İslamcı faşizm mi, yeni Wilson'culuk mu?

A -
A +
"G-20, gündemi sadece finansal meselelerle kısıtlı bir kurum olarak kalırsa, etkin olamaz ve uluslararası meşruiyeti olmaz... BM Genel Kurulu kapsayıcı, herkesi dahil edici ama Genel Kurul'a geldiğiniz zaman belli ulusların belli statüleri var. G-20 ise Birleşmiş Milletler sınırları içinde çalışan siyasi sistemden daha demokratik ve temsil edici."
G-20 2015 dönem başkanı sıfatıyla G-20 zirvesinde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, Türkiye'nin dönem başkanlığı vizyonunu yansıtan sunumunda daha kapsayıcı bir dünya sistemi vurgusu ana mesajı oluşturuyordu. Ekonomik eşitsizliklerin ve krizlerin sosyal ve siyasi krizlerden etkisinden, Ebola'ya karşı mücadeleye, ekonomik ve ticari entegrasyondan, enerji kaynaklarına özgür erişime kadar birçok konuya temas eden konuşmanın, en çarpıcı unsuru küresel sistemin demokratikleşmesi yönündeki çağrı oldu demek yanlış olmaz.
Bu minvalde, Güney Afrika dışında bir Afrika ülkesinin G-20'de olmadığını belirten Davutoğlu şunu ekliyor: "Son beş sene içinde Afrika'da 25 tane elçilik açtık. Birçok Afrika ülkesi G-20'de onların sesi olmamızı istedi. Biz dönem başkanlığımızda herkesin sesi olacağız ve buna göre bir gündem oluşturacağız." Buna ilginç bir örnek daha ekledi Davutoğlu: "Nepal ruhaniliğin merkezidir, nasıl dışlanabilir Nepal? Onlar da karar alma sürecinin bir parçası olmalı."
Erbil'deyim. Bir yandan, Türkiye'nin bölge Kürtlerine bakışının son on sene içinde nasıl değiştiğini, epey çarpıcı örnekler ile anlatan Kürt yetkililer ve akademisyenlerden dinlerken, diğer yandan Türkiye dış politikası gündemini takip ediyorum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'ye IŞİD'den kaçarak sığınan, Ezidiler'i Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda ağırlamasını ilişkin haberleri okuyorum ve bu girişimin ne kadar takdire şayan ve önemli olduğunun not düşülmesi gerektiğine inanıyorum. Ezidi temsilcilerin taleplerine dair detayları öğrenmeye çalışıyorum. Diğer taraftan gözüme Avustralya'da konuşma yapan Başbakan Davutoğlu'nun sunumu takılıyor. Nepal'in ruhaniliğini yücelten vurgusunun ne kadar hoş bir detay olduğunu düşünüyorum.
Diğer yandan "muhalif" yazılara göz atıyorum. Bağırarak yazılan makaleler. Tespit yerine nefret, argüman yerine hakaret var. Gerçeklikten uzak, sansasyonel iddialar. "IŞİD'ci hükümet" ithamları bol keseden kullanılıyor. "Mezhepçi" sıfatı kesmiyor olsa gerek ki, "İslamcı-faşist" (bu arada bu kavrama içkin çelişki için siyaset bilimciler göreve) gibi olaya daha da dramatik bir unsur katan ithamlar... 
Türkiye dış politikasının AK Parti yönetimi ile bir paradigma değişikliğine gittiği konusunda bir mutabakat var. Bu mutabakatın arkasından ise bu paradigma değişikliğinin ne yönde ve olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğuna dair fikir ayrılıkları geliyor.
Bu fikir ayrılıkları konjonktürel olarak, farklı siyasi görüşlerin günlük siyasi tartışmaları tarafından belirleniyor. Kıbrıs meselesinde çözüm istediği için "vatan satan" Türkiye, Rojava'da PYD'yi silahlandırmak konusunda şerh koyunca "milliyetçi" veya IŞİD'ci oluyor. Suriye meselesinin ilk günlerinde "emperyalist ABD'nin taşeronu" olan hükümet, Suriye'de Esad'sız çözüm olmaz tespiti yapınca, Türkiye uluslararası sistemden izole eden aktör oluyor. 2009 yılın İrancı olan ve Batı ekseninden kopmakla suçlanan hükümet, bugün "mezhepçi" olduğu için İran'la ortak bölge politikası geliştirmemekle eleştiriliyor. Müslüman Kardeşler'e sekülerizm öğüdü veren hükümet, gün geliyor "İslamcı faşist" olarak yaftalanıyor.
