BAŞBAKAN'IN SELAMI

A -
A +
Sn Başbakan'ın dün AK Parti grup toplantısında selâma dair yaptığı konuşma, değme müftünün, vaizin, ilahiyatçının...  dile getiremeyeceği kadar güzeldi. Mensur bir şiiri gibiydi. Ahmet Davutoğlu için ilk koyduğumuz teşhislerden birinin "irticalen konuşurken de fikir inşâ etme kabiliyetine sahiptir" olduğunu bizi takip edenler hatırlarlar. Hatırlanacak diğer hükmümüz de "yerli ve millî bir insan" olduğuna dair sözümüzdür...

Şanlı Peygamber -aleyhi's selatü ve's selâm- "selâmı yayınız!" buyurmaktalar. Bu buyruk, ilklerden kıyamete kadar gelecek bütün ümmet içindir. Türkiye Başbakanı, dün hem "esselâmu aleyküm!" diyor ve hem de selâmı, selâmın güzelliğini, etkisini, anlamını, kuşatıcılığını, gönül dili olmasını yayıyordu.

Dinleyince Rabbimize şükrettik. Böyle bir konuşma şimdiki nesillere bir fevkaladelik ifade etmeyebilir. Fakat resmî dairelere, hatta lüks mağazalara selâm vererek giremeyen insanlar için bu konuşma çok önemlidir.  Bir zamanlar, devlet, hükümet adamları, bırakınız "Allah" demeyi, "tanrı" demek için bile bir süre düşünürlerdi.

Ezan, ses bayrağımız, selâm gönül anahtarımızdır. Kalbden kalbe yol selâm başlangıcıyla alınır. Öyle ki selâm, Allah ve Peygamber ölçüsüyle azizleşmiştir. Selâm vermek sünnet iken almak farzdır. Ayrıca bizim irfanımızda selâmın merasim tarafı da teşekkül etmiştir. Selâm alındıktan sonra "gönderen de getiren de sağolsun!" diyerek teşekkür edilir, selam asla ayak ayak üstüne atılıyken alınmaz.

Tek Parti zihniyeti, medeniyetimize dair her değere, her müesseseye, her varlığa tebelleş olduğu gibi selâma da saldırdı. Kur'an ve sünnet lafızlarını hayatımızdan kazımak için başvurmadığı yol kalmadı. Ama Allah'ın takdiri hükümran oldu, "tünaydın" değil selâm yaşadı.

Ahmet Davutoğlu, ilk Başbakan seçildiği gün yaptığı ilk konuşmada biz de vardık. Âdeta, Şarkî Türkistan’ın Urumçisinden Endülüs'e, Kırım'dan Yemen'e, Kâbe-i Şerîf'ten Topkapıyı Hümayun'a, Peygamber otağı Kubbe-i Hadra'dan Gül Baba Türbesi'ne, Ahmedi Yesevi'den Sarı Saltuk Dergâhına dek ne değerimiz varsa, kubbe kubbe, minare minare, dağ dağ, ırmak ırmak onları selâmladı. Bu bir ilkti ama niçin öyle olduğu belki çok da fark edilmemişti. Dünkü konuşmasını makam yükünü ilk sırtladığı ândan itibaren neden selâmı dilinden düşürmediğine dair kararının bir esbabı mucibesi, Myanmar misalinde olduğu gibi çarpıcı atıflarla dolu bir gerekçe olarak gördük.

Namuslu tarihçiler derler ki: "Sultan Abdülhamid Han'ın senede bir kere gönderdiği bir Selâmı Şâhâne ile bir adet Mushaf-ı Şerîfi alan Hindistan Müslümanları, İstanbul'a bağlılıklarını gösteren coşkun gösteriler yaparlardı."

O gün Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in tamamı yekpâre bir ülke ve cümlesi "Hind Müslümanları"ydı. İstiklal Harbimize, Cihad-ı Ekber'e yardım için yastık altlarındaki, boyunlarındaki, kollarındaki altınları Ankara'ya gönderen Müslümanlar onlardır.

Bugün "Hind Müslümanları"ndan gelen yardımın akıbeti çok net bilinmese de şu kadarına vâkıfız:

O altınlarla İş Bankası kurulmuş, kurulan bu bankaya CHP ve Türk Tarih Kurumu da hissedar yapılmıştır. 12 Eylül rejiminde bu iki hisse iptal edildiyse de sonra tekrar iade oldu. TTK'nın hissesi yerinde kalabilir. CHP'ye bahşedilen hisse ise Vakıf Katılım Bankası'na devredilmelidir. CHP mesnedsiz bir şekilde böyle bir gelire sahipken seçimlerden sonra bir de Hazineden yardım almaktadır.

Bu haksızlığın düzeltilmesi gerekir.  

Mahkemeler bunun için vardır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.