"Bize Ankara hükümeti verin"

A -
A +

Esas mevzuya gelebiliriz artık. (Dünkü yazıdan devamla)

Peki neden Hitler kendine bir Atatürk büstü yaptırmıştı? Neden Cumhuriyetin 10. Yılı Berlin'de SA'lar tarafından nasyonel sosyalist marşlarla kutlandı? Neden Türkiye Büyükelçisi'nin cenazesi askerî törenle, NAZİ selamlarıyla uğurlandı ve neden Türkiye Büyükelçisi NAZİ protokolünde en ön sıralardaydı?

Bu sorulara o zamanın şartları öyleydi, Nazi Almanyası Türkiye'yi yanına çekmeye çalışıyordu, Atatürk'ün Orta Doğu'da modern bir devlet kurmasını bütün Batı takdir ediyordu gibi cevaplar verilebilir.

Ama Stefen Ihrig'in Nazi literatürünü tarayarak yazdığı Atatürk in Nazi Imagination kitabını okuyunca elinizde çok daha şaşırtıcı bir cevabınız oluyor.

Bunun için Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) yani Nazi partisinin kurulduğu yıllara dönmek gerek.

Birinci Dünya Savaşı'nın kaybedeni Almanya, Versailles Antlaşması'nın ağır şartlarıyla diz çöktürülmüş, imparatorluk yıkılmış, Weimar Anayasası'yla çok partili bir cumhuriyet kurulmuş. Bu ağır yenilgi ve teslimiyet milliyetçileri, ekonomik şartlar da sosyalistleri güçlendirmekte. Başkenti Münih olan Bayvera eyaleti Berlin'den ayrı bir yol tutmaya çalışıyor.

İşte tam bu yıllarda Hitler Münih'te kurulan Alman İşçi Partisi'ne üye olup (1920) önce onu Nayonel Sosyalist Nazi Partisi'ne çeviriyor, sonra da genel başkanlığına seçiliyor. (1921)
Yani bütün hikayenin başladığı zamanlardayız. Kuruluş yıllarında.

İşte bu kuruluş günlerinde Nazilerin en dikkatli takip ettikleri dış politika gündemi Hitler'in başından beri yanında olan SA paramiliter güçlerinin kurucusu Ernst Röhm'ün anılarına göre "Kemal Paşa önderliğindeki Türk bağımsızlık mücadelesi."

Ihrig dönem gazetelerinde her gün bir sayfaya yakın Türkiye ve Mustafa Kemal Paşa'dan haberler olduğunu, Alman basınında AB adaylık süreci de dahil Türkiye'nin o yıllar kadar hiçbir zaman bu kadar gündem olmadığı tespitini yapıyor.  

 

Aslında Almanlar "Türk Ateşi" dedikleri Enver, Cemal Paşaları 1908'den beri, Mustafa Kemal Paşa'yı da Çanakkale'den sonra yakından izlemekteydiler. 1917'de o sırada veliaht prens olan Vahdettin'le Almanya'ya giden Mustafa Kemal Paşa'yı Cumhurbaşkanı Hindenburg'un "Anafartalar Kahramanı" diye karşıladığı biliniyor.
Ama bu kez ilginin sebebi farklı. Bunu en iyi Nazilerin gazetesi Völkische Beobachter'in 1921'in başlarında attığı bir manşet anlatıyor: "Türkiye; Rol model."  Savaş kahramanı, Hitler'le birlikte hareket edecek general Ludendorff'a göre de aranan bir "Alman Mustafa"dır.
Peki kimdir Nazilerin kafasındaki Alman Mustafa? Ya da o günlerin gazetelerinde verilen adıyla Ankara Çözümü ya da Türk Çözümü?

Bu bir başarı öyküsüdür önce. Nasıl Türkler Kemal Paşa liderliğinde Sevres Antlaşması'nı yırtıp attıysa, Versaille Antlaşmasını yırtıp atmalıyız. Peki bunu nasıl yapabiliriz? İşte rol modellik esas orada başlıyor.

Mustafa Kemal'in yaptığı gibi. "O nasıl Ankara'da hükümet kurup, oradan itilaf devletleriyle savaşırken İstanbul hükümetini yıktıysa, biz de Bayvera Eyaleti'nde iktidarımızı kurup Münih'ten Berlin'e yürümeliyiz."

Ihrig, Nazi gazetesi Völkische Beobachter ve SA'ların ideolojik yayın organı Heimatland'de 1921, 1922, 1923 yıllarında bu tezin işlendiği yazı dizileri, manşetler, haberlerden örnekler veriyor...

