılı. Okul kitaplarımıza bakıyorum yine aynı. Günün sözü, ayın sözü, özlü sözler derken Batılı filozof düşünür ve ilim adamlarının insanları cezbeden ifadelerinden geçilmiyor. Yunus’tan Fuzuli’den Baki’den Şeyh Galip’ten, Nabi’den kaç beyit ezberledin, Ahmed Yesevi’nin hikmetlerini okudun mu, Kutadgu Bilig’den ne aldın diyen yok! Bizdeki Batı hayranı bu kitle Fransız, Alman, İngiliz eserlerinde de bizim ilim adamlarımızın sözlerine rastlıyorlar mı acaba? Onlar da Akşemseddin, Kemalpaşazade, Fatih, Yavuz, Kanuni, Aziz Mahmud Hüdayi, Somuncu Baba, Molla Fenari ve Molla Hüsrev’den alıntılar yapıyorlar mı? Bir Türk gencine hemen Batı klasiklerini okudun mu diye aşağılanırcasına yükleniliyor. Okumasa ne olur söyler misin neyi eksilir? Nesillerine daha kendisini tanımadan, düşmanını sevdiren, celladına âşık eden zihniyet ve eğitim ancak sömürge ülkelerinde bulunur. Açıkçası buna millî eğitim demezler. Parlak sloganlarla gençlerini cellatlarına âşık eden, mankurtlaştıran ve neticede kadim değerlerini unutturmak suretiyle teslimiyetçi kılan bir eğitim derler. İşte bu sistem içerisinde yetişen ezik aydınlarımız İslam ve Türk düşmanı filozofların kulağa hoş gelen sözlerini paylaşmayı onları tek adres görmeyi hâlâ marifet addediyor. Gençleri onlara doğru meylettiriyor. Yaranmaya çalışıyor… Siz hâlâ Batı’da birkaç senato üyesinin senede bir hakkınızda söylediği parlak bir iki cümleye kanarak yaltaklanmaya devam edin bakalım, ne kazanacaksınız?   TEFEKKÜR Din ü milleti unutarak her işimizde Bitmedi bitmeyecek tabi olmak frenge
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.