Bana "gericiliğin" resmini çizebilir misin?

A -
A +

Arnavutluk'un başkenti Tiran'ın tek otelinin bir lokantası vardı. Şehirdeki tüm yabancılar ki bunların çok büyük bir kısmı elçilik çalışanları idi, bu lokantada buluşur, hasbihal ederdi. Enver Hoca, Arnavutluk'ta çekirdek çitlemeyi yasaklamıştı. Bir gün aniden bu yasak kalktı. O lokantada günlerce, uzun uzun acaba bu yasağın kalkmasının arkasında ne var diye tartıştık. Rejim bir revizyona mı gidiyordu? Enver Hoca'nın gücü mü azalıyordu? Arnavutluk Emek Partisi içindeki fraksiyonlar arasında bir görüş ayrılığı mı vardı? Biz tüm bu tartışmaları yaparken, birden çekirdek çitlemenin tekrar yasaklandığı haberi geldi. Neden yasak kalkmıştı, neden tekrar kondu, hiç öğrenemedik...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Arnavutluk gezisine iştirak etmek için, Tiran'a gittiğimizde aklımda yıllar önce değerli tarihçi, Princeton Yakın Doğu Çalışmaları Bölüm Başkanı, Şükrü Hanioğlu'nun bana anlattığı bu anekdot aklıma geldi.

Avrupa'nın ortasında, bu Yontma Taş Devri karanlığını kuran rejimin adı, sosyalizm idi.
Enver Hoca, 1908 devriminden birkaç ay sonra, 1908 yılının Ekim ayında doğdu. İsminin İttihat ve Terakki Cemiyetinin liderlerinden Enver Paşa'dan ilhamla verildiğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. 1908 yılında İstanbul'da esen devrim rüzgârı, birkaç sene içinde bir felakete dönecekti. Ancak bu devrimin mimarlarından Enver Paşa, o sene doğan birçok çocuğa isim babası olacaktı.

Dindar Bektaşi tüccar bir babanın, Halil Hoca'nın oğluydu. 16 yaşında, monarşiye karşı kurulan bir öğrenci derneği ile siyasete girdi. Fransa'da eğitimine devam etti.

Enver Hoca yönetimi, insanın aklına hayaline gelmeyecek baskıların uygulandığı bir dönem oldu. Binlerce muhalifini öldürdü, eski rejimin unsurları olarak gördüğü toprak sahiplerini ve orta sınıf mensuplarını çalışma kamplarına gönderdi. Hedef olan insanların, aileleri de hapishaneye gönderildi. Din yasaklandı, camiler, kiliseler yok edildi. Hatta hijyenik olmadığı gerekçesi ile (asıl gerekçe İslami görünümü azaltmaktı elbette) sakal bırakmayı yasakladı.
Sosyalist liderlerin 20. yy'daki karnesi düşünüldüğünde hiç tuhaf değil Enver Hoca'nın yönetim biçimi. Stalin'in 20 ila 60 milyon arasında insan öldürdüğü tahmin ediliyor. Mao'nun ise 45 milyon. Bulgaristan'da sosyalist rejimin öldürdüğü insan sayısının 50.000 ila 100.000 arası olduğu söyleniyor. Doğu Almanya'da ise 80.000 ila 100.000 arası. Kuzey Kore'de 1.5 milyon. Kamboçya'da 1.4 milyon ile 2.2 milyon arası.

Stalin bir konuda haklıydı. Bir insanın ölümü trajediyken, milyonlarınki istatistik oldu.
Türkiye'deki Stalinciler, Maocular ve hatta Enver Hocacılar (evet Türkiye'de Enver Hocacılar da vardı) 20. yy'ın faşizm ile birlikte en barbar, en korkunç tarihine ve ideolojisine sahip oldukları için "öz eleştiri" vermedi.

Bunu bırakalım, Türkiye'de ne sol örgütler, ne de sol görüşe mensup insan hakları örgütleri, hâlâ örgüt içi infazların hesabını vermiş değil. Araştırmacı-yazar, Aytekin Yılmaz'ın cesur ve literatüre önemli katkısı olan kitabı, "Yoldaşını Öldürmek" 1990-1999 yılları arasında 1000'den fazla örgüt içi infazı tespit ediyor. Yılmaz'a göre bu rakam aslında çok daha fazla ve 7000 civarında...

Şimdi ne gerek var bunları konuşmaya, sosyalizm uzak bir mazi diyenler için ufak bir not: Bir şeyin mazi olabilmesi için, gömülmesi, yüzleşerek tarih olması gerekir. Türkiye'de sosyalist düşünce ile henüz hesaplaşılmış değil, henüz cenazesi kaldırılmış değil.

Türkiye'de hâlâ Stalin'i öven milletvekilleri var. Arkaik bir sosyalizmi benimseyen partilerin bileşeni olduğu HDP, Türkiye'nin en ilerici ve demokrat partisi olarak görülüyor, bu ülkenin demokratlık ve ilericilik noterleri tarafından. Türkiye'de iyi niyetli çocukların, naif idealizmi olarak yüceltildi ve bu devam ediyor. Entelijansiya sol düşünce tarafından domine edildi. Hâlâ ve hâlâ Türkiye'nin en elit üniversitelerinin sosyal bilimler bölümlerine hakim olan ideoloji sol.
Sadece entelijansiya mı?

Türkiye'nin dünyaya açılması, serbest piyasa ekonomisi ile tanışması neden bu kadar geç oldu?

Cevabı aslında Yalçın Küçük veriyor.

1960'larda Mülkiye'yi birinci olarak bitiren Yalçın Küçük, Devlet Planlama Teşkilatına girer, Hikmet Çetin yardımcısıdır, Süleyman Demirel sonradan yanında çalışacaktır.

Küçük bürokrasi kariyerindeki icraatlarını şöyle anlatıyor: "Ben birinci plan döneminde Türkiye'ye televizyonun gelmemesini yazdım. Çok büyük tartışmalar oldu. elimden gelse idi hiç sokmazdım, bugün bile sokmam. Ve çok memnunum. Türkiye'ye televizyonun girişini beş yıl geciktirdim."

Gericiliği, ilericilik; refah düşmanlığını, eşitlikçilik; indoktrinasyonu, özgürlükçülük olarak tanımladığımız sürece, sosyalizme mazi demek mümkün mü?

Gericiliğin gerçek tarihini yazmadan, ilerlemek mümkün mü?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.