Tırlarda saklanan sırlar

A -
A +
Cenevre 2 toplantısından bir hafta önce, Suriye'de uluslararası çözümden kimsenin pek umudu yok. İran ve Rusya, kanlı Esad rejiminin kaya gibi arkasında. Rejime silah ve askerî yardım, Lübnan'dan, Irak'tan yabancı savaşçı akıyor. Muhalefet ilk zamanlarda yakaladığı momentumu kaybetmiş, Baas rejiminin muazzam manevrası ile, radikallerin sahada hakimiyet kurması sonucu, hem rejime hem de radikallere karşı mücadele vermek zorunda bırakılmış. ABD, sözde muhalefeti destekliyor, özde o dönem ABD'nin Suriye politikasının mimarlarından olan Frederic Hof'un sonradan diyeceği gibi rejimle muhalifler arasında "yesinler birbirlerini" politikası izliyor. Türkiye sınır komşusunda hakim olan savaş ortamından rahatsız, ancak muhalefetin de sürece dahil edilebilmesi ile gerçekleşecek bir kalıcı ve sürdürülebilir barış ihtimali için uluslararası dengeleri zorlamaya çalışıyor.
Türkiye'de iç siyasetin gündemi ise yine yoğun bu dönemde. Gülen cemaati, AK Parti'nin İran ajanları tarafından ele geçirildiği, MİT Başkanı Hakan Fidan'ın İran için çalıştığı propagandasını yapıyor.
Tam bu arada gündeme bomba bir haber düşüyor, olayın detaylarını Yeni Şafak gazetesinde çalışan gazeteci ve yargı muhabiri Cihat Arpacık'tan dinleyelim:
"İlk TIR Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde 1 Ocak 2014 günü durdurulmadan önce ilk ihbar Diyarbakır Jandarma Komutanlığı'nda görevli bir askerî personel tarafından yapıldı. Dönemin Adana Cumhuriyet Savcılarından Özcan Şişman, TIR'da arama yapmak için Adana'dan Hatay'a geldi ancak Ankara'nın devreye girmesiyle TIR'da arama yaptıramadı. Adana'ya döndükten sonra "Adli aramanın yapılamadığına ilişkin tutanak" başlıklı 3 sayfalık bir tutanak tuttu. Bu tutanakta hiçbir şekilde TIR'ların bir terör örgütüne gittiğinin söylendiği bir ifade bulunmuyor. El-Kaide ifadesi meçhul bir şahsın adanacbs@adalet.gov.tr isimli e-posta adresine gönderdiği bir elektronik postadan sonra TIR soruşturmasına eklendi. Dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık bu e-postanın mahiyetini, kim tarafından gönderildiğini araştırmadan delil kabul etti ve TIR dosyasına gönderdi. TIR'larla El-Kaide'nin ilişkili olduğu iddiası sadece bu e-posta sayesinde başlatıldı.
İkinci TIR baskını ise 19 Ocak günü gerçekleşti. TIR'lar Ankara'dan yola çıkmış ve dönemin Ankara Jandarma İstihbarat görevlileri tarafından takip edilmeye başlanmıştı. TIR sevkiyatında görevli MİT mensuplarının telefonları, Jandarma İstihbarat'ın talebiyle dönemin Ankara özel yetkili hakiminin verdiği izinle dinlemeye alınmıştı. Böylece sinyal verileriyle de elektronik ortamda TIR'lar adım adım takip edilebilecekti. Ancak MİT mensuplarına bu aşamada yöneltilen suçlama uyuşturucu kaçakçılığıydı. Yine El-Kaide ifadesi adli evraklarda yer almıyordu. Ankara Jandarma görevlisi sadece Jandarmanın bildiği bir sistemle ankesörlü telefondan 0322 156 00 00 numaralı telefonu çevirdi ve ihbarı yaptı. Jandarma Teğmenler ise gece vakti Savcı Aziz Takcı'nın evine gitti ve arama izni istedi. Tutanağa ise 'El-Kaide' ifadesi Savcı Aziz Takcı'nın talimatıyla Jandarma tarafından işlendi.
