Batılıların ve Osmanlının gözüyle Vehhabilik

A -
A +
Suudi Arabistan Veliahdı Prens Muhammed b. Selman ile yapılan son röportajda(*) Selman Suudluların Vehhabiliği tanımadığını söyledi. Anlaşılan o ki, Selman artık Vehhabilikten huruç etmek istiyor.  Oysa Vehhabilik ilk çıktığında Batılılar tarafından da oldukça sevimli karşılanmıştı. Neden mi? Müsaadenizle anlatmak isterim... Vehhabilik, ismini Necd bölgesinde Osmanlı’ya karşı dinî bir isyan başlatan Muhammed b. Abdulvehhab’dan almıştır. Sebilü'r Reşad (Sırat-ı Müstakim) dergisinde Vehhabilik hakkında Haydarizade İbrahim Efendi detaylı bilgi verir. Ona göre Vehhabi mezhebi ''Ehl-i Sünnet ve Cemâat'in kudema-i hanâbile kısmından teferru' etmiş bir mezheptir." İbn Vehhab, ne yazık ki ayât ve ehâdisin zevahirlerine temessükten başka bir şey tanımamış ve bu hâl ise kendisini umûri diniyede müfrit bir taassuba maruz kılmıştır. Haydarizade İbrahim Efendi’nin isabetli tespitinde olduğu gibi İbn Vehhab, Hanbeli fikirleri ifrat derecesine çıkararak aşırı lafızcı bir din taassubunu yaymıştır. İlk yaptığı icraat da Osmanlı’nın yaptığı kabirleri, türbeleri ve kutsal mekânları dinde olmadığı gerekçesiyle yıkmak olmuştur. Muhammed b. Abdülvehhab 1745 yılında, Suud ailesinin hâkimiyetindeki Dir’iyye’ye sürülmüştür. Burada Suûd ailesiyle tanışıp, onların desteğini almasıyla da devletleşme süreci başlamıştır. Yaklaşık 160 yıl süren çatışmalı bir dönem sonunda Vehhabi-Suud ittifakı istediğini almıştır. Rusya, İngiltere ve Fransa arasında 1916’da yapılan Sykes-Picot anlaşması ile Necid bölgesi ona verilmiştir. Daha sonra da 1932 tarihinde Abdülaziz b. Suud, Suudi Arabistan Kralı ilan edilerek bugünkü devletlerini kurmuşlardır…  Osmanlı âlimi Haydarizade İbrahim Efendi ve Cevdet Paşa başta olmak üzere birçok âlimin Vehhabiliğe bakışı oldukça olumsuzdur. Osmanlı uleması gözünde Vehhabilik taassupkâr, bid’at ehli, sapkın bir mezhep olarak kabul edilmiştir. Öyle ki Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslam adlı eserinin nikâh bahsinde, muharrematla-kendisiyle nikâh yapmanın haram olduğu kadınlar- ilgili bölümde, Batıniyye fırkasını anlatırken, son asırlardaki tezahürü olan Vehhabileri de bu kapsama dâhil etmiştir. Avrupalıların bölgeye ve Vehhabiliğe ilgileri ise 1772 yılından itibaren başlar. Her zamanki gibi önce seyyahlar gelir bölgeye. Uzun yıllar II. Abdülhamid’e ve daha sonra Vahîdüddîn’e yâverlik yapmış olan Mirlivâ (Tuğgeneral) Ahmed Hamdi Paşa’nın (1871-1935) isyanı bastırma göreviyle Yemen’e gönderildiği 1911 yılında tuttuğu notlar, o devirdeki oryantalist faaliyetlerin boyutu hakkında önemli ipuçları verir. “Âlem-i İslâm ve İngiliz Misyoneri-İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor” (İstanbul 1334) adlı eserinde “Şimdiye kadar Osmanlı ülkesinde seyahat eden, araştırma ve incelemelerde bulunarak eser yazanların, elde ettiğim isimlerini buraya alıyorum…” diyerek 50 yabancı isim zikreder. Bunlardan bir tanesi 1812’de ünlü Petra antik kentini keşfeden İsviçreli gezgin Johann Ludwig Burckhardt (1784-1817)’dır. Arapçasını ilerletme, İslâm