İsrail'in Filistin'i işgali sona erer mi?

A -
A +

İsrail'in artık maalesef vak'a-i adiyeden addedilen, dolayısıyla İslam âleminde bile beklenilen sert tepkileri doğurmayan Mescid-i Aksa saldırılarından biri daha geçtiğimiz hafta gerçekleşti. İsrail askerleri Harem-i Şerif bölgesine girmekle kalmadılar, Müslümanların ilk kıblesi Aksa Camii'nin içine gaz bombaları atacak ve mübarek mekânı postallarıyla çiğneyecek kadar da pervasızlaştılar. Türkiye dışında Mescid-i Aksa'ya yapılan çirkin saldırıya layıkıyla tepki gösteren bir başka devlet yoktu.
İngiltere kendi idaresine aldığı Filistin topraklarında 1922'de Mavera-i Ürdün Emirliği adıyla bir devlet kurdurmuştu. Adından da anlaşılabileceği gibi Filistin'i kuzeyden güneye kateden Ürdün (Şeria/Jordan) Nehri'nin doğu yakasında kurulan bu devlet aslında "Majestelerinin Hükümeti"nin, 1916'da Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Haşimi ailesinden Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'a sunduğu bir hediyeden ibaretti. Çünkü Şam'da bir Arap Krallığı ilan eden Hüseyin'in büyük oğlu Faysal, Fransızlar tarafından Suriye'den çıkarılmış ve Bağdat'a kaçmak zorunda kalmıştı. İngilizler Faysal'ı Haşimi Irak Kralı ilan ederken, Harb-i Umumi devam ederken Halife-i Müslimin'e karşı ayaklanmaları karşılığında kendilerine vadedilen "Büyük Arabistan"ın Irak'tan ibaret olmaması gerektiği yönünde serzenişte bulunan Haşimi ailesi, Filistin'in bir kısmı kendilerine verilmek suretiyle avutulmaya çalışılmıştı. Ayaklanmanın baş figüranı Şerif Hüseyin ise Hicaz bölgesinde üçüncü Haşimi krallığını kurmayı planlamaktaydı. Bu kadar büyük bir toprak parçasının tek bir aile tarafından idare edilmesinin kendi çıkarları açısından tehlikeli olabileceğini düşünen İngiltere tarafından da desteklenen Suud ailesi Hüseyin'i Hicaz'dan çıkarttı. Suudilerin lideri Abdülaziz ibn-i Suud 1926'da kendisini Hicaz Emiri ilan etti.
"Tavşana kaç, tazıya tut" demesini çok iyi bilen "böl ve yönet" siyasetinin piri İngiltere, Arapları böyle birbirlerine düşürmüşken, Şeria Nehri'nin diğer yakasına 1920'den itibaren Yahudi kafilelerini kabul etmeye başladı. 1916'da isyana başlarken Filistin'in tamamı üzerinde hak sahibi olacaklarını düşünen, sonra kendi iç meselelerinin derdine düşen Haşimiler ile 1930'ların sonuna doğru topraklarından fışkıran petrolün Batılı şirketler tarafından işletilmesinin, kendilerine taht garantisi sağlayacağına ikna olan Suudiler başka işlerle uğraşırlarken, Yahudi kafileleri Filistin'e akmaya devam etti. İngiltere'nin en zengin bankeri Rotschild ailesinin yönetimindeki Dünya Siyonist Örgütü'nün yönlendirdiği Yahudi yerleşimciler, önce parayla, sonra kurdukları Haganah ve İrgun-Stern gibi terör örgütlerinin baskılarıyla Filistinli Araplardan aldıkları verimli topraklar üzerinde, gelecekteki İsrail devletinin nüvesini oluşturacak kibbutz ağını gayet planlı bir şekilde oluşturmaya başladılar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında bir süreliğine İngiltere tarafından durdurulsa da, savaştan hemen sonra Filistin'e Yahudilerin akını hız kazandı. Artık kendi işgal yönetimini de doğrudan hedef alan terör saldırısı karşısında bölgeden çekilme kararı alan İngiltere meseleyi 1947'de yeni kurulmuş Birleşmiş Milletler'in gündemine getirdi. BM, Filistin'i bir Arap ve bir Yahudi devleti arasında taksim etmeye, Kudüs'ü ise kendi yönetimi altına sokmaya karar verdi. Yıllardır süren suskunluklarından sonra, Filistin topraklarının bir bölümünün ebediyen ellerinden gitmekte olduğunu nihayet idrak eden Araplar bu plana itiraz edince Yahudiler, Mayıs 1948'de tek taraflı olarak İsrail devletini ilan ettiler. Ardından çıkan savaşta da Arap ordularını püskürttüler. Kurulduğu günden itibaren topraklarını sürekli genişleten İsrail, Arap ülkeleriyle 1967'de yaptığı savaşta Kudüs'ü de içerecek şekilde Batı Şeria'yı, Golan Tepeleri'ni ve Sina Yarımadası'nı işgal etti. 1980'de Doğu Kudüs'ü ilhak ettiğini açıklayan İsrail, bu kenti başkent ilan etti.
Filistin'in acı hikâyesi uzun. Ama bu kadarını bile yazınca, söz konusu acı tablonun ortaya çıkmasının sadece İsrail devletiyle alakalı olmadığı herhalde anlaşılıyor. Müslüman halkların birbirleriyle mücadelesi, Arap devletlerinin birbirlerini öncelikli tehdit olarak görmeleri, Arap yöneticilerinin de Filistin'i düşünmek yerine, kendi çıkarları doğrultusunda bölge dışı aktörlerle stratejik ittifaklar kurmaları en az İsrail'in izlediği genişleme siyaseti kadar bu olumsuzluğun sebepleri arasında sayılabilir.
Bugünkü manzara da, son 100 yıldan farklı değil. Müslümanların yaşadığı bölgeler fokur fokur kaynarken, sınırların yeniden -kim bilir bu kez kimlerin çıkarları doğrultusunda- çizilmesi gündeme gelmişken, Harem-i Şerif'e tecavüz edilmesi hangi bölge devletinin gerçek gündeminde acaba?
Milletçe birlik ve beraberliğimizi pekiştirmemize vesile olması temennisiyle hepinizin Kurban Bayramınızı kutlarım...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.