"Yollar tekin değil efendi! Malumunuz eşkıya var!"

A -
A +
 
 
"Şükür bir terslik olmadı. İlim tahsiline gidiyoruz. Rabbim kolaylaştırdı..."
 
Her taraf rengârenk çiçek ve yeşilliklerle donanmıştı. İrili ufaklı yosun tutmuş taşlar; kadifeden minderler gibi sağa sola serpiştirilmişti. Kesif reçine ve hoş çiçek kokuları getiren serin bir rüzgâr; uzun yol yorgunluğundan al al olmuş yüzünü yalayarak esiyordu. Rüyalar âlemindeymiş gibi bir çağlayan şırıltısı, ismini bilmediği kuşların sesine karışıyordu… Rengârenk kelebekler, vızıldayan arılar; baharla coşan çevreye ayrı bir güzellik katıyordu. Gizliden gizliye kurt, ayı korkusu olsa da önünde olup bitenleri seyretmekten zevk alıyordu İbrahim. Zaman zaman kulak kabartıp etrafı dinliyor, nebatların, hayvanların esrarlı oluş hikâyelerini, oldukça merak ediyordu. İleride tabiatı ve içindekileri derinlemesine incelemek fikrinin temelleri belki de bu yolculukta atılmıştı kim bilir…
Bulgur gibi fokur fokur kaynayan gözeler; taşların arasından, ağaç köklerinin dibinden daha kuvvetlice fışkırıyor, mini çağlayanlar oluşturarak akıp derelere karışıyordu. O tertemiz çimenler üzerine, boylu boyunca uzanmak ne saadetti. Her bir köşeden hârikulâde sesler geliyor; derinden ince kalın kurt ulumaları, ağaç dallarında kuş cıvıltıları, dahası lâleler, sümbüller birbirleriyle fısıldaşarak dertleşiyorlarmış gibi geliyordu. Yeni açmış orman çiçekleri, garip misafirlerini sessizce selâmlıyor, biçim biçim, renk renk yapraklarını gerinerek açıyor, nefis kokular saçıyorlardı.
Zümrütten ormana giriş, İbrahim’de masallara has bir his uyandırmıştı. Çeşitli ağaçların arasından, taşların kovuğundan geçip geldikleri uzun bir yolculuktan sonra, kendini birdenbire bulutlar içinde buluvermiş gibiydi. Köyler, tepeler, dereler, ırmaklar ayaklarının altında uzayıp gidiyordu. Yer yer karların göründüğü zirvelerde rüzgâr; daha sert ve oldukça da serin esiyordu. Uzakta sisler içinde, sırtını bir kayalığa yaslamış şirin bir köy ve ak taşlardan yapılmış ince minaresi görünüyordu.
- Ha gayret İbrahim; gün batmadan oraya ulaşalım.
- Peki efendim.
- Biraz istirahat eder, sabah namazını müteakiben yola revan oluruz inşallah.
- İnşallah!
- !!!
               ***
Köyün misafir odasında toplananlar; âdet olduğu üzere, beklenen bir dostlarıymış gibi merakla karşılayıp soru yağmuruna tutuverdiler gelenleri…
- Nereden gelip nereye gidersiniz?
- Şey! Uzak bir yerden geliriz! Akıllı adam işi değil vesselâm!
- Yollar tekin değil efendi! Malumunuz eşkıya var! Önünüze kurt, ayı çıkabilirdi.
- Şükür bir terslik olmadı. İlim tahsiline gidiyoruz. Rabbim kolaylaştırdı.
- Âmennâ!
- !!!
Ertesi günü oldukça dinç uyanıp kahvaltılarını yaptılar, atları da doyurulmuş, tımar edilmişti. İbrahim’in hazır olduğunu görünce amcası seslendi.
- Atlar hazır!
- Ben de!
- Haydi o zaman! Yolcu yolunda gerek!
- Peki emmi.
- Ya Allah, Bismillah!
- !!!
Atlara bindiler. Fazla aşina olmadıkları, insanlarını pek tanımadıkları bu yerlerin sabahı bütün karmaşasıyla üzerlerine geliyor gibiydi.
- Herkes ayakta! Şu hâle bak!
- Bahar, iş mevsimi yeğen…
- Biz de baharı beklemiştik öyle ya!
- Bugün sıradan bir gün ama sen son zamanlarda çok sıkılıyordun İbrahim. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.