29 Mayıs Üniversitesi’nde İlahiyat ve “KURAMER”de “Sapkın Din” Anlayışı

A -
A +
c.ahmetakisik@gmail.com   İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) tarafından 2010 yılında kurulmuş ve 2010-2011 akademik yılında eğitim öğretime başlamıştır. Vakıf, ayrıca 1983 yılında Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA) çalışmalarını başlatmış, 1988 yılında da İslâm Araştırmaları Merkezini (İSAM) faaliyete geçirmiştir. 

Üniversite bünyesinde yer alan İlahiyat Fakültesi, Ülkemizdeki İlahiyat ve İslami İlimler’den farklı olarak Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesi adıyla  2011-2012’de eğitim ve öğretime kapılarını açmıştır.

Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesi, ismiyle dikkat çekmektedir. “Uluslararası İslam”, olur mu? Uluslararası İktisat, Hukuk, Eğitim… var. İslam’ın tebliği evrensel, ama bu kavram onu taşımıyor. Bu kavramla Batı standartlarına uygun veya Oryantalistlerin öngördüğü yahut Misyoner Teşkilatının projeleri içinde yer alan bir İslam mı, kastediliyor?

Bunun cevabı - Üniversite Mütevelli heyet başkanını, Üniversite içinde faaliyet gösteren KURAMER idarecilerini ve Fakülte’nin kuruluş yıllarında DİB’da başkan ve yardımcı olanların fikir ve eylemleri görülünce - verilmiş olacaktır.

Mütevelli heyet başkanı Tayyar Altıkulaç

1974 yılında üstatları mason olan Mısırlı reformist M. Reşid Rıza’nın “Muhaveratu’l-muslih ve’l-muqallid” kitabı, “İslâm’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri” ismiyle ve Hayrettin Karaman’ın sadeleştirme ve notlarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basıldı. O tarihte Tayyar Altıkulaç, başkan yardımcısıydı ve yayın biriminin başında da arkadaşı ve aynı görüşte olan Saim Yeprem bulunuyordu. T. Altıkulaç, 1978-86 yılları arasında da başkan olarak görev yaptı. İlgili kitap, bütün Müftülüklere, Y. İ. Enstitülerine ve İ.H. Liselerine dağıtıldı. Sanki Müctehidlerce tasdik edilen bir kitap gibi tanıtıldı. Muhalefet edenler tespit edildi. Halbuki kitap, hezeyanlarla, ecdadımıza hakaretlerle ve  Müctehidlere iftiralarla dolu idi. Çünkü:

R. Rıza, çok şiddetli bir Selçuklu ve Osmanlı düşmanıdır. Bu çalışmasında, Muslih ve Mukallid diyaloğu ile Ehl-i sünnet mezhep ve âlimlerini hedef aldığı gibi, Sünnî mezhep ulemasının İslâm’da İctihad yapmanın önünde en büyük engel gibi gösterdi. Fıkıh kitaplarının Müsteşrikler gibi bid’at ve hurafelerle dolu olduğunu iddia etti ve Akaid ile ilgili hadisleri inkâr etti.

KURAMER Müdürü Ali Bardakoğlu

2003- 2010 yıllarında DİB’da başkan olarak görevde bulundu. 2006 yılında A. Bardakoğlu, Türkiye’de ilk “Kur’an’da Tarihselliği”, “Sünnetüllah” isimli doktora tezi ile gündeme getiren Ömer Özsoy’u Frankfurt Goethe Üniversitesi bünyesinde kurulan İslam Vakıf Kürsüsü’ne “Misafir Profesör” olarak atadı. Bu kürsü, Protestan İlahiyat Fakültesi içinde yer alıyordu. Tarih sürecinde  siyasi, ideolojik ve dini muhaliflerin sığınma ve faaliyet yeri, genelde Batı/Avrupa olmuştur. Eski İstanbul Müftüsü’nün fikirdaşı Mısırlı mürted Ebu Zeyd Almanya’ya sığınmış, Humeyni Fransa’da “devrim hazırlığı”nı yapmış ve Ülkesinde mason teşkilatını kuran Efganî, Abdüh ile birlikte ilk Fransa’da Ehl-i Sünnet’e/Cumhur-ı İslam’a karşı bayrak açmıştır. Kur’an lâfzan indirilmemiştir, âyetler arasında çelişki var ve kıssalar hayalidir diyen Mustafa Öztürk, Almanya’ya kaçmıştır. - Fazlurrahmancı Ömer Özsoy, aynı Öztürk gibi tamamen Kur’an’ı beşerîleştirmektedir - İslam’a ihanet eden FETÖ, şu anda Almanya’yı üs/karargâh edinmiştir. Ülkemizdeki İttihatçıların çoğu, Batı’da Osmanlı, Türklük ve Padişah aleyhtarlığı, hatta İslam düşmanlığı fikirleriyle zehirlenmişlerdir.