Ankara-Adana arası yaklaşık 490 km. Jandarmanın sıkı takibinde olan ve 'El-Kaide'ye, infilak etmeye hazır bomba ve mühimmat taşıdığı' iddia edilen bu TIR'lar 490 km boyunca seyir aldı, yerleşim yerlerinin içinden geçti. Ancak Adana'ya kadar hiç durdurulmadı. Bunun nedeni ise şuydu: O gün Adana'da Uluslararası Büyükelçiler Konferansı vardı. Türkiye, o camia açısından da 'teröre destek veren ülke' gibi gösterilmek istendi."
Cenevre 2 toplantısında, Esad heyeti, Türk gazetelerin manşetlerini Türkiye heyetine karşı kullanıyor. Muhalefeti sürece dahil etmek için bastıran Türkiye'yi el-Kaide'ye destek vermekle suçluyor. Kendilerinin oluşturduğu canavarın günahını Türkiye'ye atmaya çalışıyor.
Esad katliamların devam edebilmek ve barış görüşmelerine direnmek için bir koz bulmuş, İran mutlu mesut. Peki kim İran istihbaratının, dış politikasının ajandasına hizmet ediyor? O dönem İrancı olmakla suçlanan AK Parti hükümeti mi? Yoksa bir yandan AK Parti'yi İran'cı olmakla suçlayıp, diğer yandan Türkiye'nin el-Kaide'ye destek verdiği yalanını, İran'a servis edenler mi? İşte bunlar hep, tırlarda saklanan sırlar...
2014 yerel seçimlerinden bir hafta öncesi, tüm seçim kampanyası sürecinde konuşulan şey belediye projeleri değil, malum "tapeler" olmuş. Muhalefet bu tapelerin kaynağını ile ilgilenmemiş, yasal olup olmadığı sorusunu da sormamış, tüm seçim kampanyasını tapelerden edindiği bilgiler üzerine inşa etmiş. Ancak şehir şehir gezen, günde üç miting sonucu artık sesi kısılan, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın seçimlere büyük bir oy avantajı ile girdiği de, seçime son kalan günlerde ayyuka çıkmış.
Fakat CHP'den ilginç açıklamalar, nereden bu özgüven sorusunun sorulmasına da sebebiyet veriyordu bugünlerde. 19 Mart'ta Samanyolu Haber TV'ye konuk olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu enteresan açıklamalar yapmış ve Türkiye'nin Suriye'ye askerî harekât düzenleme ihtimalinden söz ederek 'Bazı duyumlarım var' demişti. Dönemin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, 22 Mart'ta siyasetin bu hafta yeni gelişmelere gebe olduğunu belirterek, "Erdoğan, 30 Mart'ta o koltuğunda oturamayacak. Onun artık diktatörlüğü yıkılmış olacak. Bu hafta yeni gelişmeler olacak. Erdoğan'ın korktuğu başına gelecek. Belki de 30 Mart'ı bile görmeden siyasetten çekilebilir" diyecekti.
Kamuoyunda Suriye tapesi olarak bilinen, 13 Mart tarihli üst düzey bir güvenlik toplantısına ilişkin kayıtlar ise 27 Mart'ta servis edilecekti. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Başkanı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in, Suriye sınırları içindeki Türk toprağı Süleyman Şah Türbesine yönelik saldırıyı değerlendiriyordu. Türbeye yönelik bir IŞİD saldırısı tehdidi vardı. Konuşmalarda çarpıcı ifadeler vardı, devletin Suriye meselesindeki gerçek görüşleri sızmıştı aslında. Ne öğrenmiştik o tapelerden? 1- Türkiye'nin IŞİD'i tehdit olarak gördüğü, 2- Toplantıdaki bir şahsın "IŞİD yani rejim" ifadesinden anlaşıldığı gibi rejimle IŞİD arasında bir ilişki olduğuna inandığı 3- Hakan Fidan'ın ısrarlı vurguları ile, Türkiye'nin Suriye'ye askerî operasyon yapmak için çok gerekçesi olduğu ancak bunun iyi bir fikir olduğuna dair bir inanç olmadığı idi.
