Bilim düşmanı!

A -
A +
1960 yılı sonlarıydı. Türkiye’nin üzerine bir ihtilal kâbusunun çöktüğü günlerdi.
Büyük hedefler düşünen, genç beyinleri yetiştirebilmek için çırpınan, kafasında binbir ilmî projeler bulunan bir doçentimiz evinden çıktı. Fakültesine doğru gidiyordu.
Sokakta ise gazete satıcısı çocuklar canhıraş bir şekilde bağırıyorlardı.
Yazıyooooor, yazıyoooor!..
147 profesörün üniversiteden atıldığını yazıyooooor!
Evet, darbe olmuştu. Ortalık karışıktı. Kimse yarının ne olacağını bilemiyordu. Yüzlerde geleceğin ne göstereceğini bilememenin endişeli bakışları hâkimdi.
Genç bilim adamı meraklandı. Derhâl bir gazete aldı.
İlk olarak o haberi buldu ve okumaya başladı.
Acaba kimlerin üniversitelerle ilişiği kesilmişti?
Kendi ismine gelince durdu ve devam edemedi. Evet kendisinin de üniversite ile ilgisi kalmamıştı.
Bu bilim adamımız geleceğin dünya çapında büyük bilim tarihçisi Fuat Sezgin idi.
Yolu enstitüye doğru gidiyordu. Durdu. Ne yapacağını bilemedi. Neyle karşılaşacağını kestiremedi.
Bir bilim adamı için herhâlde bundan büyük bir şok olamazdı! Kafasındaki nice ilmî projeler ve faaliyetler o anda silinmiş olmalıydı.
Döndü ve yolunu Süleymaniye Kütüphanesine çevirdi.
İlim adamı ilimden başka ne düşünebilirdi?..
O gün talebeleri ve asistanları da aynı şokun içerisinde idiler. Büyük bir üzüntü içinde kalmışlardı. Çok şey öğrenecekleri parlak bir bilim adamı ellerinden bir kararla alınmıştı.
Susuz kalmış balık gibi idiler.
Soruyorum şimdi cezalandırılan kimdi? O hoca mı yoksa onlarca ilmî faaliyetler için tutuşan genç beyin mi?
Aslında herkes Fuat Sezgin Bey’i düşünür.
Evet, asıl cezalandırılanlar bence ondan çok şey öğrenecek genç kuşaklardı. O coşkun ırmaktan mahrum kaldılar. Güdük yetiştiler.
Sadece zayıf yetişmekle de kalmadılar. Korktular, sindiler ve artık ilmî faaliyetlerden ziyade üniversitede kalabilmek için birilerine yaltaklık etmenin hesaplarını yapmaya başladılar. Nitekim doçent oluncaya kadar bilim adamlarına sabit bir kadro vermemenin maksadı da buna dayanıyordu.
Vakarlı ve faziletli bilim adamı değil ezik aydın tipi hedefleniyordu.
147 bilim adamının neden atıldığını elbette tek tek araştırmadım. Belki yoğun ideolojik faaliyetleri sebebiyle atılanlar olmuş olabilir. Bilemem.
Fakat bir soru! Fuat Sezgin Bey hangi makalesi veya hangi faaliyeti için atılmıştı? Kim makul bir gerekçe ortaya koyabilir? Maalesef pek çok bilim adamı da onun gibiydi...
İşte milletin seçerek getirdiği Menderes’i asan zihniyet, ilmi ve bilimi de biçmişti!.. İlmî zihniyeti mahvetmişti, bilim adamlarının üzerinden de silindir gibi geçmişti.
Fuat Sezgin Bey ise dünyada üç üniversiteye başvurdu. Bunlar Alman Frankfurt, Amerikan Berkeley ve Yale üniversiteleri idi.
“Bugünden itibaren ben üniversitesinden atılmış bir insanım. Yanınızda çalışmak isterim. Benim için bir yer var mıdır?” diye yazdı.
Üçünden de gelen cevap olumluydu.
Darbecilerin ilim zihniyeti ile Avrupa ve ABD üniversitelerindeki ilim zihniyeti arasındaki fark ortaya çıkmıştı.
O zihniyet bize dünya çapında bir bilim adamı kazandırdı. Aynı Fuat Sezgin Bey, Türkiye’de olsa bu zihniyetle nereye varırdı düşünelim!
 
 
28 Şubat’ın ilim zihniyeti!
 
