Mavi göklerin vazgeçilmez süsüydü kuşlar...

A -
A +
 
 
Amca ve yeğen birbirine bakışırken sevindikleri gözlerinden okunuyordu...
 
Bir karınca topluluğu, kocaman bir tıstan böceğine var güçleriyle yapışmışlar kıpırdatmaya çalışıyorlardı. “Anlayana ne ibretler vardı” diye düşünüyordu ki amcasının sesi yankılandı:
- Oyalanma İbrahim!
- !!!
Cevap vermeden üstünü başını silkeledi, minik tavşanı bıraktığı yuvaya çevirdi son bir defa bakışlarını.
- Geliyorum emmi!
- Hadi geç kalmayalım!
- Peki!
- !!!
Yemek yedikleri yere döndü, unuttukları bir şey var mıydı diye. Yavrunun annesi olarak tahmin ettiği iri tavşan; dökülen ekmek kırıntılarını iştahla yiyordu. Çok hoşuna gitti, gülümsedi. Ne gamı ne kederi kalmıştı. Bütün kuvvetiyle atına doğru yürüdü İbrahim.
Yol boyunca minik tavşan aklına geliyor, keyifleniyordu. Annesizliğin, babasızlığın ne demek olduğunu yakinen bilen biri olarak, yavru tavşanı emniyetle yuvasına ve kardeşlerine kavuşturmanın huzuru içindeydi.
Bir işi murâd etme!
Olduysa inâd etme!
Haktandır o reddetme!
Mevlâ görelim neyler.
Neylerse güzel eyler…
                   ***
Çok çetin ve zordu yolculukları. Bir dere, bir tepe; in çık, in çık. Bitmek bilmeyen yolun nihayetine yaklaşmışlardı. Son bir tepeye tırmanmış, kayalıklara çıkmışlardı. O ara güneş de tepelerine dikilmişti bütün heybetiyle. Çok sıcaktı hava.
Amca ve yeğen birbirine bakışırken sevindikleri gözlerinden okunuyordu...
Leylak renkli sisler içinde hayal meyal seçilen Tillo’nun sarp kayalık, yüksek ufuklarında, kocaman ve pamuk istifi bulutlar; birbirleriyle yarış edercesine kaçışıyor, yavaş yavaş büyüyor, dağılıyor, toplanıyor, şekilden şekile giriyor, yine başka bir ufuk hattında sessizce kayboluyordu. Öğlenin yakıcı güneşi; kasabanın, helezonlar çizerek göğe yükselen dumanlardan ve yağmurlardan esmerlenmiş damlarına düşüyor, fasılasız esen ılık rüzgâr; başağa durmuş zümrüt rengi tarlaları bir o yana bir bu yana dalgalandırıyordu.
Nerelerden geldiği bilinmeyen sığırcık, serçe sürüleri etraflarında uçuşuyor, çıkardıkları anlaşılmaz sesleriyle; kaç gündür yollarda yorulmuş, yalnızlıktan, hasretten, kederden olsa gerek bunalmış bu misafirleri; sırlarla dolu, bolluk, bereket fışkıran dünyalarına; biraz huzur ve saadet tatmak için çağırıyorlar gibiydi. Mavi göklerin vazgeçilmez süsüydü kuşlar. Onları seyrederken kendini; bir masal âlemindeymiş gibi hissediyordu İbrahim. Gördükleri, ruhunu ferahlandırıyor, heyecanlandırıyordu da… Kalpten gelerek yaptığı duâları kabul mu olmuştu ne? Aklında kalan bütün eski hatıralarını, uykusuz geçen uzun kış gecelerinin kasvetini bir bir siliyordu bu gördükleri.
Kalbinin en ücra köşesinde tarifsiz bir dünya vardı İbrahim’in. Uçsuz bucaksız uzayıp giden sarı, mavi, pembe, allı, morlu, envaiçeşit çiçeklerle dolu, Cennet misali bir yer... Huzura, iyiliğe hazır olmadan, nasıl anlatabilirdi ki? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.