Hukûku (Fıkıh) tahsil etme ve İslâmî hayat tarzına adapte olabilme gayesiyle, Mart 1809 başında İngiltere’den ayrılarak nisan ayında Malta’ya gelir. Orada Müslüman olarak İbrahim b. Abdullah ismini alır. Malta’dan Suriye ve Halep’e geçer, Kur’ân ve fıkıh dersleri görür. Bundan sonraki hayatını Suriye; Şam, Lübnan ve Filistin arasında seyahatler yaparak geçirir. Johann Ludwig Burckhardt Cidde ve Mekke’yi ziyaret eder. Kâbe’yi tasvir ettiği bölümlerde oldukça detaylı bilgiler aktarır. Burckhardt dört ay Mekke’de kalır. Burckhardt’ın seyahatnamesi “Notes on Bedeouins and Wahabys” adıyla 1830 yılında Londra’da yayınlanır. Bedevi ve Vehhabiler adlı notlarında Vehhabiliğe ilişkin oldukça ilginç analizlerde bulunur. Kuşkusuz bu analizler daha sonra bölgeye gelen casuslara oldukça önemli bir arka plan sağlamıştır. Burckhardt’ın Vehhabiliği nasıl tasvir ettiğini görmek, Batılıların özelliklede İngilizlerin Vehhabiliğe neden yatırım yaptığını anlamak açısından oldukça önemlidir. Burckhardt, Vehhabiliği “İslam Protestanlığı” olarak adlandırır. Bazen de sofu dindarlık anlamında “püriten” kelimesini tercih eder. Vehhabiler hakkında “Müslüman püritenler”, “reformistler” ve “İslam Protestanları” gibi tanımlamaları birçok diplomat ve seyyahın notlarında görüyoruz. Vehhabiler söz konusu olduğunda bu tanım zaten İngiliz diplomat Harford Jones Brydges ve İngiliz gezgin Henry Light tarafından birkaç yıl önce kullanılmıştı. Çölde yağmacılık yapan, katı ve lafızcı bir dindarlık gösteren, kabirleri, türbeleri yıkan Vehhabilere karşı Batılıların bu kadar sempati beslemelerini nasıl anlayabiliriz? Aslında seyyahların ve diplomatların notları dikkatlice okunduğunda Batılıların Vehhabiliğe olan bu sempatilerinin arkasında stratejik bir aklın olduğunu görebiliriz. Batılılar çoğu kez bunu yeni bir din olarak anlamışlardır. Société Asiatique sekreteri Çin felsefesi uzmanı Pierre-Abel Rémusat, Vehhabiliğin tıpkı Yahudi ve Hıristiyanlık gibi yeni bir din olduğuna inanır. Aslında reformist ve Protestan benzetmelerinde de aynı gerekçe saklıdır. Bilindiği gibi Batı dünyasında Protestanlık Katolik dünyayı parçalayarak yeni bir merkezin oluşmasını sağlamıştır. Protestanlık da aslında Hıristiyan geleneğinde çok akılcı olduğundan değil Katolik dünyanın merkezî gücünü dağıtmasından dolayı makbul kabul edilmişti. Dolayısıyla Batılıların Vehhabiliği Protestanlık ve reformist görmeleri onun teolojik içeriğinden daha çok işlevi ile ilgilidir. Vehhabiliğin uzun yıllar İslam dünyasında Osmanlının inşa ettiği Pax Sunnica (Sünni barışı)nı yıkarak yeni bir merkez oluşturabileceğini ön görmüşlerdi. Çünkü Vehhabilik aslında ilk defa Sünnilik içinde bir kırılmayı ifade ediyordu. Vehhabiliğin iki düşmanı vardı Şiiler ve Osmanlılar. İkisine de dinî yönden itiraz ediyorlardı. Vehhabilik sayesinde İslam dünyasındaki çatışma  uzak düşman (gayrimüslimler)dan yakın düşmana dönebilirdi. Zira Vehhabiler İngilizler ile dost olurken Müslümanlarla düşman olabiliyorlar ve Osmanlı’ya karşı savaşmanın dinî gerekçelerini oluşturuyorlardı.  