Her 28 Şubat geldiğinde yoğun değerlendirmeler yapılır. Milletin ve memleketin üzerinden bir silindir gibi geçtiği belirtilir. Açtığı yaralar körelttiği beyinler üzerinde durulur ve ardından yoğun gündem içerisinde unutulur gider.
Bedel ödeyenler ödemiştir.
Fakat yapanın yanında kâr kalmıştır. Hiçbir hesap sorulmamıştır.
Fakat genelde değerlendirmeler siyasi partilerin yaşadıkları, ekonomiye yaptığı etkiler ve başörtüsü zulmü etrafında şekillenir. Evet bunlar gerçekten de mühimdir ve yazılanlardan da derindir.
Bütün bunların yanında bizzat bilim dünyasına, ilim zihniyetine vurulan ağır darbeler göz ardı edilir. Bence ülke geleceğini karartan en önemli bir noktadır bu! Ekonomik ve siyasi zararları kısa sürede giderebilirsiniz. Başörtüsü meselesini bir kararla kaldırabilirsiniz. Peki ilim zihniyetine vurulan darbeleri nasıl gidereceksiniz? Hatta bunun farkına dahi varmadıysanız nasıl çözüm üreteceksiniz? Zira bu durum gençliğimizin mahvetmiştir!..
Şayet bilim dünyası üzerindeki tesirleri giderilmezse gelecekte acı bir akıbet bizi bekliyor olacaktır.
Bakınız 28 Şubat’ın ilim zihniyetine dair de bir misal vereyim.
1980 yılından üniversitelerimizde bilim tarihi ile ilgili çalışmalar artmaya başlamıştı. Bu konuda bilhassa Ekmeleddin İhsanoğlu Bey'in gayretleri çok mühimdir. Nitekim 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü içerisinde “Bilim Tarihi Anabilim Dalı” kuruldu. Burada açılan kadroya Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu Bey tayin edildi.
Bu Anabilim dalı, kurulması ile birlikte eğitim, araştırma ve yayınların hız ve yaygınlık kazanmasında etkili olmaya başladı. Ayrıca yabancı ülkelerdeki bilim tarihçileriyle kurulan ilişkiler ve düzenlenen etkinlikler sayesinde Türkiye’deki çalışmaların yurt dışında tanınmasına katkıda bulundu. Ancak bütün bu faaliyetler bir anabilim dalı ile fazla yürümeyecekti. Büyümesi gerekliydi.
Dolayısıyla bilime getirdiği bu faydaları açıkça görülünce 1984-1989 yıllarında Felsefe Bölümü içinde faaliyet gösteren Bilim Tarihi Anabilim Dalı, 1989 yılında Bilim Tarihi Bölümü’ne dönüştürüldü. 1992-93 öğretim yılından itibaren ÖSYS ile öğrenci alarak Türkiye’de ilk defa, 4 yıllık “Bilim Tarihi Lisans Programı” başlatıldı.
Peki 28 Şubat Postmodern Darbesi ne yaptı dersiniz?
Aynen 1960 İhtilalinde olduğu gibi bilime ağır darbeler indirildi.
YÖK Başkanı ve emrinde emir eri gibi çalışan rektörler hiçbir gerekçe göstermeden bölümleri dahi kapatıyorlardı.
Nitekim 1999 yılında Bilim Tarihi Lisans Programı’na öğrenci alımı durduruldu. Ardından 2000 yılında Bilim Tarihi Bölümü hiçbir gerekçe beyan edilmeden kapatıldı...
Şimdi bir kez daha düşünelim kim cezalandırılmıştı?
İşte ülkemizde darbecilerin ilim zihniyetini anlamak bakımından bu hadiseler son derece önemlidir.
Böyle bir ilim zihniyeti içinde ancak milletine düşman mankurt nesiller yetiştirebilirsiniz. Millî Eğitim camiası bunlar için ne düşünmekte neler yapmaktadır bilmek isterim...
 
Millî Eğitim uyumamalı!
 
Bakınız 2019, Fuat Sezgin Bilim Yılı olarak ilan edildi. Peki, ne programlar yapıldı? Kaç kişi onu hakkıyla tanıdı ve ne dersler çıkardı bilemiyorum. Oysa onun vasıtasıyla gençlerimize ne değerlendirmeler yapılır ne mesajlar sunulabilirdi…
Normal derslerin dahi yapılamadığı, milyonlarca gence ulaşılamadığı bir yıl geçirdik.
Ben Millî Eğitim Bakanlığımızı üniversitelerden de destek alıp gençlere sosyal mecralardan ulaşarak programlar yapmasını beklerdim. Bu noktada koskoca bir sıfırdan öteye geçemediler.
Yine valilik ve belediye kültür müdürlerinin de aktif çalışmalar ile eksikliği gidermelerini arzu ederdim.
Rehavet, ahh rehavet... Kulağımızın üzerine yatmak çok iyi geliyor.
Fakat birileri sosyal medyada yıkım propagandasına hız kesmeden devam ediyorlar.
“Z Kuşağı” adını verdikleri yeni nesil gençlerimizi bambaşka mecralara sürüklemeyi başarıyorlar.
Bakıyorum son günlerde “Z Kuşağı” şimdi seçimleri bekliyormuş. Hükûmete gününü göstereceklermiş.
Elbette bu zihniyet bütün bir kuşağı kaplamaz. Fakat algının nelere yol açtığını da unutmamak gerek!
Galiba kuyularını kazdıklarını görmüyorlar.
Birilerinin gazına dolduruşuna gelip bindikleri dalı kestiklerinin, yumurtlayan tavuğu boğazlayacaklarının farkına varmıyorlar.
Herkes layık olduğu ile idare edilir. Sonuçta herkesin tercihidir. Kimseye bir şey diyecek değilim. Ancak birileri de Üstad Necip Fazıl’ın haykırdığı gibi;
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak,
Haykırsam kollarımı makas gibi açarak...
İfadesinin derin manasını unutmamalı uyarı ve ikaz görevlerini devam ettirmelidir.
Unutmayalım! Eğitimdeki hataların telafisi neredeyse imkânsızdır!
 
 
TEFEKKÜR
 
Âb-ı rûyun dökme her nahl-i pelidin pâyına
Meyve-i matlab ya olmaz ya olur âlem bu yâ
                                                               Safvet
(Soysuz kişilere boş yere yüzsuyu dökme!
İşin ya olacaktır ya da olmayacak, dünya budur...)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.