Bu yazı dizilerinden en etkilisinin yazarı ise Hans Tröbst. Tröbst, 1921'de Atatürk hayranı olduğu için İstiklal Harbi'ne katılmak için Anadolu'ya gelmiş, 1923'e kadar tren hatlarının bakımı gibi cephe gerisi hizmetlerde bulunmuş,  İstiklal Harbi madalyası almış, Nazi eğilimli bir Alman subay.

General Luderdorff'un telkinleriyle Türkiye dönüşü Nazilerin dergisi Heimatland'a Ankara Formülü'nü yazan Tröbst'ün yazı dizisini dergi "Eğer özgür olmak istiyorsak, Türk örneğini izlemekten başka seçeneğimiz yok" girişiyle ve geniş bir şekilde yayınlamış.

Tröbst'e göre Ankara Formülü'nün başarısının temelinde "ulusal temizlik" vardır. Tröbst ulusal temizliği özetle 'Muhaliflerin özel mahkemelerle tasfiye edilmesi, Meclis'te birliğin sağlanması ve "Türk ulusal gövdesinin kan emici parazitler olan Ermeni ve Rumlar'dan temizlenmesi" olarak tarif ediyor. "Bunlar yapılmasaydı özgürlük mücadelesi tehlikeye düşebilirdi" diyerek.
Yazı dizisinin başlamasından hemen sonra Hitler'in Tröbst'ü davet edip ve Türkiye izlenimlerini bizzat kendisinden dinlediğini öğreniyoruz kitaptan. Ihrig bu görüşmeden sonra Hitler'in sekreterinin Hitler adına Tröbst'e "Türkiye'de şahit oldukların bizim de ileride yapacağımız şeylerdir" diye yazdığı aktarıyor. Hitler'in bu yazı dizisinden etkilenmesinin delillerinden biri de Hitler'in aynı zamanlarda Münih'teki bar toplantılarında Mustafa Kemal örneğinden bahsetmeye başlaması.

Tarihler 1923'ün sonbaharını göstermektedir. Ankara Çözümü o kadar popüler hale gelmiştir ki Weimar Almanyası'na karşı çıkamaya başlayan Bayvera'yı yöneten üçlü Kahr-Lossow- Seißer yönetimine Nazilerin dergisi Heimatland manşetinden "Bize Ankara hükümetini verin" diye çağrı yapar.

Bu kapaktan günler sonra 8 Kasım 1923 gecesi Hitler yanında savaş kahramanı general Luderdorff olmak üzere Bayvera'yı yöneten bu troykanın Bürgerbräukeller barındaki toplantısını basıp Münih'ten Berlin'de iktidara yürüme planına destek ister, olmayınca da onları tutuklatıp adamlarıyla Münih'i ele geçirmek için darbe girişiminde bulunur ama başarısız olup tutuklanır.
Ihrig kitabında, bu malzemeyi sunarak, Birahane Darbesi ya da Hitlerputsch diye bilinen Nazilerin bu erken darbe teşebbüsünün ilham kaynağının Ekim 1922'de Mussolini'nin Roma Yürüyüşü'nden çok Mustafa Kemal'in Ankara'dan İstanbul'daki iktidarı ele geçirmesi olduğunu iddia ediyor.

Bunu Hitler'in darbeden sonra mahkemedeki savunmasından örneklerle destekliyor. Hitler hainlik suçlamasına cevap verirken Sezar'ın Rubikon'u geçişinden sonra Türkiye'de Mustafa Kemal'in İstanbul iktidarını yıkışını, ardından Enver Paşa'nın Selanik'ten İstanbul'daki iktidarı devirişini anlatıyor. Son olarak da Mussolini'yi veriyor. Hitler mahkemedeki son savunmasında da Atatürk ve Türkiye örneğinden bahsetmiş "Bugünlerde iki çeşit darbe oldu etrafımızda. İlki Türk general Kemal Paşa'nın, İstanbul'un egemenliğine başkaldırıması, hatta daha ileri gidip Muhammed'in dinin kutsal otoriterisinin başındaki kişiyi bile reddetmesi. Kendi kendimize soralım: Kemal Paşa'nın hareketini sonunda  meşrulaştıran şey neydi? Ulusunun özgürlüğünü kazanması. Belki onun da hain olduğu düşünüldü. Fakat değildi. İkinci örneğimiz Mussolini'nin darbesi."

Ihrig burada önce Atatürk ardından Musolini'den bahsetmesinin Hitler'in kafasındaki hiyerarşi olduğunu söylüyor. Ankara Formülü doğru muydu yanlış mıydı tartışması uzun süre sürüyor. İstiklal madalyalı, Birahane Darbesi'nin fikir babalarından Tröbst darbeden cayan Bavyera'daki askerî güçlerin komutanı Lossow'u suçladığı yazısında "Biz hâlâ Ankara formülüne inanıyoruz" diyor örneğin.

