#Yargılanacaksınız

A -
A +

Son iki hafta içinde iki farklı kişiden duydum bu sözü. Aynı siyasi eğilim diyebileceğimiz çizgide olan.
Biri Enver Aysever, diğeri Ahmet Şık. Enver Aysever'den Habertürk'te, Ahmet Şık'tan twitterda. Enver Aysever'den benim da aralarında bulunduğum 3 kişiye, Ahmet Şık'tan ise çok kıymetli dostum Yıldıray Oğur'a. Enver Aysever bağırarak, direkt söyledi bunu. Ahmet Şık ise yine bağırarak ama ima ederek.
Neden? Farklı gerekçelerle... Yıldıray dünkü köşesinde kendi hikayesini anlatmış, bugün de sıra bende.
Her şey geçen 2014 yılının ekim ayında başladı.
Türkiye gazetesine yeni geçmiş, BM genel kurulunu takip etmek için New York'taydım. O dönem gazetemizin genel yayın yönetmeni Nuh Albayrak CNN Türk kanalında "Aykırı sorular" programında Enver Aysever'e, ben saat farkı nedeniyle New York'ta uyuduğum bir zamanda, konuk oldu. Benim bu olaydan uyanınca, telefonuma gelen "Amerikan projesi" ile başlayıp farklı küfürlerle sonlanan taciz mentionları ile haberim oldu.
Enver Aysever, Nuh Albayrak'a benim gibi bir Amerikan projesi gazeteciyi niye işe aldığını sormuştu...
Aysever'i tanımam. Hayatımda hiçbir yazısını da okuduğumu sanmıyorum. Kendisiyle ilgili o zamana kadar bildiğim tek şey, temsil ettiği bir prototipti. Birgün yazarı, hafif ulusalcı, hafif solcu, Hatay'a Esad'a destek konferanslarında konuşmalar yapan bir kanaat önderi idi kendisi.
Kendisi de beni tanımazdı sanırım. Onun da hiçbir yazımı okuduğunu sanmam. Ben de belli ki onun kafasında liberal, Batı yanlısı, Esad düşmanı, hükümet taraftarı olarak kodlanmıştım. Bu kodlardan hangisi kendisinin beni özellikle hedef almasına sebep oldu bilmiyorum açıkçası. Ama Suriye'de Esad rejimine karşı bilinen antipatim (dürüst olmaksa nefretim) olağan şüpheli factor olarak geliyor.
Orta Doğu'da gazetecilik yapan biri için riskli bazı sıfatlar vardır. Sürekli bölgede işi nedeniyle seyahat eden, farklı gruplarla gazetecilik faliyeti için görüşen, çeşit çeşit kaynağı olan bir gazeteci için epey ağır ithamlar vardır. Amerikan ajanı olarak suçlanmak bunlardan biridir.
Aysever'in beni Amerikan gazetecisi olarak kodlamasına sinirlendim. Basit bir iftira değil, komik değil, en önemlisi doğru değil.
AMERİKAN PROJESİ DEĞİLİM
Amerika'da eğitim almadım, Amerika'dan ödül almadım, Amerikan devleti ile gazetecilik dışında bir ilişkim yok. Olmayan şeyi nasıl kanıtlarım bilmiyorum. Banka hesaplarımın dökümünü versem? Wikileaks'te ismim neredeyse hiç ismim geçmiyor (herkeslerin ismi bol bol geçerken), bunu mu delil göstersem? Bakın Amerikan projesi olsam Amerikalılar benimle temasa geçerdi, sonra burada edindikleri bilgiyi tekrar Amerika bildirirdi, demek Amerikan ajanı değilim mi desem?
Bilmiyorum, olmayan şey nasıl kanıtlanır. Neyse...
Geçtiğimiz akşam Habertürk'te Balçiçek İlter'in moderatörlüğündeki "Karşıt Görüş"e katıldım. Programda moderatörün sorularına cevap vereceğimi beklerken, Koray Çalışkan, Metin Özkan ve Enver Aysever terörüne maruz kaldım!
