Halifelik ve hilafet makamı

A -
A +

Hilafet makamının mazisi Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatı sonrası halife olarak seçilen Hazret-i Ebu Bekri Sıddık’ın (radıyallahü teâlâ anh) devrine kadar gitmektedir.

 

Halife, Arapça bir kelime olup manası yerine gelen kimse demektir. İslamiyette ise Hazreti Muhammed'in (aleyhissalatü vesselam) vekili olarak, Müslümanların imamlığını ve koruyuculuğunu yapmakla vazifeli kimse demektir. Bu sebeple Eshab-ı kiramın söz birliği ile Resûlullahın yerine seçilen Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü teâlâ anh), Resûlullahın ilk halifesi oldu ve idareyi ele aldı.

 

Bundan sonra İslâm devletinin reisi, ister seçimle, ister vasiyetle, ister "zorla" başa geçsin, belirtilen şartlara haiz ise halife diye zikredildi. Dört büyük halife (Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali) ve Hazreti Hasan efendilerimizden sonra (radıyallahü anhüm) Hazreti Muaviye (radıyallahü teâlâ anh) vesilesiyle hilafet Ümeyyeoğulları'na geçti ve bir asra yakın Emevi Devleti hükümdarlığında devam etti. Daha sonra ise Haşimoğulları'nın yani Abbasilerin kontrolünde, Hülagu’nun Bağdat’ı işgal etmesine kadar Abbasi Devleti nezdinde devam etti.

 

1258 senesinde Bağdat’ı işgal etmekle yetinmeyen Hülagu, bütün halkı kılıçtan geçirdi. 37'nci ve son Abbasi Halifesi Mustasım'ı esir edip, aman dilediği hâlde, feci şekilde öldürdü. Abbasi ailesinin büyük küçük bütün fertlerini, katlettirdi. Hilafet yok olmanın eşiğine geldi ve sâdık bir adamı sayesinde mezalimden kurtulan şehzade olmasaydı daha on üçüncü yüzyılda tarih sahnesinden silinecekti.

 

Tam ismi Ebû’l Kâsım İbnü’l-Bereket Ahmed bin Zâhir El-Mûstensir Billâh olan bu şehzade, önceki halifelerden Müsterşid’in torunu Ahmed idi. İlk başlarda kendisini tüccar olarak tanıtıp saklandıysa da, Memlük Sultanı Baybars bir geçit merasimi esnasında onu fark etti ve hemen sarayına aldı. Şehzadenin müsaadesiyle halife ilan edildi ve hilafet yeniden tesis edildi. Ancak sadece sembolik olarak kaldı ve hükümdarlık Memlük Sultanına bırakıldı. Memlük sultanlarının tahta çıkması ve İslamın sancaktarı olması hep halifenin tanıması ile gerçekleşti.

        ***

1517 senesinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethinden sonra ise hilafet Osmanlı Devleti’ne geçti. Devrin halifesi olan Musa el-Mütevekkil Alallah, Mısır’ın fethi sonrasında, padişah ile görüştü ve Sultan Selim lehine halifelikten feragat etti, padişah ile birlikte İstanbul’a geldi.

 

Halifelik Osmanlılara geçince, halife ve sultanın nezdinde bulunan bazı mukaddes emanetler de Osmanlılara intikal etti. Hatta Mekke Şerifi Ebu Nümeyy Berekât, Kâbe-i Muazzama’nın anahtarıyla beraber kendisinde bulunan bazı mukaddes eşyaları dahi gönderdi. Böylece yaklaşık üç asır sonra sultanlık ile halifelik Osmanlı hanedanının nezdinde remz (sembolik) olmaktan çıkarak tekrardan dünyevi bir otorite olarak tesis edilmiş oldu.

 

Hilafet makamının Osmanlı Devleti’ne intikal etmesi muhakkak Osmanlı Padişahlarına artı bir güç kazandırdı ancak Sultan II. Abdülhamid Han’a kadar aktif manada kullanılmadı. Ancak Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmesi ve Müslümanların yaşadığı toprakların elden çıkarak gayrimüslimlerin hâkimiyetleri altına girmesi sonrasında ön plana çıktı. Rusya, Balkan Devletleri, Kıbrıs ve Bosna-Hersek’te İstanbul’dan tayin edilen müftü ve kadılar halifenin vekili sıfatıyla varlığını devam ettirdi.

 

Halife sadece Müslümanlar için değil, aynı zamanda İngilizler için de çok mühim bir meseleydi. Çünkü Müslümanların halifeye olan kuvvetli bağı, sömürgelerinde arzu ettiği tahakkümü uygulamalarına mani oluyordu. Bu sebeple hilafetin bir önce ortadan kaldırılması elzemdi.

 

İngilizlerin Sevr ve Lozan’ı kullanarak hilafeti ortadan kaldırma çabalarını ve hangi cihette hareket ettiklerini ise bir sonraki makalemizde ele alalım inşallah...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.