İstanbul Sözleşmesi ve Diyanet’in sapıklığa karşı çıkışı

A -
A +

Prof. Dr. Ali Erbaş’ın eşcinselliği lânetleyen sözlerine karşı Ankara Barosunun yayınladığı bildiride, Kur’ân-ı kerim ve hadisler, hedef alınmaktadır. Çünkü âyet ve hadislerde, zina ve lûtûlik/eşcinsellik şiddetli şekilde haram kılınıyor ve tel’în ediliyor. Elbette bu bildiri, sadece bir meslek grubunu değil, ülkemizde Batı hayranlığı ve bağımlılığının sembolü olan “Modernist zihniyet”i temsil ediyor.

 

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Covid-19 sebebiyle 24.04.2020’de Ankara Hacı Bayram Camii’nde temsilî kılınan cuma namazında okuduğu hutbede şöyle diyor: “İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lânetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayrimeşru ve nikâhsız hayatın islamî literatürdeki ismi, zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz, bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim…”   Ankara Barosu   Bunun üzerine Ankara Barosu 26.04.2020’de bir basın açıklaması yapıyor. Bildiride, “Sesi çağlar öncesinden gelen” “Kutsal sayılan değerler üzerine inşa edilen” bir din anlayışını temsil eden, “içinde bulunduğu takvim yılında yaşamasına rağmen, bundan sekiz-dokuz nesil önceki büyükleriyle (İslam âlim ve kurallarıyla) aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmak için insan onuruna karşı” mücadele veren “bu şahsı ve ona hak veren zihniyeti kınıyoruz” deniliyor. Bu ifadelerde çok açık İslam’ın temelini teşkil eden Kur’an-ı kerim ve hadisler, hedef alınmaktadır. Çünkü âyet ve hadislerde, zina ve lûtûlik/eşcinsellik şiddetli şekilde haram kılınıyor ve tel’în ediliyor. Bu bildiri, halkının %98’i Müslüman olan bir ülkede yayınlanıyor. Elbette bu bildiri, sadece bir meslek grubunu değil, ülkemizde Batı hayranlığı ve bağımlılığının sembolü olan “Modernist zihniyet”i temsil ediyor.   Modernizm   Ülkemizde ilk resmî Modernizm, Tanzimat’la başlamış, Meşrutiyet’le kadrolaşmış ve Cumhuriyet’le uygulamaya konulmuştur. “Halka rağmen, halk için”in anlamı budur! Batı’nın dayattığı Modernizm’in açık anlamı, yönetim, hukuk, fikriyat, din, örf ve âdetlerdeki muhteva ve davranışlar, Batı standartları çerçevesinde olacak ve buna uymayan her şey, çağ dışı ilân edilecektir. Nitekim öyle olmuştur. Batı değerlerini (!) taklit, hukuk ve idârî alanda yapılanma şöyle dursun, giyim, kuşam, eğlence, hatta “sol elle yemek yeme”ye, “günaydın” ve “görüşürüz” demeye varıncaya kadar benimsenmiştir.   İstanbul Sözleşmesi   İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de böyle bir ortamda ülkemiz gündemine gelmiştir. Ülkemizde görüşülmeden, tartışılmadan, konuyla ilgili dünya gündemini dikkate almadan acele olarak imzalanmış ve onaylanmıştır. İstanbul Sözleşmesi’ni Türkiye’de resmen ilk imzalayan yetkili, Ahmet Davutoğlu’dur. O da şimdi hangi mecralardadır, malum. İşin başka yönü, o dönemin öncesi ve sonrasında “bakan” olanların tamamına yakını, şu anda muhalefet saflarında yer almaktadır. Evet, plan, çok derin ve girift! Kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen sözleşmenin, resmî adı, “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Sözleşmeyi ilk imzalayan diğer ülkeler Avusturya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, Karadağ, Portekiz, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, Slovakya ve Lüksemburg’dur. Sözleşme, (2017’e kadar) 46 ülke tarafından imzalanmıştır. İngiltere dâhil 11 ülke, sözleşmeyi imzalamış, fakat onaylamamıştır. Azerbaycan ve Rusya, sözleşmeyi ne imzalamış, ne de onaylamıştır. Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovak Cumhuriyeti sözleşmeye karşı çıkmışlardır.   “Sözleşme”nin içeriği   Sözleşmenin muhtevası ile ilgili dünyada ve ülkemizde bilim adamları ve ilgili kurumlar tarafından çok eleştiri ve değerlendirilmeler yapılmıştır. Fakat bunların hiçbiri dikkate alınmamıştır. İmzadan sonra KADEM başta olmak üzere mantar gibi biten bazı İslam etiketli kadın derneklerinin peyda oluşu, hâliyle insanda kuşku uyandırıyor. Müslüman eliyle İslam hayatı ve aile yapısı tahrip edilmek mi isteniyor? Aynı İslâmî ilimlerde olduğu gibi. Şimdi “Sözleşme”yle ilgili bu eleştirileri kısaca özetleyecek olursak, şöyle diyebiliriz: 1. Orijinal metinde “aile” kavramı geçmediği hâlde, “Aile içi şiddetin önlenmesi” ifadesine yer verilmiştir (Memur-Sen, 2019). Bundan dolayı Rusya “Partnerler arası şiddet” ifadesinde partnerler, aynı cinsten olabilir, diyerek sözleşmeye karşı çıkmıştır. 2. “Toplumsal cinsiyet” kavramı, uluslararası hukukta karşılığı olmayan bir kavramdır (Vatikan). İsveç ve İngiltere’nin bu kavramla ilgili şerhleri olmuştur. 3. Sözleşme, eşcinsel evliliklerini legalize etmeye (meşrulaştırmaya) imkân hazırladığı, "cinsiyet ideolojisi" üretmeyi amaçladığı, Hıristiyan değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle uygulanamaz (Hırvatistan). 4.  Aileyi ve insani değerleri korumak amacıyla 59. madde uygulanmayacaktır (Almanya). 5. Sözleşmedeki ilke ve hükümler, yürürlükteki anayasamıza uyduğu oranda uygulanacaktır (Polonya). 6. Toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim ve cinsel kimlik kavramlarıyla her türlü sapıklık, normalleştirilmekte ve yasal koruma altına alınmaktadır (STK, 2020). 7. Sözleşmenin 36, 46 ve 59. maddelerinde “birlikte yaşanan partner” ifadesiyle, “nikâhsız” ve “metres hayatı” şeklindeki birliktekiler, hem aile olarak kabul edilmekte, hem de zina meşrulaştırılmaktadır (STK, 2020). 8. Sözleşmenin 12. ve 42. maddeleri gereğince, Batı’nın benimsediği kültürel normlar dışında sözleşmeye taraf olan ülkelerin, kendi kültür, din, örf ve âdetlerin kökü kazınacaktır (STK, 2020). 9. Taraflar (1-12 mad.), kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır (STK, 2020). 10. Taraflar (5-12 mad.), kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir (STK, 2020). 11. Taraflar (48 mad.), ailede karı-koca arasında ihtilaf çıksa, bunu çözmek için tayin edilecek hakemlerin sürece müdahil olunmasına engel olacaklardır. Bu durumda dine ve örfe göre “hakem” tayin edilemeyecektir (STK, 2020). 12. Sözleşme ve 6284 sayılı Kanun, ailede “baba”yı, “evin kurucu aktörü”nü öldürüyor (Prof. Dr. Ergun Yıldırım). 13. Sözleşme ve 6284 sayılı Kanun, erkeği, ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürüyor. Kadının beyanını esas alıyor (E. hâkim Aynur Göçmen). 14. Sözleşme ve 6284 sayılı Kanun’da “kadının beyanı esas alındığından: 2017, 2018 ve 2019 (Nisan ayına kadar) 746 bin 336 erkek evinden atılmıştır (TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu). Kadının “psikolojik baskı uyguluyor” demesi yeterli oluyor. 15. Sözleşme, bir “üst akıl”ın talimatıyla dünya ülkelerinde, özellikle İslam ülkelerinde “aile” kurumunu bölmek, parçalamak ve yok etmek maksadıyla maskelenerek düzenlenmiş ve yürürlüğe konulmuştur.   “Sözleşme”nin yorumu   Kendilerini Sekülerizm girdabına kaptıranlar, kurtulabilmek için İslam çığlıkları atıyor ve temize çıkmak istiyorlar. Hayır, biz bu değiliz, diyorlar. Biz, “eşcinselliği, LGBTİQA+’yi savunmuyoruz” diyorlar. KADEM ve benzeri başörtülü feministler böyledir. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı, Batı patentli bir kavramdır. Ne kadar tevil edilirse edilsin, içinde temiz bir anlam bulmak mümkün değildir. Aynı laisizmde olduğu gibi. Müslümanların artık iyice bilmeleri ve anlamaları gerekiyor ki, boynundaki haç ile namaz kılınmaz, horozdan da “domuz”dan da kurban olmaz. İslam’ın kendi kavram ve argümanları vardır. Bir mütefekkirimizin ifadesiyle, “İslam, lokomotiftir, vagon olmaz. Hiçbir şeyin maiyetine (emrine) girmez. Her şeyi (yoğurur, kendine benzettikten sonra) maiyetine alır.” Yabancı kimliklerle, İslam, temsil edilmez. Balık, yemsiz tutulabilir mi? Zehir, çoğu zaman güzel bir ambalaj içinde sunulur. Üzerindeki kamuflajı da herkes bilemez ve tanıyamaz. Müctehid âlim ve mezhep imamlarını