Mutabakat metninin tarafları

A -
A +

O sahneyi hatırlayan vardır; Erbakan hastane odasında, partisinin yönetimini toplamıştı. Yarı yatar yarı oturur vaziyette partinin başkanı, yanında sanki hasta ziyaretine gelmişler gibi dizilen partinin yönetim kurulu.
Aslında bizim partilerin yönetim kurullarının aile şirketi yönetim kurullarından farkı yoktur.
Vakıf mütevelli heyetleri de aynı.
Görüntü şöyle: Sanki mütevelli heyeti toplanmış, konuşmuş, tartışmış, bir karara varmış ve karar deftere yazılmış gibi yapılır ama aslı şöyledir:
İşadamı bir vakıf kurmuştur. Mevzuat öyle diyor çünkü.. Üniversite kuracaksan vakfın olacak. Vakıf kurulur. Aile fertleri mütevelli heyet üyesi olur, (eskiden araya bir de emekli paşa sokulurdu şimdi ihtiyaç duyulmuyor) o göstermelik heyet üzerinden işler yürütülür. Bunda bir sakınca yoktur. Nihayetinde paranın sahibi karar verir. Sakınca böyle göstermelik işlere ihtiyaç duyulması, her şeyin bilinmesine rağmen her işin mış gibi yapılması. 85 senedir mevzuat fiili duruma uydurulmaz.
Partiler vakıf gibi, vakıflar parti gibi, yönetim kurulları mış gibi..
Dönelim başa: Hastane odasındaki toplantı karesi ne anlama geliyor. Öyle bir görev aşkı ki, hastane odasında bile toplantı yapılıyor.
Siyasete bir defa bulaşan ölünceye kadar o işten kopamıyor.
Sana ne bana ne, oy vereni varsa, peşinden gideri varsa ister ölünceye kadar o işi yapar ister oğluna bırakır, kenara çekilir.
Bir gariplik daha: Mecliste, partide, parti yönetiminde serbest iradesi ile karar veremeyen üye yadırganır ama şirket yönetim kurulunda, vakıfta, dernekte irade beyan edemeyen üye yadırganmaz.
Esnaf odalarının birinde 35 yıl başkanlık yapan adam da yadırganmazdı. Ben ergenlik dönemimde o odayı o adamın şahsi mülkü zannederdim. Kızılay'ın sahibi Kemal Demir, Şoförler Odasının sahibi o abi, Sağlık İş'in sahibi Mustafa Başoğlu abi, memleketin sahibi de biz.. Laf lafı açtı Mustafa Başoğlu bazen televizyona çıkar, Karadeniz bölgemizde Pontus Rum devleti kurma hazırlıkları var, diyerek haritalar gösterirdi. Uyanık olun derdi. 50 yılını doldurunca, "Abi artık ayıp oluyor, aday olma" dediler ağlayarak gitti. Aday olsa yine seçilirdi. Üyeler aşiret üyesi gibiydi. Bu aslında bir yönüyle başarıdır, sistemin zaafı ama o işi o mevzuatla yürütenin başarısı.
Derken efendim, biz bir yenilik yaparak yok öyle koltuğa yapışıp kalmak diyerek üç dönem kuralı koyduk, 3 dönem seçilen gidecek, gençler gelecek dedik. Ama neylersin ki, bu güzel kuralımız ve niyetimiz şu sebebten bu sebebten veya Bahçeli yüzünden yürümedi. O koalisyon kursaydı erken seçime gidilmezdi, erken seçime gidilmeyince 3 kural tartışması olmazdı. Erken seçimde ikiler 3 oldu desen olmaz, 3'ler ara vermiş sayılmaz desen o da olmaz. Kuralı esnetmekten başka çare yoktu. Mazeretimiz makul şüpheli kadar makul.
Aslına bakarsanız böyle göstermelik kurallar seçim erken olsa da olmasa da yürümezdi.
Evren Paşam, "Size öyle bir anayasa yazdıracağım ki" demişti; "bir daha 12 Eylül öncesine dönmeyeceksiniz."
Peki 12 Eylül Anayasasının tarafları kimdi? Anayasalar neticede mutabakat metni olduğuna göre kiminle kim mutabık kalarak o kuraları koydu? Biz kiminle mutabık kalarak değiştireceğiz? Parti tüzüğü değil ki toplanıp tüzüğü esnetelim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.