Türk-İslam tarihinde altın bir sayfa

A -
A +
Numan Aydoğan Ünal
İhlas Vakfı Türk Dünyası Koordinatörü
 
 
Muhammed Masum hazretlerinin devrinde yaşayan Sultan Âlemgir Şah, ‘Fetâvâ-i Âlemgiriyye’ eserini hazırlattı. Bu eser Osmanlılardaki ‘Mecelle’ çalışması istisna edilirse İslam hukuk tarihinde eşine rastlanmaz hizmetlerden biridir. Fakat kitap ‘Fetâvâ-i Hindiyye’ adıyla meşhur olmuştur.
 
Türk-İslam tarihinde Hindistan’ın çok mühim bir yeri vardır. Türk devletlerinin hâkim olduğu zamanlarda Hindistan’da büyük âlim, evliya, devlet adamları ve sultanlar yetişti. Çağdaş olup aralarında manevi bağda bulunanların birisi, büyük İslam âlim ve evliyası, zamanının kutbu Muhammed Masum Farukî hazretleri diğeri ise Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman gibi devrinin muhteşem hükümdarı Evrengzib Âlemgir Şah’dır.
Muhammed Masum hazretleri, İmam-ı Rabbani hazretlerinin üçüncü oğludur. 1599 senesinde Hindistan’ın Serhend şehrinde doğdu. Babasından sonra zamanının en büyük ikinci evliyasıdır. "Silsile-i Aliyye" denilen âlim ve evliyaların yirmi dördüncüsüdür. Kur'ân-ı kerimi üç ayda ezberledi. 16 yaşında bütün ilimlerin tahsilini bitirdi. Babası İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda buyuruyor ki: “Bu günlerde oğlum Muhammed Masum, ‘Şerh-i Mevâkıf’ı bitirdi. Yunan felsefecilerinin kusur ve hatalarını iyi anladı, faydası ve kârı çok oldu. Allahü tealaya bu ihsanlardan dolayı hamd ve senâlar olsun.”
İslam tarihinde rüşd ve hidayeti onunki kadar yaygın bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona tâbi oldu. Talebelerinin kırk bini velî, yedi bini de mürşid-i kâmil, yani çok büyük âlim ve evliya oldu. Babası İmam-ı Rabbani hazretleri; “Sen zamanının kutbu olursun” buyurarak müjde verdi. Nitekim daha sonra bunu kendisi “Allahü teala’ya hamd-ü senalar olsun. Vadedilen ele geçti. Babamın müjdelediklerine kavuştum” diyerek belirtti.
Devrin Sultanı Âlemgir Şah da Muhammed Masum hazretlerinin müritlerinden ve halifelerinden biriydi. Yetişmesinde büyük rolü vardı, ona tam tâbi idi. Duasını alır, nasihat ve emirlerini dinlerdi. Başarıları ve hayırlı hizmetleri ile büyük bir İslam devletine sahip olması, Muhammed Masum Farukî hazretlerinin himmet, tasarruf ve teveccühleri sayesinde oldu.
Âlemgir Şah 1618’de Malva Duhad’da doğdu. Annesi Begüm Mümtaz Mahal’dir. Şah Cihan’ın üçüncü oğludur, Babür Şah’ın 5. kuşaktan torunudur. 31 Temmuz 1608’de 40 yaşında padişah oldu. Tahtta en uzun kalan Türk hükümdarıdır. Osmanlı Sultanı Kanuni’den daha fazla, elli yıla yakın hükümdarlık yaptı. 1707’de 90 yaşında iken Ahmet Nagar’da vefat etti. Ravza denilen yerde defnedildi. Âlemgir Şah’ın dört oğlu üç kızı vardı.
Çok iyi bir ilmî ve askerî eğitim gördü. Binicilik ve harp oyunları konusunda mükemmel yetişti. Tefsir, hadis, fıkıh üzerinde tam bir âlim idi. Türkçe, Farsça, Arapça ve Hintçeyi çok iyi bilirdi. Hat sanatını da öğrenerek "Hattat" pâyesini aldı.
Âlemgir Şah’ın en önemli özelliklerinden birisi tam bir cesaret ile gayesine erişmekte gösterdiği azim ve sebattır. Askerî sahada gösterdiği cesaret ve başarıyı diplomasi sahasında da gösterdi. Çok iyi bir hafızaya sahipti. Aynı zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidarı zamanında kendisiyle görüşebilme fırsatı bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgir’in kendisine yapılan müracaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu işten büyük zevk duyduğunu kaydetti.
Devletin bütün ihtişamına rağmen Âlemgir’in sade bir hayatı vardı. Giyim kuşamı ve diğer her türlü işleri sade idi. Çok düzenliydi. Doksan yaşında vefat ettiğinde bedenî hiçbir bozukluğu yoktu. Okumayı çok severdi. Mektuplarının toplandığı “Ruk’at-i Âlemgirî” kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umumi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kabiliyetliydi.
Hemen hemen bütün Hint-İslam liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant, Âlemgir Şah için şu itirafı yapmaktan kendini alıkoyamadı: “Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezaî metotlar kullanmadı. Dîni tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.’’
Devlet hazinesinden para almaktan çekindiği için kendi eliyle Mushaf yazar, onu satıp geçimini bile temin ederdi. Kur'ân-ı kerimi, hükümdar olduktan sonra ezberleyerek hafız oldu. Farz namazları vakti girer girmez cemaatle kılardı. Cemaati hiçbir zaman terk etmedi. Cumayı mutlaka Mescid-i Kebir’de eda ederdi. Gecelerini ibadet, zikir, kıraat ve tefekkürle geçirirdi. Ramazan ayının son on günü mescidde itikâfa girerdi. Pazartesi, perşembe ve cuma günleri oruç tutardı. Daima abdestli olur, zikirlerini ihmal etmez, çok salevat getirirdi. Zühd ve fakr hayatını hiç terk etmedi. Arpa ekmeğine rağbet ederdi.
 
