"Ver, kurtul" diyorlar

A -
A +
Öyle bir zamandayız ki... Taşın ardında saklanan kimse kalmadı neredeyse. "Bizim kökümüz Kuvayimilliye" diye efelenenlerin hâline bakın mesela... Bu hafta onları çok heyecanlandıran iki konu vardı; Avrupa Birliği liderler zirvesi ve ABD senatosundan Türkiye'ye çıkacak yaptırım kararları. *** Peki, Türkiye onlara ne yapmıştı ki 'yaptırımlar' için toplanıyorlardı? Avrupa Birliği'nin karın ağrısı Doğu Akdeniz'de yaptığımız sondajlardı. "Gemilerinizi çekin, burada doğalgaz, petrol falan aramayın, Ege'de olduğu gibi Akdeniz'de de kıyılarınıza hapsolun" diyorlardı özetle. Ana mesele buydu! Akdeniz'e en uzun kıyısı bulunan ülke Türkiye, Ege'yi haydut gibi yutan Yunanistan'ın ve arkasındaki Fransa'nın zorbalıklarına diz çökecek, bu beyefendiler ne isterse razı olacakmış, yoksa 'yaptırımlar' uygulanırmış! Özetle "Akdeniz'deki zengin hidrokarbon yataklarından payını alma, onu da biz yiyelim" diyordu Avrupa. *** AB liderleri karar alamadı, martta yapacakları bir sonraki zirveyi beklemeyi yeğledi. Belli ki ABD'de koltuğa oturmaya hazırlanan Biden'ın ne yapacağını görmek istediler. "O Erdoğan'ı hallederse zaten bizim bir şey yapmamıza gerek kalmayacak" diye düşünüyor olmalılar. Nitekim, aynı zamanlamayla ABD de hareketlendi. Türkiye'yi 'hasım', yani düşman sınıfına koymayı ve hangi yaptırımları devreye sokacaklarını görüştüler. Peki onların derdi neydi? Kendileri Patriot vermediği için Rusya'dan aldığımız S-400 hava savunma sistemi. Türkiye, Suriye'de savaş tehdidi ile karşı karşıya geldiğinde sınırımızda kurulu NATO patriotlarını bile söküp götüren yüzsüzler, bu sistemi Rusya'dan edindiğimiz için bize yaptırım uygulayacakmış. Üstelik NATO üyesi Yunanistan yıllardır Rus S-300'lerini kullanırken... Mevzu Yunanistan'ın güvenliği olunca gıkını çıkarmayanlar, istiyor ki Türkiye'nin hiçbir şekilde hava güvenliği olmasın! Bunun anlamı nedir? Duyulan rahatsızlığın sebebi, ta 2002'lerden bu yana yapılan Türkiye'yi işgal tatbikatlarını ve çevremizdeki ülkelerde kurulan ABD üslerini boşa çıkarması mı? *** Gerek AB, gerekse ABD'nin verdiği mesaj çok açık... Niyetlerini de gizlemiyorlar nitekim. Lakin asıl problem içimizdeki rahatsızlar. Kuvayimilliye ruhundan geldiklerini iddia edenlerin, bugün Türkiye'nin geleceği, bağımsızlığı için çok hayati iki konuda sergiledikleri duruşa bakın. Ağzı kulaklarında "Demedik mi size S-400'leri almayın diye! Bari çalıştırmayın ya da Azerbaycan'a vererek kurtulmaya bakın" falan diyorlar. Bu yüzsüzlüğün, arsızlığın adını Cumhurbaşkanı Erdoğan koydu. "Düşman adına beşinci kol faaliyeti yürütenler, bunun hesabını verecek" dedi. MHP lideri Devlet Bahçeli de Türkiye'nin en büyük probleminin, kendini aydın zanneden satılmış ruhlar olduğuna dikkat çekti. *** Şu günlerde olanları bir kenara kalın çizgilerle not edin. Akşamları ekranlarda, kelimeleri ağzında yuvarlaya yuvarlaya Batı'nın Türkiye düşmanlığına payandalık edenleri ve millî direnci zayıflatmaya çalışanları rahatlıkla tespit edersiniz. Onların açık seçik diyemediğini CHP Genel Başkanı’nın başdanışmanı ve milletvekili Ünal Çeviköz söylemişti zaten. Amerikan Alman Marshall Fonu (GMF) adlı düşünce kuruluşunun panelinde şöyle konuştu Çeviköz: - S-400'lerin aktif hâle getirilmemesi seçeneği (AKP hükûmeti yapmazsa) 'CHP'nin liderlik edeceği' bir sonraki hükûmetin gündemine kesinlikle gelecek. *** Bu skandal sözlerden sonra da Libya'da Trablus hükûmetine verilen desteği ve Kıbrıs'ta kapalı Maraş'ın açılmasını eleştirmişti kendileri. Kısaca "Doğu Akdeniz ve S-400 size kurban olsun. Yeter ki CHP'yi başa getirin, gerisi kolay" diyordu yeni seçilen Biden yönetimine. Bu kadarla da kalmıyor, terörle mücadelenin 'uluslararası standartlara uygun yapılması'ndan söz ediyordu -ki, bunun anlamı "Biz gelince PKK, FETÖ gibi örgütlere dokunmayacağız" demenin kibarca tarifiydi. *** İşte, yukarıda AB ve ABD'nin bugün Türkiye'den ne istediğini yazdım. Aşağıda da bugünkü CHP'nin ve sözde aydınlarının ne zihniyette olduğunu. Peki bu gerilim ve yaptırımlar nereye varır? 