ABD’DEN NOTLAR-2

Düzenleyen:
ABD’DEN NOTLAR-2

EĞİTİM Haberleri

Bugünkü misafir kalemimiz Prof. Dr. Hasan Tosun'un yazısı...

ABD’deki yükseköğretim kurumları ile ilgili değerlendirmelere devam ediyoruz. Sistemin işleyişi ile ilgili altı çizilecek çok husus var. Kendi kurallarını koyma ve değiştirme özelliğine sahip ABD üniversiteleri, rasyonel düşünce anlayışı ile aşağı yukarı uygulamada aynı noktada birleşiyor. Özellikle üniversite kendi öğretim yapısında yozlaşmaya prim vermiyor ve çağın kendisine çizdiği misyonla hizmet vermeye gayret ediyor, meslek edindiriyor, bilgi üretiyor ve ürettiği bilgiyi transfer ediyor. Tam bir serbestlik hâlinde gerçekleştirilen üniversite-sektör iş birliği sonucunda topluma ve üniversiteye dinamizm kazandırılıyor.
Bu ülkedeki üniversitelerde öğretim kalitesi üzerinde önemle duruluyor. Kalite üstü kalite (quality over quality) olarak tanımlanan kavram prensip edinilmiş. Bazı istisnalar hariç hep iyiye, güzele ve faydalıya doğru koşuluyor. Küçük sınıflar oluşturarak öğrencinin başarısının artırılmasını hedefliyorlar. Öğrenci-öğretim elemanı oranı, kurumsal olarak değişken olmasına rağmen bu oranda genelde 20 civarını aşmıyor. Aslında ideal oranın 1’e 10 olduğu ifade ediliyor. Öğretim elemanı için genelde tam zamanlı çalışıyor olması esas alınıyor. Bazı değerlendirme kuruluşlarınca, iki yarı zamanlı öğretim elemanı bir tam zamanlı öğretim elemanı olarak da dikkate alınabiliyor. Ancak ülkede ilk 100 içinde yer alan üniversitelerde bu oran düşük ve genelde 5 ile 10 arasında değişiyor.
ABD üniversitelerinde entelektüel çeşitliğinin ve zenginliğinin sağlanması en temel kurallardan biri olarak görülüyor. Bu durumun sağlanabilmesi için de üniversite kendi mezunlarını öğretim kadrosuna almıyor. Bir bölümde birbirinin kopyası insanların olmasının, sisteminin işleyişinde yozlaşma oluşturacağına inanılıyor. Hatta üniversitenin tanımı yapılırken öğretim elemanlarının doktora derecesini aldıkları üniversite ile tanıtılmasına özen gösteriliyor.
ABD’de üniversitelerdeki öğretimde temel birim, bölüm olarak görülüyor. Üniversite içi atamalarda, yazılı olmamasına rağmen temel bazı kurallar uygulanıyor. Bir bölüm için bir pozisyon ilanında, ilgili pozisyonu dolduracak kişiden beklentiler açıkça belirtiliyor. Değerlendirme için bölüm ağırlıklı bir jüri oluşturuluyor. Müracaat edenler içinde beklentilere en uygun beş aday belirleniyor, sonra referans mektupları toplanıyor ve sonunda üç akademisyen görüşmeye çağrılıyor ve adayların bir seminer vermesi isteniyor. Tüm görüşme ve tanışmalardan sonra bölüm toplanarak adaylarla ilgili bir sıralama yapılıyor. Bölüm başkanı, sırayla adaylara teklif yaparak ilgili pozisyonun doldurulması sağlıyor. Ardından da ilgili öğretim elemanına araştırma programının başlatılması için gerekli kaynak tahsisi yapılıyor. 
Doçentlik atamasında bölüm esaslı bir yol izleniyor. Aday önce performansına asıl değerlendirmelere bağlı olarak dosyasını hazırlayarak referansları ile birlikte bölüm başkanlığına müracaat ediyor. Bölüm başkanı ağırlıklı olarak bölüm dışından bir jüri oluşturuyor. Ayrıca bölümde toplanan bir jüri de adayın durumunu değerlendiriyor. Sonuçlar olumlu olursa dosya atama için mütevelli heyetine sunuluyor. Aksi hâlde bütün işlemler yenilenmek üzere adayın dosyası geri gönderiliyor. Profesörlük atamaları da benzer şekilde gerçekleşiyor. Görüştüğüm üniversite yetkililerinden doçentlik atamalarıyla ilgili esasları dinlerken, bölüm başkanına haklı olarak bilgi vermeden doçentliğe müracaat eden arkadaşlarım gözümün önüne geldi, duygulandım.
Burada en önemli aşama, adayın performansının doğru değerlendirilmesidir. Performansta bilimsel verimin ve proje üretiminin de çok önemli bir etki olarak dikkate alındığı belirtilmelidir. Adayın performansı, atama kadar alacağı maaşı da belirlemektedir. Bu sistemde akademisyen, doğru akademik ilerleme ve yüksek gelir için her zaman dinamik bir yapıda üretken olmak zorundadır. 
ABD’de üniversite sistemi çok ayrı bir dünya. Ülkemizde bölüme, hatta dekana sormadan öğretim elemanlarının alındığı, atandığı ve hatta yatay hareketlilik sağlandığı düşünülürse, bu sisteminin nasıl etkili bir şekilde çalıştırılabildiğine dair ilgimiz daha da artıyor.  
Ülkemizde ise durum çok farklı. Kimse “senin performansın nedir?” demiyor. Rektörler kral gibi. Hiç kimseye karşı sorumlu değil. Üniversitenin çalışması ve üretmesiyle ilgili bir derdi yok. Problem çıkarmadan durumu idare edebilmenin doğru yol olduğunu düşüyor. Bunlar gelişmiş dünyada kabul edilebilecek hususlar değil.
Ülkenin değişmesi ve gelişmesi için hedefler koymuşuz. Bu vesile ile 2023 yılı hedeflerini yeniden okuma fırsatını buldum. Unutulmamalıdır ki bu hedeflere ulaşabilmemiz için önce yükseköğretim kurumlarını değiştirmemiz ve yeniden yapılandırmamız gerekiyor. Maalesef bu değişim ve dönüşüm, mevcut yükseköğretim sistemini iyileştirmek ile mümkün gözükmüyor. Bu kapsamda yapılacak her çalışma, zaman kaybettiriyor ve sonradan çözümü zor durumların ortaya çıkmasına neden oluyor. İyi niyetle bir şeyler söylemek ve yazmak da yeterli olmuyor. 
Peki, çözüm nedir? Çözüm, doğru icraatın doğru yöntemle ve doğru zamanda yapılmasıdır. Bunları, detaylı olarak bu sütunlarda tartışmaya devam edeceğiz. Ama öncelikli olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın söylemi ile gündeme düşen “yardımcı doçent” kavramına değinmek istiyoruz.
Seven, düşünen ve üreten insan için devam.
Düzenleyen:  - EĞİTİM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...