PASAPORT

A -
A +
Sevgili Peygamberimizin -aleyhissalatü vesselam- "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" mübarek sözlerinin her zaman hatırlanması gerekir. Ramazan aylarında ise daha çok hatırlamakla mükellefiz. Buyurulan Hadisteki "komşu" kelimesine dikkat edilmesi gerekir. "Müslüman komşu" denmiyor; dara düşmüş, aç kalmış "komşu"ya işaret edilmekte. Müslüman zaten "mü'min mü'minin kardeşidir" bir başka Hadisi şerifi gereği kardeştir. Bu anlamda burada komşuluk kavramı daha geniş bir sahayı içine almaktadır. Komşu yalnızca bina yakınlığı değildir.
On bir ayın yüzük taşı ramazanın mü'minlere kazandırması gereken en kıymetli değerlerden biri diğerkâmlıktır; bir başkasının şartlarını düşünüp onun yerine kendini koyma, onun dertleriyle dertlenme.
Komşu, kardeş, hısım akraba, mazlum, mağdur... düşünülmeden bir ramazan ayı geçirmek eksikliktir. Aç kal-tıka basa ye mekânikliğine dönüşmedir. Bu, Sevgili Peygamberimizin ümmetine yakışmayan acınası bir hâldir.
Hısım-akraba, mahalle komşuluklarını terk edip iftarı pahalı otellerin şaşaalı salonlarında israf seline dönüştürmek ise haramla burun buruna gelmedir. Böylesi geçen ramazanın devamında da ziyaret edilmesi, eli öpülmesi gerekenleri bir tarafa bırakıp bayramı sahil otelleri veya yurt dışı turlarla geçirmek var.
Şehirleşmenin, siteleşmenin, plazalaşmanın getirdiği yalnızlık ve yabancılaşma, beklenmedik bir zamanda beklenmedik çapta zenginleşme, daha dün mütevazı sofralarda samimiyetin ıtır kokulu ikliminde yapılan ve samimiyetle paylaşılan sohbet dolu iftarların yerini şimdilerde masalardan dolup-taşan, bize mahsus olmayan, bizden olmayan yiyip içmeler aldı. Bazılarında ibadetler, iftarlar şekle dönüştü, gösteriş oldu, pazarlama sebebi, iş kapma vasıtası yapıldı.
Ramazan ayındayız. Elbette imkânı olan Umreye gidecektir. Ama hangisi daha faziletlidir? Dokuz kere umreye gitmiş birinin veya bir ailenin onuncu kere gitmesi mi, yoksa kendileri gitmeyip gidemeyen birini veya bir aileyi göndermeleri yahut borçlu birinin borcunu ödemeleri o da olmazsa evlenemeyen bir genci evlendirmeleri, ev alamayan bir aileye destek olmaları mı?
İbadetlerin huşu, şuur ve samimiyeti kaybolup şekle, alışkanlığa hele hele desinlere dönüşmesi hiç makbul değildir. Haclar, Umreler turistik gezi mahiyeti alınca orada mâneviyat adına, sevap nâmına ne kalır?
Kürsülerde, mikrofonlarda, ekranlarda, sütunlarda ramazan, oruç ve İslamiyeti anlatan Hocalarımızın sırt sıvazlayan, hoşa giden kelamlardan ziyade tabiri caizse biraz can acıtmaları, kalb titretmeleri devrindeyiz. İbadetle bencillik, laubalilik ve israf yan yana olamaz.
İnsan, kelimelerle düşünür, konuşur ve anlaşır. Şuurunda olmak, künhüne vâkıf olmak, idrakinde...olmak gibi derin mânâlı kelimeler lügatlerden ihraç edilince geriye vergi memuruna vergi ödercesine ibadet yapma davranışı kalmakta.
Oysaki şuur işte şudur:
Diyanet İşleri Başkanımız sn Mehmet Görmez'in Diyanet'in Sapanca'da yaptığı toplantıda aynı masayı paylaşırken anlattığı çarpıcı bir hatırayı aynen naklediyorum:
-Geçen sene Sezai Karakoç'a giderek "üstadım, sizi Hacca götürelim" dedim. Hiç beklemeden şu cevabı verdi: "Hac bana farz değil". "Nafile olsun" dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: "Ben, kendi topraklarımıza pasaportla gitmem!!!"
Yani; "Suriyeli mülteci" değil kardeş.
Zaten Görmez Hoca, sohbet esnasında "1920'ye kadar Şam, Halep, Bağdat bizimdi, onların da dedeleri Kût'ül Amare'de, Çanakkale'de. Onlar, anavatanlarına geldiler" demem üzerine hatıra dağarcığını açmıştı.
Kalbi sızılı Müslümanın gönül toprakları öylesine geniş ki. Onun için Şarki Türkistanlı, Arakanlı, Açeli, Kırımlı, Suriyeli, Filistinli, Somalili...mesafelere aldırmadan komşudur.
Vahiy medeniyetinde komşu sanki kardeştir.
İsrafsa suçtur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.