Bu tape sızmadan önce, ana muhalefet bu tapeye dair bilgileri nereden ve nasıl edindi? Bu tapede konuşulanlar bu kadar açıkken nasıl Türkiye seçimden önce Suriye'ye savaş açacak ve IŞİD'i destekliyor kampanyası yapılabildi? İşte bunlar hep, tırlarda saklanan sırlar...
Türkiye, IŞİD'le savaşması için Kobani'ye silahlı peşmergenin geçişine izin verdi, yaralı YPG militanları Türkiye'de tedavi edildi, Mesud Barzani "Türkiye'nin yardımı olmasaydı Kobani'nin geri alınması mümkün olmazdı" dedi defalarca. Bir peşmerge komutanının, Türkiye'nin Kobani'de IŞİD'e karşı savaşan güçlere gıda, mühimmat ve tıbbi yardım yaptığını açıkladı. 6-7 Ekim olaylarında Türkiye Kobani'ye yardım yapmıyor gerekçesi ile 50 kişi öldürüldü. HDP Başkanı Demirtaş, "Artık aleni oldu, iddia odur ki 2 bin TIR'dan fazla silah gönderildi. Toplanan silahlar 2 bin TIR'dan fazla gönderildi. Bunların bir kısmının El Nusra, El Kaide bağlantılı çetelerin eline geçtiği, IŞİD'in kullandığı silahların Türkiye'den giden silahlar olduğu çok tartışıldı. Bu da toplumda kırılma meydana getirdi" dedi. İşte bunlar hep, tırlarda saklanan sırlar...
Ve gelelim bugüne... Yine bir seçim öncesi. Cumhuriyet gazetesi "büyük turbu" haberleştirmiş. Hoş aynı haber bir sene önce Aydınlık gazetesinde de çıkmış olan, herkesin aslında bildiği bir şey. Tüm dünyaya manşet olacak denilen haberde MİT tırlarında silah olduğu iddia ediliyor. Bu haberden birkaç gün önce Nokta dergisinin özel bir Lahey dosyası yapması da tevafuk olsa gerek. Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisindeki dramatik değişiklik malum, gazeteye yönelik Cemaat'in yayın organı olduğu yönündeki eleştirileri, genel yayın yönetmeni olan Can Dündar köşesine taşımış ve bunları reddetmişti. Dündar belki 1 Aralık 2013 tarihinde attığı şu tweette ne demek istediğini de açıklar: 
"Ankara kulisleri, 'en önemli büyükelçi'nin eski bir politikacıya söylediği cümleyle kaynıyor: Çok yakında Türkiye'de tarih değişecek." 
Kimdir bu en önemli büyükelçi, hangi ülkenin büyükelçisidir? Gezi'den hemen sonra, 17 Aralık'tan hemen önce ne demek istemiştir bu büyükelçi, çok yakında Türkiye'de ne olacak ve tarih nasıl değişecekti? İşte bunlar hep, tırlarda saklanan sırlar...
 
Gelelim tır meselesine...
 
Taraf gazetesinde, 8 Ekim 2012 tarihli yazımdan bir alıntı: 
"Türkiye'nin Suriye ile savaşa girme niyetinin olmadığı aşikâr. Böyle bir niyetin olmaması da elbette isabetlidir. Lakin savaşa hayır derken kastedilen olası bir Türkiye-Suriye savaşı iken, komşuda devam eden kanlı bir savaş için de aynı sloganı kullanmak, hem insanlık namına hem de bölgenin esenliği adına elzemdir. Suriye'deki iç savaş her gün yüzlerce insanın ölümüne neden olmakta, telafisi mümkün olmayan yıkımlara sebebiyet vermektedir. Bu savaşı sona erdirmenin şu an için yegâne yolu ise muhalifleri silahlandırmaktır. Krizin en başından beri iyi planlanmış bir uluslararası müdahalenin gerekliliğini vurgularken, muhalifleri silahlandırmanın uluslararası toplum için en az maliyetli ancak Suriye için oldukça kanlı bir çözüm olduğunu söylüyorduk. Ne Amerika, ne İsrail ne de Batı koalisyonu Suriye konusunda duyarlılık gösterdi. Mevcut savaşı engellemek ve sona erdirmek için yapılması gerekeni yapmadı. Sonuç itibariyle Suriye muhalefetinin uluslararası müdahale beklentisi karşılık görmedi ve muhalefet kendi bildiği yollarla Esad'ı devirme yoluna gitti... Suriye'de işler artık iki sene öncesine dönmeyecek, burası kesin. Esad gidici, bu bir gerçek. Ancak arkasında Rusya ve İran desteği olan Esad'a karşı muhalifler yalnız bırakılırsa hâlihazırdaki kanlı çıkmaz yıllarca devam edebilir. O takdirde hem Suriye halkının hem de Türkiye'nin çıkarları bu süreci hızlandırmaktan geçmektedir.