Sonra da Almanya'dan kaçıyor. Peki nereye kaçıyor? Tabii Türkiye'ye. Daha da ilginci darbeden sonra darbecilerle iş tuttuğu için başı belaya giren General Lossow da Türkiye'ye kaçmış. 1924'te Türkiye'de ordunun altyapısının gelişmesine yardım ederken Alman ordusundan emekli olur. Lossow'un bu ilk Türkiye görevi de değildir. 1911 ile 1918 arasında İstanbul'daki Alman Büyükelçiliği'nde görevliyken Enver ve Talat Paşalarla birlikte çalışmıştır. Özellikle de 1915'te Ermenilerin tehciri sırasında.

Münih'teki bu isyancı, Nazi subaylar arasında Türkiye ve Atatürk bağlantılı olanlar onlarla da sınırlı değil. Darbeye karışıp karışmadığı belirsiz olsa da Çanakkale'den Komutanı Limon von Sanders de o sırada Münih'tedir. Filistin cephesinde Atatürk'ün kurmay subayı Kressenstein de. Nazizmi oldukça etkilemiş Thule Society'nin kurucusu von Sebottendorf Osmanlı vatandaşlığına geçecek kadar çok uzun yıllar Osmanlı ordusunda görev yapmıştır.
Ama Hitler'in Türkiye tecrübesi ve Ermeni Soykırımı hakkındaki esas kaynağı politik danışmanı Max Erwin von Scheubner-Richter'dir. Daha sonra Nazi hareketinin ilk "şehidi" ilan edilecek Richter, Doğu Anadolu'da konsolosluk görevlisi olarak Ermeni katliamına bizzat tanık olmuş bir isimdir. Auschwitz'in Komutanı Rudolf Hoess'un da Çanakkale madalyası vardır. Ama Türkiye ile en yakın teması olan isim herhalde Hitler'in sağ kollarından Himmler olmalı. Münih'te eğitimini tamamladıktan sonra üzerinde çalıştığı tehcir konusunda incelemeler yapmak üzere Atatürk'ün Yeni Türkiye'sine gitmiştir.

O yüzden 1923'deki başarısız darbe girişimiyle Mustafa  Kemal, Nazilerin gündeminden düşmez. 1930'ların da başında Hitler'in bu kez iktidarı teslim almaya hazırlandığı yıllarda yeniden geri döner. Ihrig kitabında, Hitler'in konuşmalarında Türkiye'deki başarılı örneğe yaptığı atıflardan, Türk halkının fedakârlığını Almanlara örnek gösterdiği cümlelerden örnekler aktarıyor.

Nazi gazeteleri Türkiye'den Türk nasyonel sosyalizmi diye bahsetmektedir. Türkiye ve Mustafa Kemal analojileriyle çarenin Hitler olduğu anlatılmaktadır. Hatta 1933'te Goebbels'in yakın adamlarından von Leers'in verdiği bir konferansın başlığı şöyledir:  Türkiye'de Mustafa Kemal'in Milliyetçi Devrim: Alman Faşizmiyle Fikri ve Tarihsel Paralellikleri. Hitler, Atatürk ve Mussolini'yi anlattığı çok satan bir kitap da yazan Leers Hitler'in resmî biyografisini yazan kişidir.

Nazi gazeteleri Hitler'in Temmuz 1933'de Milliyet'e verdiği röportajı tam sayfa yayınlarlar. Hitler Atatürk'e ilk kez o röpörtajda "Bize ilham verdi. Karanlıkta parlayan yıldız" diyecektir. Bu daha sonra Atatürk'ün vefatına kadar Nazi mecmualarında Atatürk'le ilgili bahsedilirken kullanılan bir kalıp haline gelir.

Kitaptaki malzemeyle yazıyı daha da uzatmak mümkün. Çok bilinen Hitler'in doğum günü için gelen Türk heyetine dediği rivayet edilen "Atatürk bizim öğretmenimizdi. Mussolini ilk, ben ikinci öğrencisiydim" sözleri dışında, Goebbels'in 1937'de günlüğüne yazdığı "Güzel bir uçuş. Seyahat ederken Atatürk üzerine olan kitabı okumayı bitirdim. Onurlu bir kahramanın hayatı. Tümüyle takdire şayan. Çok mutluyum!" sözleri gibi direkt alıntılar var.

Tabii Nazi eğitiminde Türkiye ve Atatürk'ten nasıl bahsedildiği, Atatürk'ün cenazesi için yapılanlar, Hitler'in haberi nasıl aldığı falan...
Onları da artık bu kıymetli kitabı okuyacaklara bırakalım.

Tabii bir hatırlatma. Bu kitabı bitirdiğinde insan maalesef Goebbels (öldüğünü hâlâ biliyorum) gibi diyemiyor...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.