Program bir tartışma programından ziyade bir aksiyon filmiydi. Annem programdan sonra öfkeyle aradı, "bodyguard onlar, gazeteci falan değil!" dedi. Haksız da değildi. Bol laf kesmeler, perdesi hep yükselen sesler, edilen hakaretler.
Muhalefeti temsil eden kesimin sürekli yandaş ve iktidar borazanı gibi aslında küfür ama Türkiye standartları içinde normal görülen kelimelerin cömertçe kullanılması. Muhalefet partisi ile direkt, organik ilişkisi olanların, karşısında bir parti ile ilişkisi olmayan birine bu sıfatları kullanırken takındıkları o tuhaf özgüven...
Programın bir kısmının konusu iç güvenlik paketi idi. Pakete eleştirilerim olduğunu söyledim. Protesto şiddeti tamam var ama bu pakette sorunlar var dedim. Kendim paketi inceleme fırsatı bulamadım dürüst olmak gerekirse, madde madde mukayese edemedim. Avrupa'dan verilen örnekleri de gerçekten durum böyle mi diye inceleme fırsatı bulamadım. Lakin güvendiğim, yeminli AKP muhalifi olmadığını bildiğim, ideolojisi istemezükçülük olmayan presinipli muhalefet getiren kişilere kulak verdim. Ali Bayramoğlu, Oral Çalışlar, Gülay Göktürk, Doğan Gürpınar hepsi paketteki gediklere işaret etmişler. İkna oldum.
Ve mealen şunları söyledim: Bu paket bu hali ile sorunlu. Keşke hükümet buradaki itirazları dinlese. Tamam belki cidden Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor. Fakat bu argüman sağlıklı değil, olağanüstü şartlarda bile devlet olağanda kalmalı. Bakın Ferguson'da ABD polisi inanılmaz şiddet kullandı, hepimiz haklı olarak eleştirdik. Bu hatayı hükümet de Gezi'nin ilk zamanlarında yaptı. Ne oldu gösteriler büyüdü. Demek ki iyi bir fikir değil. Lakin, Türkiye'de polis şiddetinin yanı sıra gösterici şiddeti de var mı var. Kobani eylemlerinde 50 kişi ölmedi mi? Onlar bu ülkenin vatandaşı değil mi? ODTÜ'de Boğaziçi'nde bile öğrenciler fikirsel tartışmayı hemen kavgaya dökmüyor mu? Bu sorunlu değil mi? Oxford'da, Harvard'da böyle oluyor mu? Duydunuz mu hiç Harvard'da karşıt görüşleri yüzünden ölümle biten kavgalar, kampüs bahçesinde çakılar ile kavgalar? Bu olacak iş mi? Berkin'i kaybettik ne kadar üzüldük, Burakcan'a üzülmedik mi? Ali İsmail'in o güzel yüzü gözümüzün önünden gitmiyor, Fırat'ın yüzü gidiyor mu?
Konuşmanın özeti buydu. Peki ne oldu? Okuyalım:
Enver Aysever: Ceren hanım gerçekten Amerika'yı çok iyi bilen ABD sivil toplum kuruluşlarına hukuku olan bir insan.
Ceren Kenar: Enver Bey siz TV'de beni elinizde hiçbir belge olmadan daha önce Amerikan projesi olmakla suçladınız.
Enver Aysever: İsterseniz fotoğrafları getireyim aldığınız ödüller var.
Ceren Kenar: Ödül falan almadım ben yanlış biliyorsunuz.
Koray Çalışkan: Ben aldım.
Enver Aysever: Aldınız, Clinton'dan aldınız.
Ceren Kenar: Alsam da bundan utanmam yani, utanacak bir şey yok bunda. Bakın Koray bey almış. Siz burada gazetecilik etiğinden bahsediyorsunuz. Bir meslektaşınızı Amerikan projesi olmakla itham ediyorsunuz. Bir meslektaşınızı belli ki yanlış bilgilerle Amerikan projesi olmakla son derece ağır bir ithamla itham ettiniz. Ben bunu size söyledim yanlışınız var dedim eğer siz benim Amerikan hükümetiyle gazetecilik faaliyetleri dışında herhangi bir ilişkimi kanıtlayabilirseniz ben bir daha gazetecilik yapmayacağım hayatım boyunca. Size bunu söyledim.