Ömer Özsoy’un Hezeyanları

Yanlış: 'Konuya girmeden önce İslam anlayışında "kutsal metin" ve "Allah kelamı" hakkında şunları belirtmek isterim: İslam anlayışında tartışmasız tek kutsal, uluhiyettir. Ancak Kur'an'ın Allah kelamı mı, yoksa Allah kelamının yansıması mı olduğu, son derece tartışmalı olduğundan Kur'an'ı kutsal kitap olarak nitelendirmek daima sorunludur (Ömer Özsoy, Frankfurt, Haziran Sempozyum, 2008).

Doğrusu: Müslümanların şu anda ellerinde bulunan Kur’an-ı Hakim hakkında zerre şüpheleri yoktur. Yüce Allah’ın kelâm’ı olduğuna iman ederler. Kâfirler zaten, Kur’an’ı ve Peygamber’i kabul etmezler. Oryantalist ve Misyonerler ise, İslam’a ve onun hiçbir rüknüne inanmazlar.

Yanlış: "Modernizm, kendi kural ve değerlerini yerleştirerek her şeyi tersine çevirdi. Müslümanların ek olarak Kur'an'la alakalı değişim ve yenilik fenomeni üzerinde düşünmeleri gerekti. Çünkü Kur'an vahyi, hayatın hiçbir alanında güne uymuyordu. Kur'an ne güncel kavramlarla konuşmakta, ne de güncel sorunları irdelemekte. Bu nedenle Kur'an'ın vahyi ile güncel dış dünya arasında birebir bağlantı bulunmamaktadır (Ömer Özsoy, Frankfurt, Haziran Sempozyum, 2008).

Doğrusu: Kur’an-ı Hakim, elbette ne Mekkeli kâfirlerin arzularına göre, ne de hakiki Tevrat ve İncil’i tahrif eden Yahûdi ve Hristiyanların bozuk inanç ve beklentilerini karşılayacak şekilde inmiştir (inmemiştir). O, seküler/lâik bir kitap değildir, O, Allah, kelâmıdır. Yüce Allah’a İslam’ın öngördüğü şekilde iman eden, onu bağrına basar, ona hürmet eder, onu başının tâcı yapar ve ecdat gibi üç kıtada at koşturur.

KURAMER ve Kur’an Anlayışı

Yanlış: Kur’an’ın hem lâfız, hem mana itibariyle inzal edildiğini kabul etmek, cihad ve kıtal meselesinde kullanılan politik dilin bizzat Allah’a ait olduğunu söylemeyi gerektirir. Vahyin salt mana ve mefhum olarak inzal edildiğini kabul etmek ise, söz konusu dilin Hz. Peygamber tarafından formüle edildiğini, dolayısıyla Allah katından genel muhteva ve perspektif olarak aldığı vahyin ışığında konjonktürel gelişmelerle ilgili yol haritasını kendisinin belirlediğini söylemek gerekir ki, bize göre bu ikinci ihtimal daha makul görünmektedir. Aksi takdirde ‘Allah’ın ahlâkîliği’ meselesi gündeme gelir.” (Mustafa Öztürk, Cihad, KURAMER, 2016, s.155).

Doğrusu: Kur’an-ı Hakim, lâfız ve mana olarak Peygamber efendimize Cebrâil aleyhisselâm vasıtasıyla âyet âyet, sûre sûre 23 senede indirildi. İçinde sonradan ilâve edilen insan, hatta Hazret-i Peygamber’in sözü dahi yoktur. Hepsi Allah’ın kelâmıdır. Hükümleri, Kıyamet’e kadar, her çağda geçerlidir.

Kur’an-ı Hakim nâzil olurken, kâfirler, “bu senin ifadelerindir, biz onun Allah’tan geldiğine inanmıyoruz” diyerek itiraz etmişlerdi.

Tarihselciler, başta Fazlurrahman olmak üzere, Cebrâil aleyhisselâm’ı kabul etmez ve âyetlerin onun vasıtasıyla indiğini söylemezler. Çünkü Cibril-i Emin kabul edilirse, Kurân’ın Allah’tan geldiği ve ilâhî kelâm olduğu ikrar edilmiş olacaktır. Hâlbuki tarihselciler, âyetleri, peygamber’in zamanın şartlarına göre zihninde kaldığı şekliyle sunmuştur, derler. Bunun benzerini Mekkeli Müşrikler de söylemişlerdir.

Yanlış: “Burada şunu da belirteyim ki, Kur’an’ı Kerim bir metin değil, hitaptır; hitab-ı ilahidir. Meselâ beklentilerimiz Kur’an-ı Kerim’in diğer insan ürünü metinlere en kapsamlı bir metin, diğer düşünce manifestolarına ve kanunlarına karşı en ikna edici inanç ve kanunlar kitabı olması yönünde olabilir; ama öyle değildir (Kur’an, diğer düşünce ürünü inanç ve kanunlara karşı ikna edici özellikte olan bir Kitap değildir). (Ali Bardakoğlu, M. Yüzleşme, KURAMER, 2016, s.61)

“İslam Dini hakkında bilgimizin birinci kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in bir metin değil, hitap olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. (Ali Bardakoğlu, aynı eser, s.62)

