Direnmek mi, yönetmek mi? Belki de bütün mesele bu...

A -
A +
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin araştırmasına göre, Kobani'de son 40 gündür devam eden çatışmalarda 800'den fazla insan hayatını kaybetti. Ölenlerden 21'i Kürt sivil, 302 tanesi ise YPG (PYD) militanı, 10'u ise Kobani'de YPG'ye destek için gelen Özgür Suriye Ordusu militanı. Buna karşı ölen IŞİD militanı sayısı 481.
Bu rakamların çatışma bölgesinden zorlukla temin edildiğini ve gerçek rakamların  biraz daha yüksek olabileceği şerhini düşerek bir soru ile başlayalım:
Kobani'de ölen 21 sivile karşı, Türkiye'de Kobani'ye yardım amacıyla, farkındalık oluşturmak için düzenlendiği iddia edilen gösteriler sonucu 40'tan fazla sivil hayatını kaybetti. Buna ek olarak sivil kıyafetleri üzerindeyken Türk polisleri, askerleri ve bir korucunun canına kastedildi.
Bu tabloda tuhaf bir şey yok mu?
Kobani'de 21 sivilin ölümü karşısında, bu katliama duyarlılık oluşturmayı hedefleyen Kürt hareketinin bedeli Türkiye'de 40'ın üzerinde Kürt sivilin hayatı olan politikasında çarpık bir şey yok mu?
Bu çarpıklığı açıklayacak bir faktör realpolitik olabilir. Türkiye'nin Kobani'ye peşmergenin geçmesi teklifini PYD'nin ilk başta reddetmesi, PKK militanlarının Kobani'ye geçmesine izin verilmiş olmasına rağmen, kayda değer sayıda militanın geçmemesi, Türkiye ordusunun Kobani'ye girme opsiyonuna kesinkes karşı çıkılmış olmasını göz önüne alanlar, zaten asıl mesele Kobani değildi yorumunu yapabilir. Bu tabloya bakıp, Kobani meselesinde Türkiye ile PKK ve PYD arasında geçen müzakere süreçlerinin, Kürt hareketi tarafından baltalandığı iddia edebilir. Bu minvalde bölgesel dinamiklere dikkat çekebilir. İran ve Türkiye arasındaki bölgesel rekabette Kürt kartının temel bir çekişme noktası haline geldiğini hatırlatabilir. PYD'nin Kobani meselesinde Türkiye ile uzlaşmaz tavrını, İran flörtüne bağlayabilir. Türkiye'nin Barzani ve PYD arasında bir orta yol bulma stratejisine karşı, İran'ın Barzani'nin bölge Kürtler'i üzerinde etkisini azaltma siyasetine dikkat çekebilir. Veya PKK içi bölgesel vizyon farklılıklarının, barış sürecinde farklı pozisyonlar alan kanatlar oluşturduğunu iddia edebilir. Dolayısıyla, PKK içi bir kanadın barışı baltalamak için her fırsatı kullanan bir oportünizm içinde olduğu söylenebilir.
Bunların hepsi mevcut Kürt siyasetinin manevralarını anlamak için bize perspektif sunan analizlerdir. Bölgesel aktörlerin rolü, Kürt siyaseti içindeki ayrışmaların etkisi elbette ki mevcut siyasi resim içinde epey belirleyicidir.
Peki, hepsi bu kadar mı? 6-7 Ekim vahşetini tetikleyen realpolitik kaygılar olabilir, peki bu vahşeti mümkün kılan, meşrulaştıran daha derin unsurlar yok mu? Sosyolojik ve ekonomik öfkenin yanısıra, Kürt siyasetinin yapısal sorunlarının bu krizde belirleyici etkisi yok mu?
Kürt hareketi bir "direniş" siyaseti olarak kaldığı sürece, tabanını bu direniş anlatısı üzerinden örgütlediği ve endoktrine ettiği sürece, bu tarz şiddet içeren akıl tutulmalarının yaşanması belki de kaçınılmaz.
Kürt hareketi yönetmek değil, "direnmek" konusunda ısrarcı olduğu sürece, düşman oluşturmaya muhtaç. Düşman birgün "TC," birgün Hüda-Par olur ancak düşmana karşı mücadele sabit kalır. Demokrasi hep talep edilen, ancak örgüt içinde uygulanması teklif bile edilemeyecek, anlamını yitirmiş bir slogana dönüşür. Şiddet sorunsallaştırılmaz, savaşın kaçınılmaz ve mübah stratejisi olarak kutsanır.
Bölgesel dinamikler ve realpolitik mevcut bir hastalığın semptomlarını belirginleştiren unsurlar olabilir. Ancak asıl sorun daha derinde ve yapısal. Kürt siyaseti yönetmeye talip olmak yerine, "direniş" kutsallaştırdığı sürece, Kürt siyaseti Kürtlerin üzerinde bir vesayet rejimi olmaya mahkum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.