Ergenekon sürecinden bugüne dersler

A -
A +

Derin devleti tasfiye ederken yeni bir derin devlet oluşturan, bir temizlik operasyonundan üstü başı kirle çıkmayı başaran, demokratikleşme adına girdiği bir yolda gayri demokratik yollar ile gayri demokratik bir devlet içi yapılanma ile çıkmak büyük bir başarı idi. Biz bunu başardık. Bu süreçte istisnalar olmakla beraber, hemen her görüşten insan sınıfta kaldı. Kemalist muhalefet AK Parti'yi devirmek için askeri öne sunmanın iyi bir strateji olduğunu düşündü, yanıldı. Asker bu toplumsal "talep" karşısında Türkiye tarihinde örneklerini sık gördüğümüz şekilde kendine siyaset misyonu yapma yolunu seçti, yanıldı. Hükümet, askeri Türkiye siyasetinden tasfiye etme projesinde müttefikinin usulsüzlüklerini görmezden gelinebilir olduğunu düşündü, yanıldı. Entelijansiya ve medya sloganların detaydan önemli, kutsal bir amacın bazı "ufak" günahları mübah olacağına kanaat getirdi, yanıldı. Dini motivasyonları olan bir cemaat, siyaset ile değil, devleti ele geçirerek misyonunu gerçekleştirebileceğini düşündü, yanıldı. Ve bu noktaya geldik...

Geldiğimiz nokta, çıktığımız noktadan daha ileri belki. Hukuki mekanizmalardan ve kurumlardan ziyade psikolojik üstünlük sayesinde varolan askerî vesayetin gerilemesi, Türkiye'yi muhakkak demokratikleştirdi. Kürt, Ermeni ve gayrimüslim meselelerinde alınan mesafeyi belki buna borçluyuz. Başörtüsü yerine ulusal güvenlik konularının konuşulduğu Milli Güvenlik Konseyi toplantılarını da. Sadece işini yapan yeni bir TSK anlayışını da.

Ancak bu süre içinde "demokrasi uğruna" işlenen günahların bedeli, bugün hayaletimiz oluyor. Ergenekon soruşturmasında uydurulan deliller ile açılan pozisyonlar, MİT tırlarının durdurulması, yasa dışı dinlemeler, ulusal güvenlik toplantılarının sızdırılması ile geri döndü. Zaten AK Parti iktidarından önce, devlete sızmış ve devlet içinde örgütlenmiş bir yapı bu süreçte hükümeti devlet imkânları ile devirmeye çalışan bir çete hâline geldi.

Dün, Yıldıray Oğur'un yazısı son soruşturmaya dair detaylı bir resim ortaya çıkarıyor ve bu yapının nasıl işlediğine dair iddiaları sunuyor. Devlet içi bir yapının, kendine muhalif olan bir dinî cemaati, kara propaganda ile başlayan, delil sahteciliği ile devam eden bir süreçte yok etmeye çalıştığı iddia ediliyor. Yargı ve polis içindeki gücünü kullanan bir yapının, medyası ile kolaylaştırdığı bir cadı avına giriştiği iddia ediliyor. Bu iddialar doğruysa, Türkiye demokrasisi için bu kişiler cezalarını almalı, Türkiye'de hukukun üstünlüğü prensibinin ilk adımlarının atılması için bu yapı tasfiye edilmelidir.

Ancak bu süreçte, Gülay Göktürk'ün, "Aynı hataya bir kere daha mı düşeceğiz?" sorusu, her kesimin bu süreçte kendine sorması gereken bir sorudur.

Hükümet bu sorunun ilk muhatabıdır. Göktürk'ün yazısından alıntıyla devam edelim: "Somut belge ve tanıklıklara dayanan sağlam ve ikna edici iddianameler yazmanın zorluğu ortada. Özellikle karşınızda 40 yıldır karda yürüyüp izini belli etmemekte ustalaşmış bir yapı varsa... Ne yazık ki, bu zorlu koşulların paralel yapıyla mücadelede ciddi hatalara ve zaaflara yol açtığını görmek zorundayız... Ortaya çıkan her kötülüğü, aydınlanmamış her olayı ilgili ilgisiz cemaate bağlama refleksi, gerçek bağların da şüpheyle karşılanmasına neden oluyor. Çok önemli suçlamalar herhangi bir delil ortaya koymaksızın ileri sürülebiliyor... Silahlı bir yapı olmadığını gayet iyi bildiğimiz Paralel Yapı'yı 'terör örgütü' olarak yargılamaya kalkmanın, İlker Başbuğ'u terör örgütü lideri olarak yargılamaya ne kadar benzediğinin farkında değil miyiz? Devlet içinde illegal bir yapı oluşturmaktan yargılamak yerine, sanki terör örgütü kurmak tek vahim suçmuş gibi, böyle bir zorlamaya girişmek niye?"

Buna ek olarak, kara propaganda suçlamasıyla gazetecilerin gözaltına alınmasının yanlış olduğunu öğrenmedik mi henüz? Gazeteci gözaltına almaya girişmek niye?

"Aynı hataya bir kere daha mı düşeceğiz?" sorusunun diğer bir muhatabı ise bu konuda kamuoyunu belirleyen entelijansiya, gazeteciler ve muhalif siyasetçilerdir.

Ergenekon davasında gördüğümüz şartsız destek ve şartsız ret pozisyonlarının sonucu olarak zaten Türkiye'de pek itibarlı olmayan gazetecilik mesleği daha da itibarsızlaştı. Siyasi pozisyon bu süreçte kötü gazeteciliği meşrulaştırdı. Sloganlar, analitik düşünceden yeğ tutuldu. Ergenekon davasına destek veren isimler şu an ikiye bölündü. Sloganlar değişse de slogan atma alışkanlığı baki kaldı.

Göktürk'ün dediği gibi "Darbe girişimi söz konusuysa her şey teferruattır" mantığıyla gidilebilecek yol çok uzun değil. Aynı şekilde siyasi iktidarı devirmek için siyaset dışı mekanizmalardan medet ummanın da yolu çok uzun değil. Devlet içine sızmış ve arkasında çok mağdur bir yapının sözcülüğünü yapmanın da yolu çok uzun değil.

Meşru amaçların, her aracı meşrulaştırmadığı, mübah kılmadığını çok zor ve acı tecrübeler sonrasında hepimizin öğrenmiş olması gerekiyor. Bu prensibin bizi daha şık gösteren bir dekoratif unsurun ötesinde, sürdürülebilir bir demokrasinin esası olduğunu görmüş olmamız gerekiyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.