devreden çıkaranlar, hadisleri ayıklamaya tabi tutanlar, Kur’an-ı kerim’e rağmen ehl-i salibi dost edinenler ve onlara cennette yer ayıranlar, bedeni burada gönlü Mısır, Paris, Pensilvanya ve Vatikan mahfillerinde olanlar, “Muaviye’yi sevmiyorum” diyerek Eshâb-ı kiram arasında ayırım yapanlar, ömrü boyunca İslam nikâhı kavramına karşı çıkan, kendi sapkın aklına göre “nikâhta kutsallık yoktur” diyerek Allah’ın nikâh emrini, farzını istihfaf edenler, baş tacı yapılır, ödüllendirilir ve rehber edinilirse, işte netice bu olur! İnsan, İstanbul Sözleşmesi’ni, dolayısıyla “Toplumsal cinsiyet eşitliliği/eşitsizliği”ni savunur hâle gelir. Başörtülü kadın dernek ve kuruluşları da bu tuzağa kolayca düşer. Sonra iş, “hayır biz, o fikirde değiliz” demeye kalır. Fakat rehberi “karga” olanın gideceği yer bellidir. FETÖ de 40 sene çeşitli te’villerle aklandı, paklandı. Fakat 15 Temmuz’da maskesi düştü. Ne olduğunu milletimizin büyük çoğunluğu gördü. Ancak zihniyeti (ehl-i salip hayranlığı, Osmanlı - Selçuklu düşmanlığı ve Ehl-i sünnet karşıtlığı) hâlen üniversitelerimizde, devlet kurum ve vakıflarında ilgili ve kritik yerlerde dipdiri devam etmektedir. “KADEM” ve benzeri İslam etiketli kadın örgütlerinde eksen kayması görülmektedir. İbre, Batı’yı gösteriyor. İnanç, zihniyet ve metodoloji olarak Batı gömleğini çıkarmayan, Doğu’nun incisini keşfedemez ve güzelliğini kavrayamaz. Doğu, aslında “Orta Doğu” peygamberler diyarıdır. Bu, bir ruh ve hissiyattır. Bu, hak ve hukukun somutlaşmış şekli, bir Medeniyettir. Adı da 'İslam Medeniyeti’dir. Asırlar boyunca bir kuyumcu hassasiyeti ile nakış nakış her konu ve alanı işlenmiştir. Şimdi bunu bırakıp da Batı’nın zulüm, sefahat ve fuhşiyat yuvalarında “insan hakları”nı, dolayısıyla “kadın hakları”nı aramak, akıl kârı mıdır? Akla ziyan bir arayıştır. Cebindeki altını unutup çöplükte cevher aramaya benzemektedir.   İslam’da insan hakları ve aile   İslam’da “insan hakları ve aile” ile ilgili kurallar, şu başlıklar altında özetlenebilir: 1. İslam’da “haklar”, bir bütünlük içinde ele alınır. Hakların temelinde Allah’ın emri, korkusu ve merhameti vardır. 2. Aile’de reis, erkektir (Nisa,34). Aile bireyleri, birbirinin rakibi değildir. Bireyler, İslam’ın öngördüğü saygı ve merhamet çerçevesinde görev ve sorumluluklarını yerine getirirler. 3. Toplum hayatında insan ilişkilerinde “İslam ahlâkı” ölçüleri uygulanır. İslam ahlâkı kuralları, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilmiş ve müctehid âlimlerce açıklanmıştır. 4. İslam’ın dışında ahlâk, iyilik ve hayır konularında İslam’a katma değer sağlayacak, bir din, sistem ve kurum mevcut değildir. 5. Kadın ve erkek Müslüman’ın sosyal ve aile hayatında örnek alacağı şahıslar, Hazret-i Peygamber, onun mübarek hanımları, Eshâb-ı kiram ve müctehid İslam âlimleridir.   Sonuç   İstanbul Sözleşmesi, aile hayatına kurulan bir tuzaktır. Batı’nın sömürü düzenini devam ettirebilmesi için toplulukları, aileleri ayrıştırmaya yöneliktir. Bu sözleşmeye istinaden çıkarılan 6284 sayılı Kanun da aynı nitelikleri taşımaktadır. Temeli çürük olan bir binanın sağlam olması düşünülemez. Sözleşme ve 6284 sayılı Kanun, Türkiye’de Osmanlı ve Selçuklunun din, örf ve âdetlerindeki görüş ve uygulamalarını mezara gömüp İttihad ve Terakki zihniyetini hâkim kılmayı hedef alan bir kamuflajdır. Bu kamuflajı dikkate almadan konuyla ilgili İslam’ın hükmünü açıklayan Prof. Dr. Ali Erbaş’ı; Miraç ve Berat gecelerinde yaptıkları konuşma ve dualarla “Diyanet’i sapkın ideolojilerine alet etmek isteyenlere” ecdadımızın usul ve erkânı ile cevap veren yine Reisimizi, Başkan Yardımcısı Dr. Burhan İşliyen’i ve Din Hizmetleri Genel Müdürü Bünyamin Albayrak’ı en içten duygularımızla tebrik ediyoruz.       Prof. Dr. Ali Erbaş   *************   Dr. Burhan İşliyen **************   Bünyamin Albayrak ***************   Diyanet İşleri Başkanlığı kampüsü-Ankara
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.