Suriye'de diplomasi adı verilen ancak gerçekte uluslararası kamuoyunun vakit kazanma ve oyalama stratejisi olan süreç bir yıldan fazla süredir denendi. Bu kriz için diplomatik bir çözüm yok artık. Ya muhalefet ile Esad arasında devam eden ağırçekim savaşı izlenmeye devam edilecek, ya da zaten gerçekleşecek olan bir son hızlandırılacak ve muhalefet silahlandırılacak.
'Suriye'de akan kan durmalı' demenin bedelini 'savaş çığırtkanlığı' yapmakla itham edilerek ödediğiniz bir ülkede bunu söylemek kolay değil, evet. Sloganların, aklın ve vicdanını sesini bastırdığı bir atmosferde siyasi doğruculuk maskesi altında net tavır almamak geçer akçe, evet. Ancak barış için risk almayacaksak, ne için alacağız?
Bazı durumlarda barış bir hareketsizlik durumu ile görünmez elin getireceği bir durum değildir. Ruanda, Bosna ve Kosova örneklerinde bunu görmedik mi? Bazen barış slogan ve dengecilik değil, mücadele ve müdahale ister..."
Eğer o gün, Suriye'de Özgür Suriye Ordusuna ağır silah temin edilse, daha henüz o zaman olmayan IŞİD olmayacaktı. Belki o uçak savarlar, Halep'e düşen ve on binlerce insanın katili varil bombalarına çare olacaktı. Suriye'de IŞİD'in de, Esad'ın da zulmünün sebebi müdahale değil, müdahalesizlik durumu oldu.
Şimdi bu yazının yayınlandığı Taraf gazetesi, muhtemelen muhalifleri silahlandırmanın sonucunun Lahey'de savaş suçları mahkemesinde yargılanmak olduğunu iddia edecek.
Peki öyle mi cidden?
Varsayalım, Türkiye sınır güvenliğini sağlamak için, IŞİD'e ve rejime karşı savaşan unsurlara silah gönderdi? Ne olur?
Suriyeli muhaliflere silah gönderen ABD, Fransa, Ürdün, Suudi Arabistan, Katar'a ne olacaksa, o olur.
Rejime silah gönderen Rusya'ya, hem silah hem savaşçı gönderen İran'a ne olacaksa, o olur.
Ama efendim, Türkiye bunu sakladı, ABD kongre onayı ile silah verdi.
Bu da pek doğru değil efendiler.
Sabah gazetesinin Washington muhabiri Ragıp Soylu hatırlatıyor, 2 Ekim 2013 tarihli Washington Post makalesi, ne demiş? CIA Suriyeli muhaliflere gizli bir operasyon ile silah tedarik ediyor, muhaliflere askerî eğitim sağlıyor. Kongre onayı? Yok. Açıktan mı yapılmış? Hayır.
Ve son soru: IŞİD'in silahları nereden geliyor?
IŞİD'in kullandığı mühimmat üzerine yazılan bir rapora göre (Avrupa Birliği'nin fonlandırdığı bir proje) bir çok yerden. IŞİD, Amerikan, Rus, İran, Sudan yapımı silah ve mühimmatı kullanıyor.
İşte bunlar hep, tırlarda saklanan sırlar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.