The
Economist dergisi, "Demokrasi ile ilgili ne yanlış gitti?" başlığı
altından enfes bir dosya hazırlamış. 20.yy'ın açık ara en başarılı
projesi olan ve küresel olarak belki de tek kazanan fikir olan demokrasi
kavramı, 21. yy'ın başında bir krizde. Geçtiğimiz yüzyılın sonunda
demokrasi fikri sadece ahlaki ve ideolojik üstünlüğü ele geçirmedi, aynı
zamanda en etkin ve ideal rejim biçimi olduğuna dair bir konsensüs
hakim oldu. Demokrasi hem kâğıt üstünde, hem de pratikte en iyi işleyen
sistem olduğunu kanıtladı. Demokrasi ile idare edilen ülkeler,
demokratik olmayanlara göre çok daha müreffeh, hayat kalitesinin yüksek
olduğu ülkeler oldu. Demokrasiden anlaşılanın ve kastedilenin ne
olduğuna dair farklı görüşler de olsa, farklı ideolojilerin hemen
hepsi "demokrasinin iyi bir şey" olduğu kanısında buluştu.
Peki bu durum değişiyor mu? Demokrasinin modası geçiyor mu? Demokrasi fikri popülaritesini kaybediyor mu?
Hem
evet, hem de hayır. 20. yy'ın sonunda "liberal demokrasi ile tarihin
sonuna geldiği" analizleri yerini daha gerçekçi bir resme bırakıyor. Bir
yandan dünyanın farklı yerlerinde dikta rejimlerine karşı sokağa çıkan
ve bu rejimleri devirmeyi başaran insanlar var. Tunus'ta başlayan Arap
Devrimleri ile gelişen süreç buna bir örnek. Ancak aynı süreç dikta
rejimlerini çökertmenin demokrasi getirmediğine de örnek. Örneğin
Mısır'da Mübarek'in devrilmesi ile başlayan epey kısa ömürlü demokrasi
deneyiminin bir darbe ile yerini Mübarek döneminden farksız bir cunta
rejimine bırakması demokrasi inşa etmenin bir dikta rejimini devirmekten
çok daha zor ve sancılı bir süreç olduğunu kanıtlıyor. Veya
Sovyetler'in çöküşü ile esen iyimserlik rüzgârlarının, bugün Ukrayna'ya
bakıldığında fazlasıyla iyimser ve erkenci olduğu görülüyor. Amerika
merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan Freedom House'a göre son on
yılda özgürlükler dünya genelinde geriliyor.
The Economist
dergisinin dosyasına göre, demokrasi kavramını 21. yy'da tehdit eden iki
unsur var. Birincisi Çin'in yükselişi. İkincisi ise demokrasi
kavramının en güçlü olduğu yer olan Batı'da gerilemesi. Çin kendine özgü
sistemi ile Batının ekonomik büyüme tekelini kırdı. Bir yandan en
vahşisinden bir kapitalist sistem, diğer yandan merkeziyetçi ve despotik
rejimi ile eklektik de olsa bir model oluşturdu. Buna karşılık
2007-2008 finansal krizi Batı için sadece ekonomik bir kriz olmadı.
Ekonomik krizi çıkaran unsurların temelinde kötü yönetişim olması,
demokrasinin etkinliği üzerine soruları da beraberinde getirdi. Buna
demokrasinin en temel ritüeli olan oy verme sürecine bile iştirak
etmeyen kitleler ve gittikçe azalan siyasi katılım, diğer yandan
demokratik kurumlara duyulan inancın gittikçe azalması eşlik etti.
Avrupa'da yükselen radikal sağ ve ırkçı partiler Avrupa demokrasisi için
tehdidin içeriden geldiğini gösteriyor.
Bir ankete göre
Çinlilerin %85'i ülkelerinin gidişatından çok memnun olduğunu söylerken,
bu oran Amerika'da %31. Çin'in resmî söylemi, demokrasinin kaos
getiren, verimsiz ve fazla karışık bir sistem olduğu yönünde. Bu
söylemin alıcıları dünya çapında mevcut, Vietnam, Dubai, Ruanda sadece
birkaç örnek. Buna Putin dönemi Rusya'sını eklemek de mümkün. Yeni soğuk
savasın çatışan ideolojileri eskisi gibi kapitalizm ve sosyalizm değil.
Liberal-demokratik kapitalizm ve despotik kapitalizm arasındaki
mücadele belirliyor yeni dünya düzeninin kodlarını.
Bir yandan
demokrasiyi daha iyi bir yaşam için gören kitleler var dünyada. Diğer
yandan demokrasiden verim alınması epey emek gerektiren bir süreç.
Kurumların, siyasi kültürlerin değişmesi ortalama bir insan ömrü için
epey uzun bir süreç gerektiriyor. 20. yy'ın demokratikleşme tarihi kolay
ve sancısız olmadı. 19.yy'da somut bir alternatif olarak tüm dünyada
uygulamaya geçen seçimler sonucu oluşan meclis fikri, 20.yy'ın başında
demokrasi açısından ümit vadediyordu. Ancak bu demokrasi arayışı Almanya
ve İtalya'da faşizmin, Rusya'da ise Sovyetler'in konsolide edilmesi ile
ciddi yara aldı. 1941 yılında dünyada sadece 11 tane demokrasi vardı.
Bugün ise dünya nüfusunun %40'ının demokratik rejimler altında
yaşadığını söylemek mümkün. Yani etkinliğini arttırdığı 20. yy'da
demokrasi kolay testlerden geçmedi, ancak hayatta kalmayı başardı. 21.
yy'ın farklı olacağını söylemek mümkün değil.
Çin'in yükselişi
Batı demokrasilerinin hegemonyasını geriletecek bir faktör, burası
kesin. Ancak tüm krizlerine rağmen, demokrasinin gerilediğini söylemek
mümkün değil. Demokrasi fikrinin önemli kuramcılarından, ünlü düşünür
Alexis de Tocqueville'in 19. yy'da dediği gibi: "Demokrasiler
olduklarından zayıf görünürler, yüzeyde bir kaos vardır, ancak derinde
bir güç yatar." Çin ve Rusya gibi deneyimlerin yüzeyinde bir nizam var.
Ancak baskı ve zorbalık üzerine kurulan bir nizamın sonucunun nasıl bir
kaos ve yıkım olduğunu, komşumuz Suriye tüm dünyaya göstermedi mi?