Burckhardt’ın fikirleri Büyük Britanya’nın çıkarlarıyla birleşmişti. Her zaman Osmanlı İmparatorluğu ile Araplar hatta Sünni dünya içinde bir istikrarsızlık ve çatışma oluşturmak Londra'nın işine gelecektir. Böylece İngilizler Vehhabilik sayesinde oldukça kullanışlı bir maymuncuk elde etmiş oldular. Modern dönemde Türkiye’de dâhil bazı ilahiyatçılar tarafından yanlış biçimde tanımlandığı gibi ibn Vehhab’ın yaptığı bir tecdid hareketi değildi; aksine bir yıkım hareketi idi. Cevdet Paşa’nın haklı olarak dile getirdiği gibi Vehhabilik bir tecdid hareketi değil siyasi bir nifak hareketiydi. Öyle de oldu, böylece Sünni dünyada ilk defa tasavvuftan kelama kadar, birçok bilim bid’at ve şirk diyerek otoriteye karşı başkaldırmanın dinî gerekçeleri oluşturuldu...  Vehhabilik, Haricilik ruhunu yeniden dirilterek Müslümanın Müslümana karşı savaşını bir güvenlik meselesi olmaktan çıkarıp bir din savaşı hâline getirdi. Sünni siyaset kuramında Müslümanlar arasındaki kavga ya da savaş bir din savaşı olarak değil bir güvenlik meselesi olarak görülürdü. Bu yüzden Hazreti Ali (radıyallahü anh) Haricilere “sizlerle kâfir olduğunuz için değil zalim olduğunuz için savaşıyorum” demişti. Yavuz Sultan Selim Memluklere karşı savaşırken aynı gerekçeyi öne sürmüş ve savaşın bir güvenlik tehdidinden kaynaklandığını ifade etmişti. Vehhabiler Osmanlıya müşrik ve kâfir oldukları için savaş açılması gerektiğini söylediler. Bu tam da Batılıların aradığı şeydi. Vehhabilerin çektiği tekfir kılıcı İslam dünyasında siyasal tüm tartışmaları bir din savaşına doğru götürmek için kullanılabilirdi. Öyle oldu, Müslümanlar arasında çatışmaların derinleştiği tüm bölgelerde karşımıza Vehhabilik ve onun kolları çıkıyor artık. Vehhabilik yalnızca komünizme karşı kullanılmadı, Müslümanların gelenekle tüm bağlarını koparmaları, mezhep sistematiğini aşağılamaları, birbirileriyle savaşmaları için de kullanıldı. Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyalara kolalandı. Afganistan’a sızdı, Bosna savaşında Balkanlara geldi, Suriye savaşında sınırlarımıza kadar dayandı. Suudi Arabistan Veliahdı Prens Muhammed b. Selman bugün Vehhabiliği tanımadıklarını söylese de uzunca yıllar Suudlu âlimler bunu savunmaktan çekinmediler. Öyle ki Vehhabiliğin beslendiği temel kaynaklar her dile çevrildi. Kur’ân kurslarımıza kadar giriyor.  Çünkü Vehhabilik o kadar kullanışlı bir silah ki, ilk andan itibaren adını Selefilik olarak değiştirmeyi başarmıştı. Vehhabilik ismi özellikle Türkiye’de bir alerjiye sahip olduğu için bu isim yerine Selefiliği tercih ettiler. Suudi Arabistan’da Vehhabi Devleti dendiğini duyamazsınız ama ed-Devletu’s-Selefiyye dendiğini duyar, sancaklara yazıldığını görürsünüz. Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı olan Prens Naif, Selefilik sempozyumunda “Krallık, Selefi ideolojiyi takip etmeye devam edecek” derken aslında bunu demek istiyordu.  Peki, nasıl oldu da Vehhabilik Selefilik altında gizlenebildi?.. Sonraki yazıda inşallah… ..... (*) https://www.theatlantic.com/amp/article/557036/?__twitter_impression=true.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.