İşin özü bunların hiçbirinin gerçeği yansıtmadığı. Son derece aktif, dinamik, değişen şartlarda farklı strateji ve doktrinlerin adapte edildiği bir dış politika izlese de AK Parti bu politikanın özünü oluşturan değerler konusunda sabit bir tavrı korudu. Kendi içinde demokratikleşmeyi tecrübe ederken Türkiye, dünya sisteminde de demokratikleşme ihtiyacını vurguladı.
Burada hatalar yapıldı mı, elbette yapıldı. Dinamiklerin başdöndürücü bir hızla değiştiği Ortadoğu coğrafyasında, bugünden bakınca yanlış ama alındığı zaman diliminde makul ve mantıklı görünen tercihler yapıldı mı, evet yapıldı. Adaptasyon konusunda sıkıntılar çekildi mi, evet çekildi. Türkiye'nin bölgedeki hedeflerini geriden takip eden kapasite sorunu problem oluşturdu mu, evet oluşturdu. Türkiye'nin dış politikasında eleştirilecek unsurlar var mı, evet var.
Ancak tüm bu iniş çıkışlara rağmen, Türkiye çok riskli bir bölgede, minimum risk alarak etkin bir rol alabilmek için uğraştı. Bunda da başarılı oldu. Kapasite sorununu aşmak için insanüstü bir gayretle çalıştı. Türkiye'nin çıkarlarını en iyi şekilde geliştirmek için, iç kamuoyunun haşin ve hoyrat tepkisine rağmen aktif dış politika konusunda diretti.
Ve bunu yaparken, kendini bir dizi değer üzerinden ifade etti. Kendi çıkarının bölgenin demokratikleşmesi olduğunu gerçekten inanarak savundu. Dünya sisteminin bu şeklinin gayridemokratik olduğunu vurguladı.
Bu vurgunun ve "sistem içi sistem" eleştirisinin özünde ne İslamcı faşist bir bakış var, ne de totaliter bir dünya görüşü. Hatta ve hatta bu mesajlar, Amerikan dış politikasını 20. yy'da en çok etkileyen kişilerden olan Woodrow Wilson'ı hatırlatıyor. Yeni bir dünya düzeni, eski hiyerarşilerin gözden geçirilmesi, eşitliğe dayanan bir devletler sistemi, dünyada hegemonyanın yeniden tanımlanması ve demokratik olarak yeniden inşası, sistem dışı bırakılan ülkelerin sisteme entegrasyonu.... Wilson kendi döneminde hayalperest ve idealist olmakla suçlanmış, muhatapları tarafından dış politikası fiyasko olarak görülmüştü.
Ancak muhataplarının ismi unutulmuşken 21. yy itibari ile, hâlâ hemen hemen her Amerikan Başkanı Wilson'a referans vermeden ve ondan aldığı ilhamı vurgulamadan kendi politikasını anlatamıyor. Yaşarken ağır eleştirilere maruz kalan Wilson, Amerikan dış politikasını hâlâ belirleyen bir paradigmanın kurucusu olma sıfatını taşıyor.
Her teşbih elbette belli bir yanılma payını ve aşırı genellemeyi içerir. Türkiye dış politikasındaki yeni paradigmanın, elbette Wilson'culuk ile benzerliği kadar farklılığı da vardır. Ancak Türkiye'nin dış politika söylemindeki liberal veya demokrat ögeler inkâr edilemeyecek kadar yoğundur ve ne yazık ki Türkiye kamuoyunda yeterince takdir edilmemektedir.
Bu konuyu daha detaylı bir şekilde tartışmaya devam edeceğim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.