YAPTIĞI BÜYÜK HİZMETLER
 
Âlemgir Şah, dinî ve sosyal pek mühim hizmetler yaptı. Memleketin ileri gelen ulemasından meydana getirdiği kalabalık bir heyete, her türlü imkânları verip, büyük kütüphaneler kurdurdu. Müslümanların hukuki meselelerine kolaylık sağlamak üzere ‘’Fetâvâ-i Âlemgiriyye’’yi hazırlattı, Osmanlılardaki “Mecelle” çalışması istisna edilirse İslam hukuk tarihinde eşine rastlanmaz hizmetlerden biridir. Kendi adına izâfeten “Fetâvâ-i Âlemgiriyye”  denilen fakat  “Fetâvâ-i Hindiyye” diye meşhur olan bu hukuk kitabını, Kanun-ı Esasî yani Anayasa olarak kabul etti. Hanefi mezhebine göre hazırlanan bu hükümler, adil kadılar tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Ayrıca hadis ilmine dair eser telif etti. Onu şerh edip Farsça’ya tercüme etti.
İslam hukukuna göre Müslüman olmayanlardan alınması gereken “Cizye” vergisi, Ekber Şah tarafından 1564 yılında kaldırılmıştı. Âlemgir Şah’ın emriyle 1679’da cizye yeniden alınmaya başladı. Devrinde milyonlarca gelir sağlayan akla hayale gelmedik çeşitlerde ve şekillerde sekseni bulan İslamiyet’in emretmediği vergiyi, mümin ve kâfir herkesten kaldırdı. Müslüman, kâfir herkesin gönlünü aldı. Bu uygulamalardan sonra hazine zayıflaması gerekirken zenginleşti.
Sultan Âlemgir, şehzadelik devresinde Hindu olan Dekken köylülerinin kalkınmasına çalışmış onlara tohum ve hayvan satın alabilmeleri için geniş ölçüde borç verdirmiş ve sulama işini önemle ele almıştır. Bu davranışı onun taassup sahibi olmadığını gösterir.
20 Şubat 1556 yılı başlarında çıkardığı bir fermanda şöyle demektedir: “İslam’a uygun olarak şuna karar vermiştir ki öteden beri var olan mabetler yıkılmayacaktır. Ancak yeni mabet yapılmasına da izin verilmeyecektir. Buyruğumuz şudur ki, bundan böyle kimsenin bu gibi yerlerde Brahmanların veya başka Hinduların işlerine, İslam’a aykırı olarak karışmamasını ve onları rahatsız etmemesini sağlayasınız.”
1663 senesinde Brahmanların, kocası ölen kadının kendini yakıp kül etme âdetini kesin bir şekilde yasakladığı için bu din mensuplarının sızlanmalarına sebep oldu. Bu yasak, mutaassıp Hindularca din işlerine karışma sayılırsa da insanî maksadı olup onların iyiliği içindi.
Âlemgir Şah, ayak altında kalarak sürünebilir endişesiyle paralar üzerine yazılan Kelime-i tevhidi kaldırdı.
Mecusi âdeti olduğu için, bid’at gerekçesi ile "21 Mart Nevruz’’ bayramını yasak etti. Tahta çıkışı ramazan ayında olduğu için bu ayın ilk gününü bayram ilan etti. Sarayda çalgı yasaklandı, sadece belirli saatlerde vurulan nevbete izin verildi ki, bu da askerî maksatlıdır. Devrinde çalgıcılar, müzik araç ve gereçlerini bin kişilik konvoyla mezara gömdüler.
