AK Parti ve Kafkas Tebeşir Dairesi çelişkisi

A -
A +
İki bakış açısı var bu konuda.
 
ÇOCUK KİMİN-1?
 
Eğer Tevrat’a bakacak olursanız Hazreti Süleyman’ın bir çocuğu büyütüp yetiştiren kadın ile doğuran kadın arasındaki münakaşa için verdiği kararı görürsünüz:
Çocuk kılıçla ikiye bölünerek her ikisine de eşit olarak verilecektir.
İşte tam bu sırada biyolojik anne “Durun kesmeyin, ben yalan söyledim” diye bağırır. Hazreti Süleyman çocuğu ona verir. Feragat eden “Doğuran anne”dir...
Efsaneyi Alman oyun yazarı Bertolt Brecht de Kafkas Tebeşir Dairesi’nde işlemiştir. Savaş sırasında “Canımı ve mücevherlerimi kurtarayım” derken çocuğunu evde unutan bir kadın ile onu evde bulup büyüten hizmetçi Gruşa arasındaki mücadele. Mesele bu kez mahkemeye gider ve bilge hâkim karar verir:
Her ikisi de çocuğun kollarından çekecektir. Kimin tarafında kalırsa onun olacaktır.
Gruşaçocuğun çektiği acıya dayanamaz ve bırakır. Ama hâkim çocuğu bırakan, yani onu sevgi ve emekle büyüten yetiştiren kadına verir.
 
ÇOCUK KİMİN-2?
 
İkinci misalimiz ise aslında dünyadaki en yaman çelişki.
Evlendirilen oğul ve eve yeni gelen gelin.
Mutlu yuva kurulmuştur ama kısa sürede serzenişler başlar. Gelinin yaptıkları sürekli cımbızlanmakta, hataları biriktirilip iletilmektedir. Sıkışan erkek anne ve babasına “Sizin de hatalarınız var, lütfen biraz hoşgörü” der ama aldığı cevap hep aynıdır:
“Seni biz doğurduk, büyüttük adam ettik. O ise sonradan gelen bir yabancı ve her şeyin üzerine oturdu, şimdi keyfini çıkarıyor.”
Oysa oğulları onlara madalyonun öteki yüzünü de göstermektedir:
“Güzel, lakin o da benim çocuklarımın anası. Ailemizin temel direği. Sosyal çevremizi genişleten ve iş hayatımızda beni destekleyen de o.”
Tartışma ve ortaya çıkan dilemma(*) dayanılmaz gibidir:
 
DOĞURAN MI, BÜYÜTEN Mİ?
 
Günümüzdeki bakış açısı ne Hazreti Süleyman’ın adaleti, ne Kafkas Tebeşir Dairesi’ndeki emek-mülkiyet ilişkisini sorgulayan Marksist bakış açısıyla izah edilebilir. Ne de anne-baba/gelin/oğul üçgenindeki çelişkiydi.
Dün bir haber okudum. Hâkimin biri boşanan anne ve babaya mahkemelik oldukları çocuklarının velayetini ortak olarak vermiş. Ortak velayet ilginç bulunmuş basında.
Günümüzün bakış açısı bu.
Bir çocuk ise şayet söz konusu olan, onun geleceği için birliktelik ve dayanışma şart oluyor.
 
AK PARTİ’DEKİ “NÜVE” VE PRATİKTEKİ DURUM
 
Tayyip Erdoğan, AK Parti’yi ta en başında muhafazakâr demokrat bir parti olarak tanımladı. Çünkü Türkiye’de onlarca rengi olan muhafazakârlığın varlığı Erdoğan’ın İstanbulluluğuyla malumuydu ve bunu görmüştü. Dahası seküler yaşam biçimine sahip ama aile kökleri ve akraba çevreleri dindar insanlardan oluşan bir kitlenin sosyolojik karşılığını da keşfetti Erdoğan.
Gelgelelim partinin içinden doğduğu nüveyi kendilerinin temsil ettiğini iddia eden bir grup kısa zaman sonra mızmızlanmaya başladı:
“Bu sonradan gelenler, bizim binbir emekle kurduğumuz partinin üzerine oturdu. Sözümüz geçmiyor.”
17-25 Aralık’taki ihanetlerinin unutulduğunu sanıyorlardı. Ama buna rağmen tartışmalarda ağızlarından çıkan her cümle “Sonradan gelen yabancılar” diye başlıyordu.
AK Parti’nin kuruluş felsefesi kuşkusuz onlara hatırlatılıyor ve her defasında “O sonradan geldi dedikleriniz sayesinde yüzde 50’yi bulduk ve iktidar olduk. Siz temsil ettiğinizi söylediğiniz kitleyi bile tanımıyorsunuz? Onların bir sorunu yok” deniyordu ama nafile.
O nüveyi kışkırtan hocalar-mocalar ile avanesi de sürekli gaz veriyordu.
Bu gazı alan Yeni Şafak, Karar ve kimi Star yazarları ise tehdit üstüne tehdit yağdırdılar son referandum öncesinde. Hayır diyeceklerini ima ettiler. Hatta dediler de.
Son referandumda oynadıkları “Ya onlar, ya da biz” kozunun sebebi buydu.
Doğurduklarını söyledikleri çocuğu yine sırtından hançerlemişlerdi.
Ya bizimsin ya da toprağın dercesine.
Ama kör talih yüzlerine gülmemişti.
Çok küçük bir azınlık olduklarını idrak ettiler.
Yaptıkları hatayı anladılar ve şimdi Cem Küçük’ün bir insanlık hâli ağzından çıkan o sözcüğe cankurtaran simidi gibi sarıldılar. Buradan bir haklılık devşirme çabasıyla konuyu kavga zeminine çekmeye, yaygarayla kendilerini üçüncü kez affettirmeye çalışıyorlar.
Komik oluyorlar tabii. 400 dava açmışlar.
Dillerinden düşürmedikleri ezana ve dine küfredenlere açmamışlardı oysa. Yarabbi şükür demişlerdi. CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan “Evet verenler namussuzdur” dediğinde de dava açmayı düşünmediler. İçlerinden “Zaten biz hayır oyu verdik” diye geçirdiler muhtemelen.
Bu yüzden yazının sonunda Kafkas Tebeşir Dairesi’ndeki dilemmanın çözümündeki gibi “Çocuk büyütenindir” deyip işin içinden çıkabilirdim.
Ama demiyorum.
“Doğuran da, büyüten de birlikte çocuğun sahibidir” diyorum.
Üstelik asıl doğuranın siz olmadığını bildiğimiz hâlde. Ha eğer ısrar ederseniz, çocuğun tırnağını koparamazsınız. Asıl gerçek bu, bilseniz iyi olur.
.....
(*) Zor seçenek, birbirinden kötü iki şıktan birini seçme zorunluluğu. İkilem. Birinin iki taraftan sıkıştırılması.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.