Vaktiyle sakalsızları adamdan saymazlardı

A -
A +
Vaktiyle sakalsızları adamdan saymazlardı

Bir asır öncesine kadar memur ve zâbitler dışında herkes sakallıydı. Bunlardan da yüksek rütbede olanları mutlaka sakal koyuverirdi. Kırkını geçip de sakal bırakmayana rastlanmazdı. Bundan yüz sene evvel kimsenin aklına bir zaman gelip erkeklerin neredeyse tamamının matruş bir suratla gezeceği gelmezdi. Erkekler çıkmaya başladığı andan itibaren sakal bırakır, hiç kesmezdi. Sakal bırakmayanlar ayıplanır; hatta alaya alınırdı. Sakal Müslümanlar için sünnet olmakla beraber, hemen herkes sakal bırakırdı. Resmî sicillere vergi ve askerlik mükellefi olmak itibariyle erkekler yazılır; onlar için de sakallı veya şâb-ı emred (tüysüz genç) diye kayıt düşülürdü. Sakalını elimize alırız Yavuz Sultan Selim ve Sultan Vahideddin dışında bütün padişahlar sakallıdır. Rivayete göre Yavuz Sultan Selim tahta çıktığında vezirler bu zorlu padişahla ne yapacaklarını düşünmüş. Malum Sultan II. Bayezid mülâyim bir padişah idi. Sonra "Babası gibi onun da sakalını elimize alırız" demişler. Sultan Selim bu sözü işitince sakal bırakmamış. Benzeri Sultan Vahideddin için de anlatılır. O da ağabeyi Sultan Reşad'a benzeyip İttihatçıları sevindirmemek için sakal bırakmamıştı. Meşhur muharrir Ahmet Râsim Bey 1892 senesinde Manastır'da bekâr bir memurken "Rasim Efendi, artık ricalden oldunuz. Sakal bırakmanız icab eder" demişler; o da sakal bırakmıştı. Aynaya bakıp kendisini 10 yaş yaşlı görünce "Benimle kim evlenir?" diye telaşlanmış. Vâli Rıza Paşa'ya dert yanmış. O da "Kes be çocuk!" diye izin verince kesmiş. Bu sefer padişaha şikâyet etmişler. Yaşını başını almış herkesin sakallı olduğu bir zamanda, sakal bırakıp da kesmek çok mânâlara gelirdi. Jurnalden bir şey çıkmamış olacak ki Râsim Bey bu hâliyle evlenebilmiştir. Şair Şinasi saçkıran olup sakalını kestirince, Sadrâzam Âli Paşa bunu bahane edip kendisini azletmişti. Aşk-ı Memnu muharriri Hâlid Ziya Bey, İttihatçılar tarafından Sultan Reşad'a başkâtip tayin olunmuştu. Sultan Reşad, bembeyaz sakalı ile güzel bir simaya sahipti. Etrafındakilerin de sakallı olmasını arzu ederdi. Hâlid Ziya Bey'e birkaç defa ima etmişse de dinletememişti. Bir Cuma selâmlığı sonrası binek taşında imam efendiye dönüp "Hâlid Ziya Beyin sakal duasını yapıverelim" dedi. Bu emrivâki üzerine Hâlid Ziya Bey sakal bırakmak mecburiyetinde kaldı. Sünnette bir yeri olmamakla beraber, bir sünnetin ifâsına delâlet ettiği için halk arasında sakal bırakanlar bir meclis tertipleyip, sakal duası yaptırır; ayrıca eşe-dosta yemek verir veya şerbet ikram ederdi. Duası yapılmamış sakala, dudak bükülür ve gazil diye hafife alınırdı. Sakala dair nice tabirler vardır: "Sakalı ele vermek" veya "Sakalı kaptırmak"; "Sakalından kıl koparmak"; "Sakalından utan!"; "Sakalım yok ki sözüm dinlensin!"; "Aslanın yelesi, erkeğin