Mekke ve Medine’de ikamet eden seyyidlere, mücavirlere, hademeye ve itikâf yapanlara nezir olmak üzere 63 bin altın gönderdiği “Âlemgirnâme”de kayıt edilmektedir. Ayrıca, Maveraünnehir uleması ile de yakın ilgilendiği, bu bölgedeki Türk din adamlarına para yardımı yaptığı kayıtlarda zikrolunmaktadır.
Meâsir-i  Âlemgirî’ye” göre Sultan Âlemgir’in yaptığı hayrat şu şekilde sıralanabilir:
Ramazanda 9 bin altın, diğer aylarda bundan biraz az olmak üzere nakdî yardımı ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Başşehir Agra ve diğer birçok vilayette fakir fukara için bulgur haneler açtırdı. Yolcular için konak yerlerine kervansaraylar yaptırdı. Bütün camileri devlet hazinesinden tamir ettirdi. Ve Buralara imam, müezzin ve hatib tayin ederek onları maaş gibi daimi gelire bağladı. Ulemaya, fazilet ve ilimle uğraşan öğrencilere devlet kesesinden yardımlarda bulunurdu.
Müslüman halk Âlemgir Şah’ı velî olarak kabul ederdi. Kendisine ‘Pir’lik izafe ederek “Âlemgir Zinde Pir” derlerdi.
Bir keresinde, Agra Delhi bölgesinde yaşayan Sate Hinduları ayaklanmıştı. Müslüman askerler onların hazırladıkları büyü ve sihirlerden psikolojik olarak etkilenerek ürkmüşlerdi. Âlemgir Şah bu korkuyu ortadan kaldırmak için Müslüman askerlerin bayraklarına kendi eliyle Kur'ân-ı kerim âyetleri ve duaları yazarak askerlerin moralini düzeltti.
Âlemgir Han, Hinduların Müslüman olması için pek çok faaliyette bulundu. Bazen bizzat kendisi Müslüman olacaklara "Kelime-i Şehadet" söyletir, hil’at ve başka hediyeler verirdi. Yeni Müslüman olanlara İslamî isimler verip fillerin sırtında şehirleri gezdirtirdi. Âlemgir Şah’ın âdil idaresine hayran kalan Hindular, böyle merhametli bir Sultanın dinine girmek için âdeta yarışıyorlardı. Bundan dolayı, binlerce Hindu’nun batıl dinleri bırakıp hak din olan İslamiyet’i seçmelerine vesile oldu.
İslam’a yeni girenlere, günlük ihtiyacını karşılamak üzere çeyrek rupi para yardım yapılırdı. Taşrada yeni Müslüman olanlar sünnet edilir onlara hil’atlar giydirilir, bir aylık yiyecek parası hediye edilirdi.
Tarihçi Yılmaz Öztuna diyor ki: “Âlemgir Şah, tarihin en muhteşem ve en zengin hükümdarlarından biridir. Saltanatında, devletinin bütçesi, en büyük Hıristiyan devleti olan 14. Louis Fransa’sının bütçesinin on beş katı idi. İmparatorluğu o bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Doğu Afganistan Nepal, Butan ve Birmanya’nın Arakan eyaletinden oluşuyor, 4.600.000 küsur kilometrekare üzerinde yayılıyordu. O zaman 700 milyonu bulmayan bir dünyada, Âlemgir Şah’ın Hindistan Türk İmparatorluğu 170 milyondu. Nüfus bakımından dünya devletleri arasında birinci, kudret ve önem bakımından Osmanlı’dan sonra ikinciydi.”

Türk-İslam tarihinde altın bir sayfa

Türk-İslam tarihinde altın bir sayfa

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.