'İstiklal mücadelesi' yürüttüğünü açıkça ilan eden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı, bu tehditleri ciddiye alacak olsaydı, bu adımları hiç atmazdı. Son 8 yılda her badire nasıl savuşturulduysa elbet bu da bir şekilde atlatılacak. Lakin, yarın "beka problemi" diye yazdığımızda burun kıvıranlar, bugün 'diz çökün, geri adım atın' diyenler olacak. Ve maalesef ki, gördüğü bunca şeye rağmen bunlara aldananlar çıkacak. Soğan, patates fiyatı artmadan şimdiden söyleyin o zaman; Hükûmet versin, kurtulsun mu? Bu mudur Türkiye'nin yapması gereken?   ****************   Niye herkes susuyor?   Soruyoruz, soruyoruz, cevap yok. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Lakin, ilgilileri susunca mevzu kapanmış olmuyor. Sosyal medyada, WhatsApp paylaşımlarında deli sorular uçuşuyor! Geçenlerde yine biri telefonuma düştü. 21 Temmuz 1936 tarihli Ulus gazetesi kupürüyle birlikte. Şunu yazmış paylaşan kişi; İngilizler 10 Aralık 1915'ten itibaren Gelibolu'yu kendi istekleriyle terk etmeye başladı. Fakat 5 Kasım 1918'de geri geldiler ve bu defa 18 yıl kaldılar. Çanakkale 1936 yılına kadar İngiliz ordusunun işgalindeydi. Montrö imzalanınca gittiler. *** Ulus gazetesi kupüründe de "Mukavele dün gece imzalandı. Askerimiz bugün öğleyin Çanakkale'ye girmiş olacak" yazıyor. İddia doğru ise 'askerimizin Çanakkale'ye döndüğü' bir daha asla yazılmamış. *** Çanakkale'de 250 bin şehit verdikten 2,5 yıl sonra hem Çanakkale'nin, hem İstanbul'un işgali... Sene olmuş 2020. Çanakkale bir asır önce yazılan büyük destandan 2,5 yıl sonra nasıl oldu da geçilebildi? Bu soru bunca zamandır neden tartışılmaz ve aydınlatılamaz! Sıradan bir vatandaş olarak tarihçilerimizden cevabını isteme hakkımız yok mudur? Çanakkale zaferini kutluyoruz da, "Şu işin sonrasını da anlat kardeşim" niye demiyoruz? Onu da 'diktatör' Erdoğan ve baskıcı AK Parti hükûmeti mi engelliyor acaba!   *************   Türbeye bile düşmanlık   2018 Kasım'ında şunları yazmıştık; "Kimseler bilmez ama, proje çok kıymetli Ağabey’im Hayati İnanç'a ait… İki sene evvel, Sultan II. Abdülhamid Han'ın torunları ile birlikte çıktığı televizyon programında şöyle bir cümle kurar; 'Cennetmekân Abdülhamid Han değil mi ki Hicaz'a yaptırdığı demir yolunun Medine'deki raylarına, Peygamber Efendimizin huzuruna yaklaşırken gürültü yapmasın diye keçe döşetti… Biz de ona vefa için, Sultanahmet'teki türbesinin yanından geçen tramvay yolunda aynı hassasiyeti göstermeli, o bölümdeki raylara günümüzün teknolojisine uygun bir çözüm üretmeliyiz.' Hayati Ağabey bu kadarını der ve geçer… Birkaç gün sonra telefonu çalar. Arayan, Metro İstanbul AŞ Genel Müdürü Kasım Kutlu'dur… *** Kasım Bey, bu projenin hayata geçirilmesi için gayret göstereceğini ifade eder. Nitekim Şubat 2018'de, yani Abdülhamid Han'ın vefatının 100. yıl dönümünde müjdeyi verir. Türbenin önündeki bölüme plastik bağlantı sistemleri ile titreşimi azaltan raylar döşenir, makinistin korna çalmaması için ışıklı uyarı sistemi konulur ki, büyük sultanın ruhu incinmesin…" *** Bu yazıdan yaklaşık bir yıl sonra İstanbul'u CHP kazandı biliyorsunuz. Seçilen kişi, CHP tabanından değildi, hatta sağcıydı!... Annesi kapalı biriydi, kendisi Kur'ân-ı kerim okuyordu! 2020 Kasım ayına geldik. Vefatın 102. yıl dönümüydü... Sol gazeteler ve internet siteleri şunu müjdeliyordu; - Kızıl sultan Abdülhamit mezarda rahat uyusun diye AKP'li yönetim tarafından o mıntıkada tramvay yoluna döşenen, titreşim ve gürültüyü azaltan ışıklı sistem İBB tarafından iptal edildi. Bu tasarrufla her yıl 175 TL yurttaşın cebinde kalacak. *** Benim söyleyeceklerim bu kadar, üzerine yorum yapmayayım. Sadece Fatih Sultan Mehmed Han'ın huzurunda eşinin türbesine atılan tekmeyi de hatırlatayım. Gerisinin muhasebesini patates-soğancılar, EYT'liler falan yapsın.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.