sakalı!" gibi. Eskiden haysiyetten düşürmek için kabahatlilerin sakalını tıraş ederlerdi. Yeni devirde sakala itibar edilmez oldu. OLGUNLUK ALÂMETİ Mİ, YAŞLILIK MI? Sakalın ağarması bazıları için olgunluk alâmeti olarak görülüp memnuniyetle karşılanır; bazıları için de yaşlılığa delâlet ettiği için üzüntü vesilesi olurdu. Bunlar sakalını boyardı. Dindarca olanlar sakalını yağlar, güzel kokular sürerdi. Abdest alırken yıkandığı için, umumiyetle eskilerin bıyığı da, sakalı da temiz olurdu. Kılları zedelemeden, koparmadan bu erkeklik alâmetine intizam verilirdi. Tarakçılık da fevkalâde itibarlı bir sanattı. Sakal diğer cemiyetlerde de yaygındı. 18. asırdan itibaren Avrupa'da erkekler arasında sakal kesme moda oldu. Yine de Avrupa krallarının, soylularının çoğu sakallıydı. Meselâ Kraliçe Elizabeth'in 1936'da ölen dedesi V. George sakallıydı. Şark Hristiyanları arasında bu âdet devam etti. Ortodoks papazları ve Yahudi hahamları sakalsız olamaz. Bizim deli dediğimiz Rus Çarı Piyotr sakal yasağı getirmişti de, en evvel "Sakal-bıyık Allah'ın erkeğe hediyesidir" diyerek oğlu karşı çıkmıştı. Çar çok kızıp oğlunu zindana attırdı. Fikrinden dönmeyen delikanlı kırbaç işkencesi altında öldü. Hayli Rus, sakal kesmemek için vatanını terk etti. Hatta bir grup Osmanlılara sığındı. Hükümet onlara Manyas'ta yer verdi. Asırlarca burada yaşadılar da birkaç sene evvel Rusya'ya döndüler. SAKALIN DA ÇEŞİDİ VAR Sakalı güzel olmak bir iftihar vesilesiydi. Seyrek sakallılar mahçup gezerdi. Herkesin fizikî hususiyeti değişik olduğundan, bıyık gibi, sakalın da çeşitleri vardı. Keçi sakal, teke sakal; çember sakal, top sakal, torba sakal, değirmi sakal, tahta sakal, köse sakal, kaba sakal, didon sakal, Bektaşî sakalı, helvacı sakalı, bedevi sakalı, süpürge sakal, kıvırcık sakal, çatal sakal, yanak sakalı, Mormon sakalı, Nordik (bıyıksız) sakalı, Garibaldi sakalı... Göğüse kadar uzanan sakala, biraz alaylı, tahtasakal veya makas değmez denirdi. Sakalın dudağın alt ucundan bir kabza (tutam) bırakılması sünnet olduğundan, bundan uzun veya kısa sakal tasvip edilmezdi. Meşhur fıkradır: Birisi kitap okurken "sakalın bir tutamdan uzun olması ahmaklık alâmetidir" diye okumuş. Kendi sakalını tutup uzun görünce, ucunu muma tutmuş. Sakalı tutuşup, yüzü gözü yanmış. Sonra kitaptaki bu cümlenin kenarına "tecrübe ile sabittir" diye yazmış. Çene ucuna doğru uzayanına didon denirdi. Hukuk profesörü Ebulûlâ Mardin, felsefeci Mehmed Ali Aynî böyleydi. Fransızlara ve bunlara benzemeye çalışanlara İstanbullular didon derdi. Çenede sakal züppelik olarak görülür ve keçi sakal diye alaya alınırdı. Vehhabîlikte sakal kesmek haram olduğu için, süsüne düşkün Suudi Arabistanlılar şimdi yalnız çenede sakal bırakarak haram işlemediklerini düşünüyorlar. Vaktiyle sakalsızları adamdan saymazlardı
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.