Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır...

A -
A +

"... Hatta, Irak'ın uzun vadeli istikrarına ve genel olarak bölgedeki dengeye yönelik ana tehdidin IŞİD'ten ziyade çoğu İran tarafından desteklenen ve -bazısı İran tarafından yönlendirilen-, Şii militanlar olduğunu söyleyebilirim."

Bu sözlerin sahibi bölgedeki "Sünni blok" liderlerinden biri değil. Konuşan Katar Şeyhi veya Suudi Kralı değil yani. CIA eski başkanı David Petraeus konuşan.

Petraeus bölgedeki İran tehdidine dair şunları da ekliyor: "Irak'ın siyaset sahasında Lübnanlaşması ve bir dış gücün siyasette aktifleşmesi felaket olur. IŞİD ortadan kalktığında İran destekli milisler siyaset arenasında Lübnan'daki Hizbullah gibi kilit noktada olacaklar... Bölgede ABD'nin açık yüreklilikle yaptığı tekliflere İran'ın verdiği karşılıklar hiç de iç açıcı değil. İran bizim için Orta Doğu'daki en büyük sorun olmaya devam ediyor. Kasım Süleymani'nin sahadan yayılan görüntüleri buna kanıt"

Ve bölgede uzun zamandır unutturulmaya çalışan başka bir kriz alanına dikkat çekiyor: Suriye. "Jeopolitik Çernobil" olarak tanımladığı Suriye krizinin çözülmediği her saniye tüm bölgeye istikrarsızlık ve radikalizm yaymaya devam edeceğini vurguluyor.

Biz Türkiyeliler için çok da şaşırtıcı açıklamalar değil bunlar. Zira bu vurgular Türkiye'nin Suriye ve Irak politikasının ana hatlarını oluşturuyor. Bu kaygıları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu bazen örtülü bazen keskin bir şekilde sık sık dile getiriyor. Şu an bölgede yegâne tehdit olarak IŞİD'i gören ve bölgedeki diğer istikrarsızlık kaynağı olan unsurları (Esad rejimi ve İran yayılmacılığı) yok sayan bir politikanın başka felaketlere kapı araladığını belirtiyor.
Ve bu noktada mevcut Amerikan hükümetinden, tıpkı Petraeus gibi, ayrılıyor Türkiye'nin dış politikası.

Neden? Türkiye'nin görebildiğini Amerika göremiyor mu? Veya Türkiye'nin bölgesel çıkarları ile Amerika'nın çıkarları çatışıyor mu?

Evet ve hayır.

Amerikan dış politikasını belirleyen unsur şu an için kısa vadeli bir çıkış yolu arayan, başkanlığını bir dış politika zaferi ile tamamlamak isteyen Obama iktidarı. Bu zaferden anlaşılan Obama'nın bir başarı öyküsü olarak sunduğu Irak ve Afganistan'dan çekilme sürecine paralel, İran ile sorunları masada çözerek bir mutabakata varılması. İran'ın nükleer zenginleştirme programının kontrol edilmesinin karşılığında ambargoların kaldırılması ve İran'ın dünya sistemine kısmi entegrasyonunun sağlanması.

Bunda yanlış bir şey var mı? Türkiye bu anlaşmaya itiraz ediyor mu?

Hayır.

Hatırlatalım 2009-10 döneminde Türkiye, böylesi bir anlaşma için devreye girmiş ve İran'cı damgası yemişti uluslararası kamuoyu ve medyada.

Ancak bu anlaşma sürecinde bölgede İran yayılmacılığının kontrolsüz bir şekilde ilerlemesini kaygıyla izliyor Türkiye. Suriye'deki krizin çözülmeyerek, İran'ın hatırına Esad'a meşruiyet verilmesinin kötü bir fikir olduğunu düşünüyor.

Haksız mı? Bana göre Türkiye makul ve haklı bir noktada duruyor.

Fakat Suriye'yi 2016 yılında iktidara gelecek yeni başkana havale etmek isteyen, Şii milislerin insan hakları ihlallerinin duyulmasını pek istemeyen, İran yayılmacılığına karşı politika üretmeyen Amerikan iktidarı aynı fikirde değil.

Türkiye'nin bu pozisyonu rahatsızlık oluşturuyor. Esad'ı bir an için unutmak isteyen Obama yönetimi, Türkiye'nin Suriye'deki krizin ana problemi rejimdir itirazından hoşlanmıyor. IŞİD'e karşı Türkiye'nin tabir-i caizse Amerika'nın ayak işlerini yapmasını istiyor.

Türkiye bugün, Suriye'de IŞİD'i temizlemek için ordumla Suriye'ye giriyorum, Esad'la anlaşıyorum dese, eminim ki Obama hükümetine yakın New York Times gazetesinde Türkiye'ye övgüler düzen başyazılar okuruz.

Peki Türkiye sırf sırtı sıvazlansın diye böylesi bir maceraya girmeli mi?

Kesinlikle hayır.

Türkiye Amerikan gazetelerinin manşetleri ile kriz çıkarılacak bir ülke değil. Kendi çıkarlarını ve hassasiyetlerini dayatacak bir ülke.

2004'te de böyleydi, şimdi de böyle.

Bu yüzden Türkiye tezlerinde ve durduğu yerde ısrarcı. 2016'da yeni bir Amerikan başkanı seçilir, bölgede Amerika'nın tehdit algısı yeniden belirlenir, İran yayılmacılığı bir mesele hâline gelir ve o zaman "model ortaklık" ilkeleri yeniden geçerli olur.

Bu kadar basit, bu kadar net.

Endişeye mahal yok yani.

İsmet İnönü'ye referansla söyleyelim:
Yeni bir Amerikan başkanı seçilir, yeni bir bölge siyaseti oluşur ve Türkiye de orada yerini alır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.