“Kur’an-ı Kerim, dinimizin, dini bilgimizin ana kaynağıdır. Ama onu bir metin gibi göremeyiz. Süreç olarak görmemiz, diyalektik bir hitap olarak görmemiz gerekiyor. Bunu önemsediğim için üzerinde ısrarla durmak istedim.” (Ali Bardakoğlu, aynı eser, s.63)

Doğrusu: Tarihselciler, Kur’an-ı Hakim’i kitap olarak nitelendirmek istemezler. Çünkü kitap olursa, onun emirleri ve yasakları, diğer bir ifadeyle ortaya koyduğu hükümler, söz konusu olacaktır. Halbuki tarihselciler, Kur’an ahkâmı’nın o devre âit olduğunu ve o zamanın insanlarına hitap ettiğini, dolayısıyla evrensel olmadığını, iddia etmektedirler. A. Bardakoğlu’nda: Kur’ankanunlarına karşı en ikna edici inanç ve kanunlar kitabı olması yönünde olabilir; ama öyle değildir (olmamıştır), bu açıkça görülmektedir.

A. Bardakoğlu, bu iddiasını şu cümle ile pekiştirmektedir: Kur’an-ı Kerim’in bir metin (kitap) değil, hitap olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız.

Kur’an’da Tarihsellik terminolojisinde metin, “kitap” karşılığında kullanılmaktadır. Birçok âyet-i kerime’de “kitap” sarahaten geçtiği için, geniş halk kitlelerinin itirazına uğramamak için, Tarihselciler, genelde kitap yerine “metin” kelimesini tercih ederler. Ama açıkça “Kur’an’ın kitap olmadığı”nı telâffuz edenler de vardır. Hitap/söylem ise, söylendiği o zaman, şartlar ve toplulukla ilgili bir kavram olarak kullanılır.

Bu durumda Kur’an’da Tarihsellik şu anlama gelmektedir:

Kur’an, hükümleri itibariyle indiği zaman, mekân ve toplulukla sınırlı, evrenselliği olmayan ve gelişen şartlara göre farklı şekillerde okunması/yorumlanması gereken ve peygamberin kurduğu cümlelerle ifade edilmiş olan bir hitaptır.

Hayır, Kur’an-ı Kerim, bu tanımlama ve özelliklerden münezzehtir. Tarihselcilerin bu tanımı; Mekkeli kâfirlerin, Oryantalistlerin, Misyonerlerin ve Müsteşriklerin elinde ve kucağında büyüyen Fazlurrahman ve tâbilerine âittir. Müslümanların iman ettiği Kur’an-ı Hakim; Cibril-i Emin’in Muhammed aleyhisselâm’a indirdiği kıssaları gerçek; iman, ibadet ve sosyal hayata âit bütün hükümleri evrensel ve Kıyamet’e kadar geçerli; tabiat, insan ve evrenle ilgili verdiği bilgilerin tamamı doğru; mübarek, mukaddes, yüce Allah’ın kelâmıdır. Beşerin onu aşmaya ve değiştirmeye gücü yetmez.

İslam’ı Farklı Algılama

Yanlış: “Din, insanın günlük hayatının her anına müdahil olan kurallar manzumesi değildir.” (Ali Bardakoğlu - Video)

Doğrusu:  Bu, Hristiyanlıkta ve diğer dinlerde düşünülebilir. Fakat İslam dini, insanın yemeğinden taharetine, evlik hayatından borçlanmasına, işçi haklarından hayvan haklarına, helal gıdadan haram gıdaya, tebessümünden nefretine, savaştan sulha, kıtalden güzel ahlâka, cenazesinden kabrine varıncaya kadar her alanda hükümler getirmiştir.

Yanlış: Çok seslilik dinde risk ve bozulma değil, doğal bir durumdur, hatta zenginliktir. Din içi çoğulculuktan da korkmamak gerekir. (Ali Bardakoğlu - Video)

Doğrusu: Dinde çok seslilik, ancak ictihad ile olur. Müslümanlar Müctehidleri ve onlara bağlı âlimler vasıtasıyla korkmadan bunu gerçekleştirmişlerdir. Ancak dinde çok seslilikten murat: Kur’an’ı eleştiri; hadisleri, vahyi, kaderi ve mi’racı inkâr; Peygambersiz bir din; kâfirleri cennete koyma ise, bu, İslam’ı tahrip ve tezyif olur. Bu, Müslümanlık adına, Münafıklıktır.

Sonuç: (İçinizden bazınız) onlara (kâfirlere) gizlice sevgi besliyorsunuz. (Bundan vazgeçin.) Halbuki ben (şanı yüce Allah,) sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (kâfirleri dost edinirse), mutlaka doğru yol (İslam)dan sapmıştır (Mümtehıne,1). Çünkü: “Kim bir kavme - itikad, ibadet ve alâmetler bakımından - kendini benzetirse, onlardan olur (Ebû Dâvûd, Libâs, 33).  

  29 Mayıs Üniversitesi’nde İlahiyat ve “KURAMER”de “Sapkın Din” Anlayışı
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.