Enver Aysever: Böyle bir durum olmadı, nerede oldu?
Ceren Kenar: Twitter üzerinden böyle bir diyaloğumuz oldu.
Enver Aysever: Siz böyle bir şey yazdınız.
Ceren Kenar: Evet ve sizi özür dilemeye davet ettim ve siz özür dilemediğiniz gibi ki bu bir iftiraydı şimdi de kalkıyorsunuz buradaki konuşmanızda tekrar buna ithafen bir şey söylüyorsunuz bu ayıptır. Siz yanlış bir şeyle beni suçladınız ve bana iftira attınız bana Amerikan projesi dediniz. Benim Amerikan hükümetiyle hiçbir alakam yok. Bu ayıp, bu yanlış.
Enver Aysever: Olay şöyle oldu; Türkiye'de Genç Siviller adı altında devletten beslenmiş bir grup var iktisadi olarak beslenmiş, Amerika'yla hukuku olan bir grup var. Hanımefendi de onlardan biri. Ben bunun belgelerini de twittera koydum ama daha önemlisi ben dedim ki Ceren Hanım'a bana twitterdan yazdığında telefon açtım yapımcılar açtı ben yanılmış olabilirim lütfen Aykırı Sorular'a gelin düzeltin dedim. Dedim mi demedim mi?
Ceren Kenar: Ben sizin programınıza niye çıkayım? Yalan söyleyen, iftira atan birinin programına niye çıkayım? Ben sizin bu programa çıkacağınızı da bilmiyordum. Bilseydim buraya da gelmezdim. Ne yazık ki anons yapıldığında öğrendim. Ben bana iftira atan bir insanın, bana iftira attığını kanıtladığım bir insanın programına niye çıkayım Enver Bey?
Enver Aysever: Ben o belgeleri Nuh Albayrak'ın önüne koydum, sizi yayına davet ettim.
Ceren Kenar: Belge falan yok ortada.
Enver Aysever: Şimdi çıkartayım belgeleri isterseniz. Beş dakika verin çıkartayım.
Ceren Kenar: Yalan söylüyorsunuz yakışıyor mu ayıp değil mi?
Beş dakika değil, bir hafta geçti, nerede belgeler Enver Bey?
Çünkü belge yok, çünkü sizi kandırdılar.
Böyle bir diyalog olabilir mi Allah aşkına? Olabilir, zira bazı insanların gazetecilikten anladıkları belaltı saldırma konusundaki uzmanlıkları.
Yalan söylediğiniz ortaya çıkınca, eski Türkiye gazetecilerine has bir manevra ile, konuyu Kabataş'a getirip, "yavuz hırsız ev sahibini bastırır" deyimini uygulamalı anlatma kabiliyetiniz takdire şayan.
Hayatında Kabataş meselesi ile ilgili haber yapmamış, bu konuda yorumda bulunmamış ve aslında pek bir fikri de olmayan birini, kendi yalanınızı örtmek için yaftalamanız takdire şayan.
Yalan ve iftiradan suç üstü yakalanıp, üste çıkıp, yargılanacaksınız kampanyasını başlatmanız takdire şayan.
Bunun arkasından başlayan linç kampanyası ile iktidara gelince yapmak istediklerinizi dürüstçe söylemeniz takdire şayan.
Programdan sonra açılan #yargılanacaksınız hashtag'i altında, Mısır darbesine verdiğiniz referanslar, hükümeti devirip yeni kuracağınız rejimin unsurları arasında saydığını devrim mahkemeleri gibi fikirleri açıktan ifade ediyor olmanız takdire şayan.
Yeryüzünde vadettiğiniz "iyilik" rejimini kurma yolunda açık açık kendinize benzemeyen kimseyi bu ülkede istemediğinizi söylemeniz takdire şayan.
Hakkınızı teslim etmem lazım...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.